© Alevi Ocağı

ALEVİLİKTE HIZIR ORUCU VE LOKMASI

ALEVİLİKTE HIZIR ORUCU VE LOKMASI

Hasan Çelik yazdı... E-posta: hasancelikkafkas@gmail.com İslâmiyet’in en zengin tasavvufi yorumlarından biri olan Alevilikte hiç bir ibadet tesadüfi olarak doğmamıştır. Tüm ibadet ve inanç unsurlarının arkasında ya tasavvufi bir yorum ya da Kurʼânʼi bir hakikat vardır. Aleviliğin en temel ibadeti olan cem ibadetlerinde de bunu açıkça görebilirsiniz.  Örneğin şeriat kapısında su ile temsil edilen ‟abdestˮ, tarikat, marifet ve hakikat kapılarında daha derin tasavvufi anlamlara taşınarak uygulanır ve yaşatılır. Şeriat kapısında bedensel bir takım durumlarda bozulabilen abdest, tarikat kapısında bedeni hudutları aşar, marifet kapısında anlamını yaşar ve hakikat kapısında da bozulamayacak kadar olgunlaşır... Alevilikteki abdestten maksat şudur ki: El, helali kazanmak ve çalıp çırpmaktan men edilmekle; bel, başkasının namusuna zarar vermemekle; dil, yalandan, dedikodu ve tüm riyakâr işlerden men edilmekle ancak abdestini tutar. Örneğin, ayaklar harama yürütemez ve gözler de nefse hizmet edemez!.. Bütün bedeni uzuvlar ancak “Allah’ı bilmek ve O’na hizmet etmekle” abdestlerini tutarlar. Onun için Alevilikte yola kabul edilen talipler ikrâr verirlerken aldıkları abdesti bozamazlar! Bu manevi abdest bir kere alınır ve bozulmasına da “yol” asla razı olmaz. Pir Sultan Abdal’ın bir nefesinde ifade ettiği gibi: Alınmış abdestim aldırırlarsa, Kılınmış namazım kıldırırlarsa, Siz de Şâh diyeni öldürürlerse, Ben de bu yayladan Şâh’a giderim. diyerek, alınan bu abdestin bir kere alınacağının ve bozulmasına da müsaade edilmeyeceğinin anlamı vurgulanır. *** Aleviliğin, Kurʼân-ı Kerimʼde ki ayetlere dayandırdığı ibadetlerinden biri de Hızır Orucu ve o oruçla eşleşen Hızır Lokmasıdır. Sözü fazla uzatmadan, inancın içinde ki tarihsel anlatımı ve Kurʼân-ı Kerimʼde ki İnsan (Dehr) Suresinde karşılığını bulan Hızır Orucunun çıkış noktasını şöyle ifade etmek istiyorum: İmam Hasan ve İmam Hüseyin her gün gidip dedeleri Hz. Muhammed Mustafa’yı (sav.) ziyaret edip ellerini öperlerdi. Bir gün ikisi de aniden hastalanır. Haberi alan Hz. Muhammed (sav.) Efendimiz torunlarını ziyarete gider ve Hz. Fatıma’ya “Çocukların nesi var?” diye sorar. Hz. Fatıma’da “Çok ateşleri var ya Kutlu Atam” der. Bunun üzerine Hz. Resul, “Kızım sadaka verin” der. Ancak Hz. Fatıma’da “Bizim sadaka verecek bir şeyimiz yok ki?” diye cevap verir. Hz. Resul’de “O vakit oruç tutun Ya Fatıma” der ve Hz. Ali’ye de nezir tutmalarını önerir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’da üç gün nezir orucu tutmaya karar verirler. Orucun birinci günü, arpadan yapılan ekmeklerle oruçlarını açmak üzere olan Hz. Ali Efendimiz ile Fatıma Anamızın kapıları çalar. Kapıyı açtıklarında karşılarında duran kişi; “Ey Ehl-i Beyt, ben bir garip yetimim ve karnım aç, Allah rızası için karnımı doyurun” der. Yetimin hâlini gören Hz. Ali ve Hz. Fatıma, sofralarında ki ekmeği o yetime verirler ve sadece su ile oruçlarını açarlar. Orucun ikinci günü yine iftar vakti kapıları çalar ve bu kez de yoksul olduğunu söyleyen bir kişi; “Ey Ehl-i Beyt, ben bir yoksul kulum ve karnım aç, Allah rızası için karnımı doyurun” der. Bu kez de ekmeklerini o yoksula veren Hz. Ali ve Hz. Fatıma, su ile açtıkları oruçlarına devam ederler. Üçüncü günü iftar vaktinde de bu kez bir esir kapılarını çalar ve yine “Ey Ehl-i Beyt, ben perişan bir esirim ve karnım aç, Allah rızası için karnımı doyurun” der. Hz. Ali ve Hz. Fatıma sofralarında ki son dilim ekmeği de bu esire vererek yine sadece su ile iftar ederler. Orucun dördüncü günü Hz. Ali, Hz. Fatıma’ya “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sorar. Hz. Fatıma’da “Evde yiyecek yok, annemden kalma altı dirhem param var, onları bozdur da eve yiyecek bir şey al” der. Hz. Ali dirhemleri alır ve çarşıya doğru yürümeye başlar, bu esnada iki kişinin kavga ettikleri görür ve “Neden kavga ettiklerini” sorar. Birisi “Bu arkadaştan altı dirhem alacağım var ama vermiyor ve borcunu inkâr ediyor” der, diğeri de “Borcumu inkâr etmiyorum, param olunca ödeyeceğim” diye kendini savunur. Bunun üzerine kavganın büyümesini istemeyen Hz. Ali, altı dirhemi alacaklı olan tarafa verir. Elindeki dirhemleri de yitiren Hz. Ali evine doğru dönerken bir adam kendisine yaklaşır ve “Ya Ali bu deveyi sana satayım, sen al” der. Hz. Ali’de “Benim hiç param yok, deveyi nasıl alırım?” diye cevap verir. Adam da “Paran olunca verirsin merak etme” diye cevap verir ve devenin yularlarını Hz. Ali’nin eline sıkıştırıp oradan uzaklaşır. Tam eve yaklaşmışken bu kez de başka biri karşısına çıkar ve Hz. Ali’nin çektiği deveyi almaya talip olur ve Hz. Ali’de o deveyi o adama satar. Böylece hem devenin borcunu öder hem de evine bir kaç lokmalık yiyecek alır. Bu şekilde oruçlarını tamamlayan Hz. Ali ve Hz. Fatıma, evlatları Hz. Hasan ve Hüseyin’i de alarak Hz. Resul’ün huzuruna varırlar. Her şeyi bilen Hz. Resul onları görünce ağlar ve “Ya Ali bugün deveyi Cebrâil’den alıp yine Cebrâil’e sattın ve üç gün boyunca kapınıza gelen Hızır Aleyhisselâm’ı da kızım Fatıma ile birlikte karşıladınız ve onu da aç göndermediniz” diyerek onlara sarılır. O anda Cebrâil gelerek İnsan (Dehr) Suresinin ilgili ayetlerini söyler: “Onlar verdikleri sözü tam bir biçimde yerine getirirler ve kötülüğü salgın olan bir günden korkarlar (7). Yoksula, yetime ve esire, yemeği şöyle diyerek seve seve yedirirler: Biz size yalnız Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık da bir teşekkür de beklemiyoruz (8-9)”. *** Çıkış noktasını bu tarihsel hâdiselerden alan ve Alevilikte Hızır Orucu olarak karşılık bulan bu ibadet, yaygın bir uygulama olarak ve bölgesel tarihler değişmekle birlikte her yıl 15 Ocak ile 15 Şubat tarihleri arasında (oruç bitiminin Perşembe gününe denk gelecek şekilde) tutulmaktadır. Bu bir aylık süre “Hızır Ayı” olarak da adlandırılmaktadır. Anadolu’da sık sık kullandığımız bir deyim olan “Her geceyi Kâdîr, her geleni de Hızır bil!” deyimi işte bu hâdisedeki derin anlamları barındırmaktadır. Çünkü kimde ne cevher vardır, gönül perdesinin ardında ne gizlidir, bunu ancak Allah bilebilir. O yüzden insanları dış görünüşleriyle değil, yürekleriyle değerlendirmek gerekiyor. *** Hızır Orucu tutulurken yapılan Hızır Lokması da bu inancın toplumsal yaygınlıkla yaşatılıyor olmasının bir ifadesidir. Alevi canların geleneksel elbiseler giydirdikleri ve beyaz sakallarıyla Hazreti Hızır’ı temsil eden bir kişi, beraberinde ki kamberlerle kapı kapı dolaşarak lokmalar toplar. Gücü yeten, gücü ölçüsünde; unundan, bulgurundan, yağ ve şekerinden Hazreti Hızır’a lokma verir. Toplanan bu yiyecekler de özellikle ihtiyacı olan bir eve veya evlere o gece teslim edilir. Şayet ortak karar alınmışsa da o gıdalarından halkın tabiriyle “kömbe” dediğimiz lokma hazırlanır ve lokma olarak da o kömbe dağıtılır. *** Bilinmelidir ki darda ve zorda olanların imdadına yetişeceğine inandığımız Hazreti Hızır, Aleviliğin tasavvufi anlayışından bakılınca hayatın içinde olan ve yaşayan canlı bir unsurdur. Özellikle “Boz Atlı Hızır” deyimi, Aleviliğin en sık kullandığı deyim veya yakarışlardandır.  Yüreğini işitebildiğimiz ve zorda olan bir cana “Hızır” olabilmek umuduyla; “Cenâb-ı Mevlâ’m tutulan-tutulacak olan oruçları dergâh-ı izzettinde kabul buyursun,  ülkemizin birliğini-dirliğini daim ve ordumuzun kılıcını da keskin eylesin”, hürmet ve âşk ile...

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER