© Alevi Ocağı

40 YILDIR KANAYAN YARA: MARAŞ

40 YILDIR KANAYAN YARA: MARAŞ

ALİ RIZA ÖZKAN yazdı...

26 Aralık 1978 tarihinde toplanan Ecevit Hükümeti Kahramanmaraş dâhil 13 ilde sıkıyönetim ilan ederken, bu habere sevinip devlete güveni pekişmekten çok, endişe etmek için

nedeni olanlar vardı. Onlar, kardeşlerini, çocuklarını, babalarını, yakınlarını vahşi bir katliamda yitirenlerdi. 1978 yılı başından beri yapılan provokasyonlar sonunda meyvesini vermiş ve 19 Aralık’ta Çiçek Sineması’nda gösterilmekte olan ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ filminin 20:00 seansında salonda dinamit patlatılmıştı.

Gerçi, bu dinamiti ve sinemanın çatısına atılacak ama patlamayacak bir dinamitin de organizatörünün MHP’li Ökkeş Kenger (şimdiler de herkes onu Ökkeş Şendiller olarak biliyor) olduğu tanık ifadelerine geçmişti. Ama, Kahramanmaraş’a yaşatılan katliam nedeniyle Adana 1. Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen davada berat etti! Ökkeş Şendiller’in 1991 yılında Refah Partisi’nden Kahramanmaraş milletvekili olarak seçildiğini de ekleyelim!

BAĞIRA BAĞIRA GELEN KATLİAM!

7 Nisan 1978’de PTT yoluyla gönderilen bir pakete yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda, Malatya belediye başkanı Hamit Fendoğlu gelini ve iki torunu ile birlikte yaşamlarını yitirdiler.

Aynı anda iki bombalı paketin daha gönderildiğinin ortaya çıkması ile, bu suikastın büyük çaplı bir “organizasyon” işi olduğu açığa çıkmıştı. Bu bombalı paketlerden birisi Kahramanmaraş’a bağlı Pazarcık’ta CHP İlçe Başkanı Memiş Özdal’a gönderilmişti. Şüphelenen Özdal paketi açmadı ama, PTT memurları meraklarının bedelini hayatlarıyla ödediler.

Nükleer Araştırma Merkezi’nden alındığı ortaya çıkan bombalar ile Ülkü Ocakları arasındaki ilişkinin araştırıldığını Başbakan Bülent Ecevit’in açıklamasına MHP lideri Türkeş, Malatya benzeri “olayların” Erzurum ve Maraş’ta da yaşanabileceği şeklinde karşılık verdi.

Kentte “hırsız” olarak bilinen Ali Koşargelir ile Ahmet Kolutek’in şüpheli hareketleri nedeniyle gözaltına alınması ise, Kahramanmaraş’ta gerçekten de ciddiye alınması gereken hazırlıkların yapıldığını belgeliyordu. Sabaha kadar toplam 34 kişinin gözaltına alındığı 10 Nisan gecesinde otomatik silahlar, mermiler, patlayıcı maddeler ele geçirildi.

Gözaltına alınanların ifadelerinden anlaşılıyordu ki, “Türk Yıldırım Komandoları” ve “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” üyeleri kentte pek çok yerin bombalanması olaylarının da failleridir. Gözaltına alınanlar ayrıca, daha sonra patlatmayı hedefledikleri bir bombanın yerini de gösteriyorlardı: “İstasyon Caddesi üzerindeki caminin avlusuna gömülmüş, etrafı sıvanarak fitilleri dışarıda bırakılmış, patlamaya hazır 5 adet dinamit ortaya çıkarılmıştır.” (Milliyet, 22. 04. 1978)

Aynı gün yayınlanan Cumhuriyet gazetesi kentte görevli bir emniyet mensubunun şu ifadelerine yer veriyordu: “Yapılan soruşturma kentte meydana gelen patlamaların bir provokasyon olduğunu ortaya çıkarmıştır; komandolar, özellikle kendi kuruluşları olan derneklere bombayı atıyorlar, sonra da suçu solcu gruplara yüklemek istiyorlar.”

KATLİAMDA ABD PARMAĞI

Ülkenin bir çatışma ortamına sürüklenmek istendiği ve bunun için ülkücülerin “taşeron” olarak kullanıldığı açıktı. Türkiye’de ülkücü komandoları yetiştiren, Alpaslan Türkeş’in yakın dostu Özbek asıllı CIA görevlisi Ruzi Nazar o günleri şöyle değerlendiriyor: “Moskova’da birileri, Türkiye’de bir iç savaş çıkartıp Sovyet devletinin ömrünü uzatmak istemiş olabilirdi.”

Elbette, delil karartmaya çalışan Nazar’ın şüpheyi kendisi ve hizmet ettiği ABD devletinden uzaklaştırmaya çabaladığı açık. Hele ki, kanlı provokasyonların arkasından hep en yakın dostlarının çıktığını not düşersek, çabasının beyhude olduğu da açığa çıkar.

Ruzi Nazar Kahramanmaraş’ta tezgâhlanan katliam sırasında Münih’teydi ama, başka bir meslekdaşı daha önce buralara uğramıştı. ABD Büyükelçiliği 2. Katibi Robert Alexander Peck Sivas, Amasya, Malatya, Erzurum, Elazığ gibi Maraş’ta da “incelemelerde” bulunmuştu.

Peck’in devlet, iş ve siyaset çevresinden görüştüklerine hep aynı soruları sorması rahatsız edici olsa da, aslında ABD’nin Türkiye ile ilgili kısa dönem stratejisini de açığa çıkarıyordu.

Sorulara muhatap olan Amasya Belediye Başkanı Gündüz Türen anlatıyor: “(1) Amasya’da Sünnilerle Alevilerin oranı nedir? (2) Amasya’da genel nüfusa göre işçilerin oranı nedir? (3) Amasya’da solcu mu daha çok sayısal olarak, sağcı mı? (4) Amasya’daki çatışmalar mezhepsel, etnik ya da sağ-sol çatışmasından mı kaynaklanıyor? “ CIA ajanı Peck hangi şehrimize uğradıysa, orası kan gölüne döndü.

Hızla kanlı bir çatışmanın ortasına çekilen Kahramanmaraş’ta emniyet müdürü kimdi dersiniz? Abdülkadir Aksu!

MEMURLAR VE MİLLİ PİYANGOCULAR!

Aralık ayına gelindiğinde Kahramanmaraş’ta garip bir durum ortaya çıkmıştı. Özellikle Alevi yurttaşların çoğunlukla yaşadıkları mahallelerde “nüfus sayımı” yaptığını söyleyen veya kendisini PTT görevlisi olarak tanıtan “memurlar” dolaşmaya başlamıştı. Bunlar evde yaşayanlar hakkında bilgi topluyor ve evleri kırmızı boyayla işaretliyordu. Sonradan, sadece boya ile işaretlenmiş evleri ateşe verdikleri ve içindekileri öldürdükleri anlaşılacaktı.

Şehirde yaşanan bir gariplik de, otellerde Milli Piyango satıcı olduğunu söyleyen “konukların” varlığı idi. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın hazırlattığı bir raporda şöyle deniyordu: “19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş otellerinde kalan kişilerle ilgili yapılan araştırmada, kent dışından gelen 26 tane seyyar piyango bayii bulunduğu tespit edilmiştir. Kahramanmaraş ilinde yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.”

Bu “piyango satıcıları”ndan bazılarının isimlerini sonradan öğreniyorduk: Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz, İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses.

19 Aralık’ta sinemada patlatılan dinamitlerle halkın kışkırtılması başlatılmıştı. Artık katliama giden yol açılmıştı. Sağduyu sahiplerinin Valiliğe ve güvenlik güçlerine yaptıkları uyarılar, “önlem aldık, bir şey olmayacak” şeklinde yanıtlanıyordu.

Ancak, 20 Aralık’ta Yeni Mahalle’de Akın kahvehanesine bomba atılıyor ve iki kişi ağır yaralanıyordu, 21 Aralık’ta ise, Maraş Meslek Lisesi’nde görevli öğretmenler okul dönüşünde kalleşçe, arkadan saldırılarak öldürülüyorlardı. Türkiye İşçi ve Köylü Partisi (TİKP) üyesi ve devrimci öğretmenlerin örgütü TÖB-DER içerisinde aktif görev alan Mustafa Yüzbaşıoğlu’nun ve Hacı Çolak’ın hedef seçilmesi, provokatörlerin kentte kanlı eylemlere hazırlandıklarını haber veriyordu.

22 Aralık’ta Meslek Lisesi’nden uğurlanan öğretmenlerin cenazeleri Ulu Cami’ye getirilirken korteji durduran polis ve jandarma tarafından pankart sopalarına varıncaya kadar toplanıyordu. Fakat iki yiğit devrimciyi uğurlamaya gelenler Ulu Cami önünde saldırıya uğradığında ise, ortada ne polis kalmıştı, ne de jandarma! Polis hükümet binasına sığınmıştı!

Az sayıdaki jandarma ise, havaya ateş açarak galeyana gelmiş kitleyi dağıtmayı deniyor, ama başarılı olamıyordu. Nisan ayında Memiş Özdal’a gönderilen bombalı paketi PTT memurlarının açması yüzünden uygulamaya geçemeyen kışkırtmanın önü açılmıştı.

Bağlarbaşı cami imamı Mustafa Yıldız, 22 Aralık 1978 Cuma namazında, “Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır” diye vaaz veriyordu.

“Komünistlerin, Alevilerin namazı kılınmaz”, “Komünistler Moskova’ya” diye bağrışan güruh “Allah adına” cenazeye saldırıyordu. Cami önünde bulunan askerler cenazeyi Devlet Hastanesi morguna götürmeyi başarıyordu. Ancak, kışkırtılmış kalabalığın öfkesi dinmiyordu.

Kentteki CHP ve TİKP başkanlıkları, TÖB-DER, DİSK, Tekstil-İş sendikası ve POL-DER temsilcilikleri tahrip edilerek yağmalanıyordu. Mahallelere dağılan kalabalık rastgele insanlara ateş açıyor ve bu saldırılarda 3 kişi ölüyordu.

Vali, Emniyet Müdürü ve Jandarma Alay Komutanı ile görüşen CHP ve TİKP İl başkanları ile kitle örgütleri temsilcileri önlem alınmazsa korkunç olaylar yaşanabileceği endişesini dile getiriyorlardı. Ancak, hepsi ağız birliği ile önlemlerin alındığını, vatandaşların müsterih olmalarını salık veriyorlardı. Halbuki, aynı anda Kahramanmaraş’a katil sürüleri doluşmaktaydı.

Devletin bu “aymazlığı”nı istihbarat ve bilgi paylaşımı eksikliğine bağlayan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, katliamın soğukkanlılıkla planlandığını ortaya koyuyordu: “MİT olayın içinde olmasaydı Maraş’tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi.”

VATANDAŞIN İSYANI:

“Sayın komutanım,

“Kahramanmaraş’ın Yörükselim Mahallesinde oturan bir vatandaş olarak 22.12.1978 günü mahallemizdeki vahşeti sizlere şöyle özetleyebilirim:

“Sabah saat 7.30’da mahallemizi korumak için gelen piyade taburunun başındaki Binbaşı Kemal GÜNDÜZ ve Yüzbaşı Aziz Kamil BİLGUTAY bize, ‘Siz içeri girin, sizin emniyetiniz sağlanmıştır’ diyerek biz mahalle sakinlerini evlerimize tıkadıktan sonra, Yüzbaşı Kamil, askeri arabaya binerek yamaç dağda toplanmış kalabalığın yanına gidip kalabalığın yanındaki sivil araçtan indirilen malzemelerin dağıtılmasına nezaret etti.

“Tekrar mahalleye geldiğinde ‘Kışlayı Aleviler bastı, kışlayı kurtarın!’ diye bir yaygara koparıp taburun kışlaya çekilmesini sağladı. Biz Aleviler vatandaş değil miyiz? İftiralarla bizleri eziyorlar. Çocuklarımızı, kadınlarımızı kesiyorlar. Diri diri mahalledeki çam ağaçlarına çiviliyorlar?

Sayın komutanım, ne olur, Allah rızası için gerekenler hakkında kanuni işlemin yapılmasını ve Yörükselim Mahalle halkının ifadesinin alınmasını, vatandaşlık hakkımızın çiğnetilmemesini; işe ve güce gidemiyoruz. Bizlere bir yol gösterilmesini sizlerden arz ederiz. 17. 01. 1979

Saygılarımla.

Adres : Ahmet GÜDÜCÜ

Yörükselim Mah.

Çeşme Sok. No: 10 (Yusuf oğlu, 1956 doğumlu)”

(Aydınlık gazetesi, 31.01.1979)

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER