ALEVİLİKTE AHİRET İNANCI YOK MUDUR?
OCAKLARALEVİLİKTE AHİRET İNANCI YOK MUDUR?
Beden ve Ruh
Alevî inancında insan, maddî ve manevî olmak üzere iki boyutta değerlendirilir. İnsan, Alevîliğe göre ne bir kuru beden ne de yalnızca bir ruhtur. Maddi ve manevî boyutları ile insan, mükemmel bir bütündür. Bu iki boyut birbiri ile çelişmez, aksine birbirini tamamlar. İnsanın maddî boyutu bedeni tarafından temsil edilir. Beden topraktan yaratılmıştır. Ayrıca insanın diğer canlılarla paylaştığı özellikler bu boyutta değerlendirilir. Yemek, içmek, uyumak, yürümek... gibi. İnsanın manevî boyutu ise insanı hayvanlardan ayıran ruhi ve ahlaki özellikleridir. Bu iki boyut insana geçici bir süre için verilmiş ve insanoğlu bir tercih yapmak zorunda bırakılmıştır. Bu tercih, ahlaki erdemlerle veya hayvani isteklerle yaşama arasındadır. Eğer insan hayvani veya şehevi istekleri ile hareket edip, dünyevi nimetlere bağlanırsa, zillete düşer. Bunun aksine hareket edip, dünyevi nimetlerden ihtiyacı kadarını alır, fazlasını da uygun yerlerde harcarsa ve ahlaki ilkelerden taviz vermeden bu ilkeleri bir davranış biçimine dönüştürürse izzetle yaşamayı öğrenir. Ben gibi gariplerin teşkil ettiği bir başka grup ise ortalarda gezinecek ve gelgitler arasında hayata devam edecektir.Ruh Bedenden Ayrıdır
Alevîlik inancında ruh bedenden ayrıdır; ama mutlak manada birbirinden bağımsız değildir. Yani, ne beden ruhtan ve ne de ruh bedenden neşet etmiştir. İkisi de farklı şeylerdir. Fakat ruh ile beden ilişki içindedir de. Ruh bedenin taşıyıcısıdır. Bu bakımdan bedenin hareket etmesi ruhun varlığına bağlıdır. İnsan yaşarken bütün bedeni fonksiyonlarını yerine getirir; fakat öldüğünde, yani ruh bedeni terk ettiğinde bütün fiziki fonksiyonlar sona erer. El kalkmaz, burun koklamaz, göz görmez, ağız yemez... Ruh ile bedenin ayrı olduğuna bir diğer delil de rüya hâlidir. Ehl-i Beyt imamlarının altıncısı olan İmam Cafer-i Sâdık (a.s) ile Hintli bir adam arasındaki bir sohbette bu konu ele alınır. İmam Sâdık, Hintli adama şöyle der: -İnsanlar uykudayken hem ağlarlar hem gülerler değil mi? -Evet, çoğu zaman öyle olur. -İnsanlar uykuda hem sevindirici hem de korku veren şeyler görürler değil mi? -Evet, bu da çok kere insanın başına gelir. -İnsan bazen uykuda lezzetli bir yemek yer, güzel bir kokuyu koklar değil mi? - Bu da çok defa olur. Hintli adamın bu cevabından sonra İmam Sâdık şöyle der: -Peki bu gülen, ağlayan, güzel tablolar ve korkunç olaylar gören, zevk alan, üzülen ve lezzetli yemekler yiyen kimdir? Eğer bedendir diyecek olursan, beden bir yerde uzanmış, gözleri kapalı, dili de ağzında hareketsiz duran varlık değil mi? Bunun üzerine Hintli adam komik bir cevap verir: -Uykuda gördüğümüz bu şeylerin hepsi hayaldir, serap gibidir. Uyandığımızda gördüklerimizin hiçbir izine rastlamayız. -Sen hiç rüyanda cima ettiğini (cinsel ilişki) görmedin mi? -Evet. -Uyandığında bu rüyanın etkilerini ihtilam (düş azması) şeklinde görmedin mi? Adam, yine ‘Evet’ demek zorunda kalır.Ruh Bedenin Yansıması mıdır?
Bazıları şöyle bir iddia ortaya atmaktadırlar. Bu iddiaya göre, ruh bedenin yansımasıdır. Nasıl ki bir saat düzenli bir şekilde çalışıyorsa, insan vücudu da tıpkı bunun gibidir. Hâlbuki bu görüş temelden yanlış olup, insan vücudunu bir makine gibi görme yanlışından kaynaklanmaktadır. Mesela bir saat bozulduğunda, bir elemanı kırıldığında çalışamaz duruma gelir. Bu kırılan elemanı değiştirdiğimizde, saat yeniden çalışır duruma gelir. Ama insan tamamen farklıdır. Çünkü insanın hayati önem taşıyan bir organı işlevini tamamen kaybettiğinde artık insan hayata geri dönemez. Yani saatte gerçekleşen durum, insanda gerçekleşmez. Pir Sultan, şöyle buyurmaktadır: “Mürşidin nazarı, müşkülü seçer, Kâmil olan talip, sıratı geçer, Can kuşu kafesten akıbet uçar, Tenden uçan candan rehber isterler.” Nitekim son zamanlarda rüya, telepati, hipnotizma, ruhlarla ilişki gibi olaylar üzerinde yapılan araştırmalar, ruhun bağımsızlığının pozitif ispatları olarak karşımıza çıkmaktadır.İnsan Ahirete Neden İnanır?
İnsanı ahiret gününe, sorgu-suale, cennet-cehenneme vs. inanmaya teşvik eden birçok neden vardır. Bunları iki grupta toplamak mümkündür. a- Akli sebepler: Bu dünyadan sonra, başka bir hayatın olmadığına inanmak, doğal olarak bu hayatı anlamsızlaştırır. Böylece iyi ve kötü kavramları ortadan kalkar. Herkes kendi çıkar, heves, eğilimlerine göre hareket eder. Hak ve adalet kalmaz. Öyleyse burada ahirete iman etmenin insan hayatındaki iki rolü ortaya çıkıyor. Birincisi ölümü bir yok oluş gören insanda hayatın anlamsızlaşması; ikincisi ise kişilerin kendi istek, çıkar ve eğilimleri neticesinde başka insanların haklarına göz dikmeleri ile toplumsal kargaşanın meydana çıkması. b- Fıtri sebepler: İnsan yaratılışı gereği bazı şeyleri sever, bazı şeyleri sevmez. Yok olmak da insanın fıtratı gereği, sevmediği ve her aklı başında insanın sevemeyeceği bir duygudur. Çünkü insan yok olmak istemez; aksine yaşamak, var olmak ister. Bazı insanların kendi adlarına kamunun faydalanacağı eserler bırakmaları ve bu yolla adlarını bu dünyada bırakmak istemeleri, insanın ölümsüzlük isteği ile açıklanabilir. Burada ölümden sonra dirilme veya yeni bir hayata başlama bilinci de zeki okuyucunun hemen anlayacağı gibi, insanın fıtratından kaynaklanmaktadır. Nitekim, bu inancın tarih boyunca bütün toplumlarda ve kesintisiz şekilde görülmesi, ahiret inancının yaratıcı tarafından insanın doğasına yerleştirildiğini göstermektedir.Ölüm
Ölüm nedir? Bu sorunun cevabı genel anlamda çok basit. Ölüm, bedenin faaliyetlerini yitirmesi, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Felsefi anlamı için ise çok şey söylenmiştir. Bu alanda fikir beyan edenlerin bir kısmı ölümün bir yok oluş, bir diğer kısmı ise ölümün yeni bir başlangıç olduğunu söylemişlerdir. Acaba ölüm bir başlangıç mıdır, yoksa bir bitiş, yok oluş mudur? Alevîlikte, ölüm bir yok oluşu değil, yeni bir başlangıcı temsil etmektedir. Ölüm, diriliştir. Pir Sultan güzel bir şiirinde bu düşünceyi şöyle dillendirmektedir: “Dünya benim deyip göğsünü germe, Dünya kadar malın olsa ne fayda. Söyleyen dillerin söylemez olur, Bülbül gibi dilin olsa ne fayda. *** Kurtulmazsın Azrail’in elinden, Bir gün olur çıkarırlar evinden, Allah’ın ismini koyma dilinden, Dünya kadar pulun olsa ne fayda. *** Sen de dersin söz içinde sözüm var, Çalarsın çırparsın oğlum kızım var, Senin surda üç beş arşın bezin var, Bütün dünya malın olsa ne fayda. *** Yalan söyler kov gıybetten geçmezsin, Helâlini haramını seçmezsin, Kesilir nasibin sudan içmezsin, Akar çaylar senin olsa ne fayda. *** Pir Sultan’ım çökse otursa, Küll-i günahlarım alsa getirse, Dünya benim diye çekse getirse, Dünya sana baki kalmaz ne fayda.” Pir Sultan, yine bir şiirinde ölümü, ‘Hakka ulaşmak’ olarak görmektedir. “Pir Sultan’ım bir gün gider Er olan ikrarın güder Ceset bunda seyran eder Çün Hakka ulaştı gönül.” Çoğu düşünür ve filozof, ölümü bir bebeğin annesinden doğmasına benzetir. Nasıl ki bir bebek anne rahmindeki yaşama alıştığından annesinin karnından çıkmak istemezse, insanlarda bu dünyadaki yaşama alıştıklarından ondan ayrılmak istemez. Nasıl ki bebek annesinin karnını terk ettikten sonra daha geniş bir mekan ve daha kapsamlı bir yaşama geçiş yapıyorsa insan da öldükten sonra daha geniş bir mekan ve daha kapsamlı bir yaşama adım atmaktadır.Ölümün En Güzeli: Şahadet
Ehl-i Beyt İmamlarından üçüncüsü olan İmam Hüseyin, bir keresinde şöyle buyurmuştur: “Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa, Allah yolunda öldürülmek daha güzeldir.” Pir Sultan ise bir şiirinde şöyle demektedir: “Hakkı seven aşık geçmez mi candan Korkarım Allah’tan korkum yok senden Ferman almış Hızır Paşa sultandan Pir Sultan’ı asayım, deyü”Berzah Alemi
Berzah, insanın ölümü ile kıyamete kadar olan zamandır. Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim, der, lütfen beni geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım.’ Hayır! Onun söylediği bu söz laftan ibarettir. Onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.”[1] Bize değişik kanallarla ulaşan rivayetlerden öğreniyoruz ki Ehl-i Beyt İmamları berzah konusunu en kapsamlı şekilde açıklamışlardır. Hz. Ali, Cemel Savaşı’nın sonunda atı ile ölenlerin arasında dolaşıyordu. Bu sırada Ömer bin Hattab’ın zamanında Basra kadılık makamına atanan ve Cemel Savaşı’nda Kur’an-ı Kerim’i boynuna asıp, kendisine karşı savaşan Kaab bin Sure’nin cesedini gördü. Hz. Ali onu oturtmalarını emretti ve ona şöyle dedi: - Ey Kaab! Ben Allah’ımın vaadini hak buldum; sen de Allah’ının vaadini hak buldun mu? Daha sonra onu yatırmalarını buyurdu. Hz. Ali, Talha’nın cesedine de aynısını yaptı. Bu arada birisi Hz. Ali’ye şöyle dedi: - Seni duymadıkları hâlde bu işi yapmanın yararı nedir? Hz. Ali ise cevaben şöyle buyurdular: - Allah’a andolsun ki her ikisi de sözümü duydu; Bedir’de ölenlerin, peygamberin sözünü duydukları gibi…Kabir Hayatı
Alevî inancında insan ölüp toprağa gömüldükten sonra kıyamet gününe kadar sürecek olan kabir hayatı da başlamış olur. Bu süreçte ilk önce ‘insanın canı geri döner.’ Daha sonra Nekir ve Münker adlı iki melek gelerek, insana bazı sorular sorarlar. On İki İmamların dördüncüsü olan İmam Zeynel Abidin şöyle buyurmaktadır: “Ömrün tükenir tükenmez, ölüm meleği Azrail canını alır, kabre yalnız girersin. Canın sana tekrar geri döner. Münker ve Nekir adlı iki melek seni sorguya çekmek ve sıkı imtihana tâbi tutmak için aniden habersiz olarak yanına gelirler. Biliniz ki onların ilk soruları, taptığın Rab’den, sana gönderilen peygamberden, inandığın dinden, okuduğun kitaptan, itaat ettiğin imamdan, ömrünü nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp, nerede harcadığından olacaktır.” Demek ki insana öldükten sonra sorulacak sorular şunlar olacaktır: Taptığı, ibadet ettiği Rab İnandığı peygamber Dini Bağlı olduğu kitap İtaat ettiği İmam Ömrünü nerede geçirdiği Malını nasıl kazandığı Malını nasıl harcadığı Pir Sultan kabir hayatını, meleklerin soru sormasını şu mısralarla anlatmaktadır: “İki melek gelir sual sorarlar Döker hurcunu da gevher ararlar Bir kılın üstüne köprü kurarlar Geçemezsin Hakk’a kul olmayınca” *** “Enel Hakk dedikte çekildik dara Adap, erkân bize doğru yol oldu Sorgucular geldi, sual sormaya Yardımcımız Şah-ı Merdan Al’ oldu” *** “Yeyip yediren bir adem Eksik etmez bari Hüdam Gök ekin misali adem Onu eken, biçer bir gün” İmam Cafer-i Sâdık, kabir hayatı ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: “Kabir hayatını inkar eden bizden değildir.”Kıyamet ve Yeniden Diriliş
Kıyametin kopması birçok kişi için bir hayal veya fantezi olabilir, ama kıyamet, biliminsanlarının da üzerinde durduğu gibi, kapalı evren modeline göre bir gün mutlaka kopacaktır. Kıyametin kopması hakkında Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet vardır. Kıyamet hakkında tasvirler bulunur. İnsanların, dünyanın, yıldızların,... ne hâle geleceği uzunca anlatılır. Birkaç örnek: “Ne babanın evladı, ne de evladın babası namına bir şey ödemediği gün”[2] “Yıldızların ışığının söndürüldüğü, gök kubbe yarıldığı, dağlar ufalanıp-savrulduğu ve peygamberlerin vakti tayin edildiği zaman”[3] “Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte kişi o gün kardeşinden, annesinden, eşinden, ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.”[4] “ve onların hepsi Kıyamet günü O’na ‘yapayalnız, tek başlarına’ geleceklerdir.”[5] Yeniden diriliş hakkında da Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet bulunmaktadır: “Diyecekler ki ‘Bizi tekrar hayata kim döndürecek?’ De ki ‘Sizi ilk kez yaratan.’ Bunun üzerine alaylı alaylı bir tarzda başlarını sallayarak ve ‘Ne zaman olacakmış bu?’ diyecekler. De ki: ‘Yakın olsa gerek.”[6] asır Alevî şairlerinden Havasî, bir şiirinde kıyamet inancını şu şekilde anlatmaktadır: “Arzu kıl mülk-i bekâyı hoş bu dünyadan ahiret Ne var bunda kamu anda koçarsın hur’ ile cennet” Kıyamet Günü Şefaat Alevîlikte şefaat, bir kişinin günahlarının bağışlanması için başka birinin (Peygamberler, On İki İmamlar) aracı olması demektir. Şefaat edilecek kişiler İslâm’ı layığı ile yaşamaya çalışan, fakat dünyada iken, bazı hatalar yapmış insanlar olmalıdır. Şefaat ancak Allah’ın bir lütfudur; Allah’ın iznine bağlıdır. Şefaat inancı Alevî edebiyatında yerini bulmuştur. Pir Sultan’dan bir dörtlük okuyalım: “Pir Sultan’ım dertlere derman Ayrılık elinden hâlim pek yaman Şefaat etmeye On İki İmam Ben seni Ali’nin yoluna saldım” Yine bir başka şiirde şöyle buyurmaktadır: “Pir Sultan’ım derdim ziyade İçilir mi yarsız yad ile bade Yar odur ahrette şefaat ede Sâdık yar insanı yola getire” Ehl-i Beyt’in şefaatine nail olabilmek için onlara muhip olmak gerektiğinin şart olduğunun altını çizen Müdamî şöyle der: “Yürü ey Sabit Müdamî, muhibb-i Ehl-i Beyt ol kim Şefaat eyleye ceddin sana lütf-i Hûda ile”Cennet ve Cehennem
Alevî inancında, iyilik yapanlar cennete, kötü işler yapanlarsa cehenneme gidecektir. Nitekim Alevî imamlarının onuncusu olan İmam Ali Nâki, şöyle buyurmuşlardır: “Allah, dünyayı imtihan yeri, ahireti ise netice evi yapmış ve dünyanın imtihanını ahiret mükafatının sebebi kılmıştır.” a- Cennet: Cennet, ahiret yurdunda iyilik yapanların mükafatlandırılacağı yerdir. Nitekim Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “İşte böyleleri için, yaptıklarına karşılık olarak nasıl bir mutluluk saklandığını kimse bilemez.” Ayrıca Kur’an’ın değişik yerlerinde cennet anlatılırken, cennette kin, savaş, haset, hınç olmadığına, herkesin kardeşçe geçineceğine, hiç kimsenin zahmete düşmeyeceğine değinilmiştir. Yine temiz ve ihlaslı kulların cennete gireceğine, orada azametle yaşayacaklarına, onlara saygı gösterileceğine işaret edilmiştir. Alevî edebiyatına kısa bir göz atarsak cennet ile ilgili binlerce örnek bulabiliriz. Bunlara birkaç örnek verelim: “Açıldı Cennet kapısı Lâl ü gevher yapısı Kıldan incedir köprüsü Seçebilirsen gel beri” *** “Pir Sultan’ım güle gel güle Amelin var ise o gelir bile Müminler Cennette hem güle güle Orda münafığa yer bulunur mu?” *** “Sabırdır farz ile sünnet Sabrın makamı Cennet Sabırdır Ali Muhammed Sabreyle gönül sabreyle” b-Cehennem: Dünyada kötülük yapanların, ahirette cezalandırılacağı yerdir. Kur’an’da belirtildiği üzere onlar orada ebedi kalacaklardır.[7] Ateşe atılacaklar ve derileri kavrulacaktır.[8] Cehennem en büyük ateştir.[9] Cehennemlik kişiler irinli su içecektir.[10] Hümeze Suresi’nde ise “Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir” der cehennem için. asır Alevî şairlerinden Kul Budala şöyle der: “Kul Budala’m cehennemin ateşi Rehbere bağlıdır talibin başı Hile ile yola çıksa bir kişi Onu cehenneme tık’etsin dedi” [1] Muminun/99-100 [2] Lokman/33 [3] Mürselat/8-11 [4] Abese/33-37 [5] Meryem/95 [6] İsra/51 [7] Teğabun/10 [8] Müderris/27 [9] A’la/12 [10] İbrahim/16İlginizi Çekebilir