ALİ’DEN NASİPSİZLER!
OCAKLAR
Hasan ÇELİK yazdı...
E-posta: hasancelikkafkas@gmail.com
Bugün Aleviliğin karşı karşıya olduğu problemlerden en büyüğü olarak “tanımlama” probleminin gündemde tutulduğu ifade etmek istiyorum. Tarihin getirdiği bazı hadiseler neticesinde kendini Alevi kimliği içinde tanımlayan kimi sosyolojik ya da etnik yapılar, bugün kendi Aleviliğini yaratmanın (!) gayreti içerisindedirler. Aleviliği bu anlamda “örtü olarak” kullanmak isteyen bu oluşumlar, Alevilik tarihinin başlangıcına dair söylemlerle yola çıktılar ki Aleviliği hem İslâm hudutlarından hem de Muhammedî ahlâktan uzaklaştırarak bu istikametlerinde yol alacaklarına inandılar! Unuttukları husus şuydu ki: “Bir tek Alevilik vardı ve o da Tevhit hırkasını giyinmeden ve İslâm’ı anlamadan yaşatılamazdı veya Horasan’dan koparılan bir Alevilik, Alevilik olamazdı!”
***
Aleviliğin içerisinde yer alan ibadetlerin bütünü Kur’ân’i bir edep (referans) ve Muhammedî bir ahlâkla anlam bulmuş ve yaşatılmıştır. Öyle ki Aleviliğin temel ibadeti olan cemler, Hazreti Peygamber’in Miraca çıkışının tasavvufi perdeden ele alınışını yaşatır. O ilahî meclis o kadar ulvidir ki kadınlar, kadınlığını; erkekler de erkekliklerini dışarıda bırakırlar. Yani cemevinin eşiğinden içeri (beşeri bir kimlik olarak) “cinsiyet” girmemiştir! Hatta Aleviliğin kolektif hafızasını bugüne taşıyan eli öpülesi büyüklerimiz, geçmişteki cemlere ziynet veya süs eşyasıyla giremediklerini ifade etmektedirler. Cem meydanında sınıf, makam veya rütbe yoktur, bir tek taliblik diri tutulur, kişinin Yola talipliği dile getirilir. O mecliste sadece “can” vardır, o da Miracını (cemini) yapmak ve üzerindeki kul haklarının hesabını vermek için o meclise alınır. Dolaysıyla cemevine HER kişi değil ER kişi alınır ve verdiği ikrara sadık kalıp kalmadığının muhakemesi yapılır.
***
Aleviliğin, özellikle Orta Asya coğrafyasında şekillendiği ve Türkmen topluluklarca büyük kabul gördüğü dönemlere ilişkin birçok kayıt mevcuttur. Pir-î Türkistan Hoca Ahmed Yesevî dönemine ait cemlerin bugün ki cemlerden “farksız” olduğunu, o döneme dair belgeleri okuyanlar göreceklerdir.
***
1950’lerde başlayan şehirleşme sürecinin 1970’lere geldiği dönmeler de siyasi (Sol patentli) söylemlerin Alevi toplumu içerisinde yankılarının güçlendiğini görebiliriz. Bu sürece ve Aleviliğin bir “inançtan” ziyade “sosyal bir kimliğe” dönüşüne ilişkin tespitlerini derli toplu okumak için Doç. Dr. Rıza Yıldırım’ın “Geleneksel Alevilikten Modern Aleviliğe: Tarihsel Bir Dönüşümün Ana Eksenleri” başlıklı makalesini inceleyebilirsiniz. Aslında tartışmaları devam ettirmek ve bu alanla ilgili uzun uzadıya bu yazıyı sürdürmek mümkündür ancak biz burada söz konusu hususlara bir virgül koyarak, konu başlığımızda ifade ettiğimiz gibi “Ali’siz Alevilik” söylemlerinin üzerine durarak değerlendirmelerimizi sonlandırmak istiyoruz.
***
Akademik bir metni kaleme alırken veya çalışma alanınızla ilgili bir sohbette bulunurken bazen gönlünüzde tam karşılığı olmayan ama genel kanaatleri ifade eden kavramları kullanmak zorunda kalırsınız. Alevilikle ilgili bu kavramlardan biride “Ali’siz Alevilik” kavramıdır. Kavram, Faik Bulut’un aynı başlıklı eseriyle birlikte 1990’lı yıllardan beri literatürde dolaşmakta ve kullanılmaktadır. Ancak bu kullanımla ilgili bir izaha gitmemiz gerekiyor ki o da şudur: “ALİ’SİZ ALEVİLİĞİN OLMAYACAĞI” gerçeğidir. Her ne kadar “Ali’siz Alevilik” söylemi bir anlayışı izah etmek için kullanılsa bile Aleviliğe zarar veren bir söylemdir. Bundan ötürü de şahsım olarak artık kimi konuları izah ederken bile bu kavramı kullanmayacağım. Bu kavram yerine, “ALİ’DEN NASİPSİZLER” ifadesini kullanacağım. Bugün kendi anne-babanızı inkâr etmiyorsanız, size inanç kimliğini kazandıran kişiyi de inkâr edemezsiniz. İmam Ali’yi anlamamış, ona düşmanlık edenler kısacası onun varlığından nasiplenmemişler her ne kadar biz Aleviyiz deseler de onlar (Hz.) Ali’den nasipsizdirler!..
***
Unutulmamalıdır ki 90’lı yılların sonunda söz konusu esere isim olan bu sancılı kimlik arayışı “Ali’siz Alevilik” adıyla Aleviliği bir mecraya ve özellikle de “İdeolojik Alevilik” söylemlerine hapsetmeye çalışmıştır. Benzeri (ideolojik) havzalardan beslenen kimi yazarlar, Aleviliği kendi ideolojilerine göre şekillendirme gayreti içerisindedirler ve bu gayrete yönelik Avrupa merkezli birçok yayının yapıldığını görebiliyoruz. Sürecin bir başka belki de en tehlikeli yönü ise “Alevilik üzerinden bir ‘azınlık kimliği’ oluşturma ve Türkiye aleyhindeki kimi oluşumlarda da bu ‘azınlık’ hafızasını kullanma çabalarıdır!” Unutulmamalıdır ki bu toprakları var eden birçok müşterek değer Aleviliğin içerisinden filizlenmiş, İslâm inancının ve Türkmen kimliğinin “sevgi ve hoşgörü” yüklü elçileri olarak kök salmışlardır. Peki, sormak gerekmiyor mu; “Hacı Bektaş-ı Velî’yi, Koca Yunus’u, Mevlana Rumî Hazretlerini, Ahî Evran’ı, Hacı Bayram-ı Velî’yi ve Anadolu dâhil Balkanları irşat eden o büyük velileri tanımadan Türk kimliğini nasıl tamamlamış veya tanımlamış olacağız?”
***
Bugün, Aleviliğin Kur’ân-ı Natık (Konuşan Kur’ân) olarak isimlendirdiği Hz. Ali’nin inanç içerisinde ki yeri “grileştirilmeye” çalışılmaktadır. Aleviliğin benzer değerleri içinde bu “grileştirme” çabalarının olduğunu üzülerek belirtmem gerekiyor. Alevi/Kızılbaş Ocaklarının büyük bölümüne ev sahipliği yapan Tunceli’nin bu gibi “grileştirme” hareketlerine öncülük etmesi de “Pınarı kaynağında kurutmanın” bir başka adı olsa gerek. Daha birkaç yıl önce bu şehirde yapılan ve belediyece organize edilen Alevilik Sempozyumunun (!) sonuç bildirgesinde “Biz Arap Ali’yi tanımıyoruz” maddesinin yazılmasını da unutmak ne mümkün!
***
İnanç önderlerimizden öğrendiğimiz, hakikat meclisinden bir söz ile yazımızı sonlandırmak istiyorum. Büyüklerimiz derler ki: “El, vücutta kaşınan yeri iyi bilirmiş” diye. Alevisi-Sünnisiyle Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan tüm inançlar/değerler, biri birimizi iyi tanımak ve sorunlarımızı “başka ellere” havale etmeden çözmek durumundayız. Alevilik, bu toprakların asli unsuru ve temelidir, bunun dışında Aleviliği nereye çekerseniz çekin adı Alevilik değil başka bir şey olur. Eksiksiz bir şekilde “Bir olmak” için bilinçlenmeye daha çok ihtiyacımız var. Tanımak için ise önyargılarımızı terk etmeye!.. Okurlarımıza ricamdır, Aleviliği “değerleriyle” okuyun ve öğrenin, “ideolojik” ellerce kaleme alınan metinler üzerinden öğrenmeyin! “Kişi, bilmediğine düşmandır” diye buyurmuştu İmam Ali Efendimiz, insan bilmediğine düşmanlık yaptığı gibi yanlış bildiklerine de daha fazla düşmanlık yapıyor veya kaskatı önyargılar taşıyor... Çözüm yanı başımızda, Koca Yunus’un çağları aşan dizeleri daha dün söylenmiş gibi gönlümüzdeki tazeliğini koruyor: “Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım, Sevelim sevilelim, Dünya kimseye kalmaz!”
GELİN TANIŞ OLALIM!..
TÜM HABERLER