ALEVİ BEKTAŞİ KÜLTÜR VE CEMEVİ BAŞKANLIĞI KURULUYOR
GÜNDEMALEVİ BEKTAŞİ KÜLTÜR VE CEMEVİ BAŞKANLIĞI KURULUYOR
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim günü, Hacı Bektaş Velî Dergâhı’ndan sonra, Alevi Bektaşi inançlılar arasında “âsitâne-i sâniye”, yani ikinci pir evi olarak kabul edilen, İstanbul’daki Şahkulu Dergâhı’nda katıldığı cemevleri açılış ve temel atma törenlerinde açıkladığı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı adı altında kurumsal yapı Alevi Bektaşiler arasında geniş yankı buldu.
ALİ RIZA ÖZKAN yazdı... Ulusal Kanal’ın daveti üzerine, Emra Şen’in sunduğu Görüş Alanı programında, ben de konuya ilişkin görüşlerimi açıkladım. Programda konuşan diğer katılımcılar ise, şu isimlerden oluşuyordu: Hüseyin Gazi Cemevi Dedesi Hüseyin Öz, Avrupa Alevi Düşünce Derneği Başkanı İsmet Abbasoğlu ve Ocakzadeler Meclisi Sözcüsü, Dede Ali Timurtaş Özmen. Doğal olarak, herkesin merak ettiği, ilan edilen yeni kurumsal yapının Aleviler açısından bir kazanım olarak değerlendirilmesi konusuydu. Kanaatimce, ilan edilen Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı iki açıdan kazanımdır. Birincisi, devlet açısından bir kazanımdır. Çünkü, Cumhuriyet’in kuruluşunda Şer’iye Vekaleti’nin lağvedilip, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu. Bundan maksat, kanun gerekçesinde de yer aldığı gibi “Din-i mübîn-i İslâm’ın bundan mâ’adâ i’tikâdât ve ibadâta da’ir bütün ahkâm ve mesâhilinin tedvîri ve müessesât’ı diniyyenin idaresi”nin Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmesi idi. Bu kurum, gerekçesinde de belirtildiği gibi, İslâm dairesindeki tüm inançlıların her türlü ibadet ve kurumsal yönetiminden sorumlu idi. Ancak, zaman içerisinde anlaşıldı ki, farklı mezheplerin birbirlerine karşı hakkaniyetini sağlamak için farklı kurumlar içerisinde olmaları gerekiyordu. Nitekim, Mustafa Kemal Atatürk de, bu eksikliği gidermek için, Denizli eski mebusu Bektaşi babası Hüseyin Mazlum Baba’nın oğlu Mümtaz Bababalım’a “Bektaşilik kurumlarının yeni koşullara ve günün gereksinimlerine göre, yeni bir tüzük ile yapılandırarak canlandırılması” talimatı verdi. Ancak, bu girişim günün koşulları içerisinde hayat bulamadı. Alevi Bektaşi inançlılarla ilgili yasal bir düzenleme yapmak için ikinci kez, 1963’te, 4. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in talimatıyla harekete geçildi. Anayasa Komisyonu Başkanı Ord. Prof. Dr. Sıdık Sami Onar’ın gözetiminde hazırlanan yasa tasarısına göre, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir “Mezhepler Dairesi” kurulacaktı. Ancak, bu yasa tasarısı Nurcuların başını çektiği tepkiler karşısında geri adım atan Başbakan İsmet İnönü tarafından geri çekildi. Dolayısıyla, bugün inanç alanında var olan bir yasal boşluğun giderilmesi için harekete geçmek, 100 yıllık bir eksikliği gideren devlet hukuku çerçevesinde bir kazanımdır. Esasen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımı, tek başına yasal bir boşluğun doldurulmasından ibaret değildir. Türkiye Cumhuriyeti, Alevi Bektaşi inançlıları yasal güvenceye alarak, aynı zamanda, Balkanlardan Pasifik’e kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Alev, Bektaşi meşrepli ve Ehl-i Beyt muhibbi Türklerin ve Müslümanların da takdirini alacak ve yeni dostlar kazanacaktır. ALEVİLER HUKUK ZEMİNİNDE MEŞRUİYET KAZANACAK İkinci olarak, yeni düzenleme Aleviler açısından da bir kazanımdır. Çünkü, neredeyse yüz yıla yakın Cumhuriyet tarihinde yasal bir güvenceden yoksun olarak inançlarına bağlılıklarını ve ibadetlerini yürüten Aleviler, böylece hukuksal zeminde meşruiyet kazanmıştır. Kadim Türk gelenek ve inançlarından Koca Ahmet Yesevî’nin açtığı İslâm yoluna doğru yaşanan büyük inanç “macerası”, Hacı Bektaş Velî, Ahî Evran, Şah İsmail Hâtaî ve daha pek çok “erenler”in mayasında pişerek, Türkiye Cumhuriyeti’nde meşru hukuk çerçevesinde bir inanç dairesi olarak kabul görmüştür. Anadolu Selçuklularında ve Osmanlı devletinin kuruluşunda Hacı Bektaş Velî ve Ahî Evran’ın etkilerini biliyoruz. Sonraki dönemde, Mecelle’de Bektaşi Babaları için bir makam ayrıldığı da biliniyor. Ancak, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın yapılandırılması, tarihimizde daha önce karşılaştıramayacağımız bir yasal meşruiyet çerçevesi yaratıyor. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının hukuk önünde eşitliği ilkesinin pekişmesini sağlıyor. Bundan böyle, Alevi Bektaşi inançlıların tüm sorunları artık bir devlet sorunudur ve devlet tarafından çözüme kavuşturulması mecburiyeti yaratılmıştır. Hiçbir siyasi parti, şahıs ve zümre, Alevi Bektaşilere kendi öznel politik kanaatlerine veya inançsal aidiyetine göre davranamaz. CEMEVLERİ KÜLTÜR YUVALARIDIR Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyete geçirileceğini açıklaması kimi çevrelerde de tepki topladı. Tepki gösterenlerin önde gelen gerekçesi, bu kurumun Kültür ve Turizm Bakanlığı içerisinde yapılandırılması idi. Ancak, Aleviler içerisinde yayılmasına gayret edilen bu gerekçeyi anlamak mümkün değildir. Cumartesi günü Garip Dede Dergâhı’nda biraraya gelerek bir protesto açıklaması yapan örgüt yöneticileri, iki yıldır süren çalışmalarda ilk olarak gündeme gelen Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir yapı fikrine şiddetle karşı çıkan ve o dönem bildiriler kaleme alan aynı kişiler değil midir? Daha sonra gündeme gelen, İçişleri Bakanlığı çatısı altına alma fikrine de, aynı şiddetle karşı çıkanlar, yine aynı yöneticiler değil midir? Peki soralım: Acaba, bu yöneticilerin kendi kurumsal yapı önerileri var mıdır? Yoktur! Sadece, “istemezük” ile ifade edilecek bir tepki olamaz. Bu yöntem, Alevilerin bir kazanım elde etmesini sağlayacak bir yöntem değildir. İkinci olarak, kimi tepkilerin “cemevlerinin kültür evi değil ibadethane” olduğu vurgusu ile ifade edilmesi ise, bu tepkilerin objektif ve samimi olmadığını ortaya koyuyor. Çünkü, ilan edilen kurumun adı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı! Yani, Cemevleri ibadethane olarak doğrudan kurumun isminde belirtilmiş. Tek başına “kültür başkanlığı” yazılması söz konusu olmadığı halde, kimi “algı operatörleri”nin cemevlerinin kültür evine indirgendiği iddiası ile tepki devşirmeye kalkışması mesnetsiz olduğu kadar da gülünç! Ancak, şunu da önemle belirtmem gerekir ki, cemevleri, evet aynı zamanda kültür evleridir de! Biz cemevlerimizin tek başına ibadethane olarak kalmaması, aynı zamanda birer kültür yuvalarına dönüştürülmeleri için her zaman çaba gösterdik. Bu konuda en önemli delilimiz ve örneğimiz ise, “mescid-i nebevî” olarak bilinen, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in ibadetini yerine getirdiği alanın da, sadece ibadetle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir işleve sahip olmasıydı. Cemevi yapmak için bir araya gelen Alevi inançlılara onlarca yıldır mescid-i nebevî örneğini verdik ve cemevlerini kültür evi, aş evi, derslik, öğrenci yurdu ve sair ihtiyaçlara cevap verecek şekilde düzenlemelerini tavsiye ettik. Bugün, Alevilik adına ortaya çıkan birilerinin “cemevleri ibadethanedir” şeklinde slogan atarak toplumsal tepki örgütlemeye girişmeleri, her şeyden önce Alevi inançlı insanların iman ilkesine aykırıdır. İstedikleri kadar çarpıtsınlar, demagoji yapsınlar; duvara değil, didara secde etmekten vaz geçmeyiz ve cemevlerini duvara çevirmeye kalkışan bir zihniyete de teslim olmayız. Üstelik, “kültür” kelimesi üzerinden bu tepkileri yaymaya kalkışan federasyonların 3 tanesi kendi isimlerinde sıfatlarını kültür olarak tanımlıyorlar: Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri, Alevi Kültür Dernekleri ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı! Allah aklı versin, vesselâm! PROTESTO ETTİKLERİ KENDİ CEMEVLERİ! Durun, bitmedi! Daha da vahim bir durum var! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şahkulu Dergâhı’nda faaliyete açtığı ve temellerini attığı cemevlerinin içerisinde bu “tepkili federasyonlar”ın da üyeleri de bulunuyor! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma yaptığı sırada çekilmiş resimlere bakarsanız, arkasındaki panonun alt sol başında Cem Vakfı’nın, soldan üçüncü olarak da Alevi Kültür Dernekleri amblemlerini göreceksiniz. Cem Vakfı, “tepkili federasyonlar”dan birisi olan Alevi Vakıflar Federasyonu üyesi. AVF’nin mevcut başkanı Haydar Baki Doğan ise, Cem Vakfı’nı temsilen AVF YK üyeliğine ve başkanlığına seçildi! Cumhurbaşkanı Erdoğan, işte “tepkili” AVF Başkanı ve Cem Vakfı temsilcisi Haydar Baki Doğan’a bağlı bir şubenin temelini attı! Daha önce Valilik ile Cem Vakfı arasında yapılan protokol ile, Kırklareli’nde kadim bir Alevi Bektaşi Dergâhı’nın bulunduğu alanda yeni bir cemevi inşa edilmesi kararlaştırılmıştı. Öte yandan, Muharrem ayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuk olduğu Hüseyin Gazi Cemevi Vakfı’nın da Alevi Vakıflar Federasyonu üyesi olduğunu belirtelim. Üstelik, AVF Başkanı Haydar Baki Doğan, kendisine bağlı cemevinin kapısında, aynı “tepkili ekibin” hazırladığı protesto metnini, kendi şubesine karşı okumaya memur edilmişti! İkinci örneğimiz ise, Erzincan’ın Kemah ilçesinde açılışı yapılan cemevi. Bu kurum Alevi Kültür Dernekleri Federasyonu’nun şubesi! Alevi Vakıflar Federasyonu ve Alevi Kültür Dernekleri Federasyonu, Şahkulu Dergâhı’nda düzenlenen töreni protesto edip, ilan edilen kurumsal yapıyı reddederken, kendilerine bağlı cemevlerinin temelini Cumhurbaşkanı Erdoğan atıyor ve hizmete açıyor. Bu nasıl bir gaflet hâlidir, anlayan beri gelsin! Bu kadar tutarsızlık, ilkesizlik içerisinde, yukarıda değindiğimiz mesnetsiz gerekçelerle protesto ediyor görüntüsü vermek, her şeyden önce, Alevilerin aklı ile alay etmek anlamını taşımaktadır. TÜRK VE DEVLET DÜŞMANLARI ALEVİLERİN SORUNLARINI ÇÖZEMEZ! “Tepkili ekibin” Alevilikle ilgili sorunu tanımlamaya girişmeleri, Alevi toplumuna ne kadar yabancı, marjinal bir köşeye ait olduklarını da ortaya çıkarıyor. Bildiride aynen şöyle deniliyor: “Alevilerin sorunları, doğrudan negatif ayrımcı esaslara ve siyasal rejimin ihtiyaçlarına göre yapılandırılmış ve kronik hale gelen sorunlardır.” Bu ifade, öncelikle Anayasa’da tarif edilmiş olan Türkiye’nin siyasal rejimi olan laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini hedef alıyor. Bu ifadeye göre Alevilerin sorunları “doğrudan negatif ayrımcı esaslara göre yapılandırılmış” sorunlardır. Siyasal rejim ve “yapılandırılmış sorun” kavramları devletin ayrımcı bir hukuk/içtihat oluşturduğu iddiası taşır. Bu iddiaya göre, durumu düzeltmek de, ancak devletin siyasal reimini değiştirmekle mümkündür! Fikri takip yaparsak, bu ifade ile ancak karşı-devrim yaparsınız. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’da belirlenen siyasal rejimini değiştirmek, ancak karşı-devrimle mümkündür! Bu “tepkili ekibin” peşlerine takacakları birkaç masum Aleviyi hangi kışkırtmalara alet etmeyi hedeflediklerini anlamak için bir örnek daha vereceğim. 7 tepkili federasyonun Şahkulu Dergâhı’nda yapılan açıklamaları protesto amacıyla kaleme aldıkları bildirinin sonunda şu ifadeler yer alıyor: “Bilinmelidir ki, bizim tarihimiz Cumhurbaşkanının zikrettiği gibi, Malazgirt’ten, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan ve yaşadığımız toprakları daima boş bir toprak kabul eden, bu toprakların insanlarını Malazgirt’ten itibaren yok sayan militarist bir tarih değildir.” Alevilerin sorunlarıyla ne ilgisi var, bu cümlenin? Bu bildiriye imza atan 7 federasyonun, “bu toprakların insanlarının Malazgirt’ten itibaren yok sayıldığı” iddiasını ortaya atmalarında maksat nedir? Esasen, Ermeni ve Yunan mikro faşistlerinin ve Avrupa’daki hristiyan köktendincilerin Türklerin Anadolu’daki varlığı ile ilgili sorunları olduğunu biliyoruz. Türkler dışındaki etnik toplulukların “yok sayıldığı” iddiası, şu sıralar örneğin Yunanistan’da “1912-2022 Küçük Asya Felaketi’nin 100. Yılı” başlığı altında köpürtülüyor! Barış içinde komşuluk sürdürmemiz gereken kimi etnik toplulukların ve hristiyan köktendincilerin Türk düşmanlığı yapmak için kullandıkları terimleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sözde eleştiri olarak yöneltmenin Alevi toplumuna ne faydası olacağı konusunda bu 7’li ekibin bir cevap vermesini bekliyorum. Ya da, bu cevabı öğrenmek için, tepkili ekibin üyelerinden ve aynı zamanda “Aleviler ateşe tapar” iddiasının da sahibi ADFE Başkanı Celal Fırat’ın sebebi bilinmeyen bir ziyaret amacıyla şu anda bulunduğu ABD’den dönmesini mi bekleyelim?İlginizi Çekebilir