ANADOLU’YA NASIL GELDİK?-1
GÜNDEMANADOLU’YA NASIL GELDİK?-1
ZEYNEL COŞAR yazdı…
Bizler Oğuz –Türkmen Boyları, Anadolu’ya Alevi Olarak Geldik Ne yazık ki bu tarihi gerçek, gerici ve bölücü akıl hocalar tarafından gizlenmiştir. Onun için bizim İslam tarihini, Kurtuluş Savaşı’mızı sonra Cumhuriyet devrimlerimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Gericilerin ve bölücülerin akıl hocaları bizim tarihimizin gerçeklerini gizleyerek, çarpıtarak, hakikatlerin üstünü örterek anlatmaktadırlar. Onlar istiyorlar ki Aleviler, İslam tarihini de, Türk tarihini de doğru düzgün bilmesinler. Alevi kitlesinin birer cahil cühela takımı olarak kalmasını istiyorlar. İşte somut örnek; Hz. Ali düşmanlığıyla yola çıkarak icat ettikleri Ali’siz Alevilik, “Oğul biz Horasandan geldik” diyen atalarımıza düşmanlık, Şah İsmail ve Atatürk karşıtlığı gibi karanlık işleri bunun için yapıyorlar. Bunların hocaları ve rehberleri Nizamülmülük, İdris-i Bitlisi, Kemalpaşazade, Ebussuud gibileridir. Bu nedenle de bölücüler ve gericiler aydınlanma ve Alevi gerçekleri karşısında her zaman, aldatıcı ve art niyetli olmuşlardır. Türk boyları, üst yurtta yani Aral gölü çevresi ve Seyhun nehri boylarından Maverahünnehr’e (Turan ülkesinden İran ülkesine) geldikten sonra, buradan da huzur bulamayıp üç kol halinde dağıldılar. Tarihçiler göç haritasını Kuzey, Güney ve Orta Kol olarak isimlendirdiler. Bütün Selçuklu ve Oğuz tarihçileri, X. yüzyıl başında ve ortalarına doğru Aral Gölü’nün kuzey ve doğusunda, Seyhun-Sır-derya havzasında yani Turan ülkesinde yaşayan Türk boyları arasında amansız çelişkilerle, çatışma ve kargaşanın yaşandığını yazarlar. İşte bölgedeki halk kitlelerinin böyle kargaşa ve çatışmalı bir ortamda ekonomik ve sosyal açıdan can ve mal güvenliği bozulunca üç yöne doğru çıkış yaparak bölgeden ayrılmaya çalışmışlardır. Peçenekler, Kumanlar ve bir kısım Oğuzlar-Guzlar, Dokuz Oğuzlar, Bulgar Boyları vs Kuzey Yolu denilen hatta giderek Hazar denizinin kuzeyinde Karadeniz’in üstünden Ukrayna ve Orta Avrupa, Balkanlara ulaştılar. Güney Yolu’nda ise benzer kavimler ama daha çok Ağaçeriler, Hallaçlar belirgin olmak üzere güneye, Hindistan -Afganistan yöresine inmişlerdir. Orta Kolda ilerleyen Oğuz Türkmen kitleleri ise önce Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin arasındaki Maverahünnehr’e geldiler. Sonra Ceyhun nehrini geçerek Horasan’a girmiş, oradan Gaznelilerle birçok kavga ve maceralara girişerek batıya ilerleyip, Rey-Tebriz üzerinden Azerbaycan, İran- Urumiye, Musul, Diyarbakır, Urfa ile kuzeyde Erzurum – Erzincan hattı ile Anadolu içlerine doğru gelmişlerdir. İşte çeşitli Türk boylarının bu serüvende kuzey ve güney yöne gidenlerin büyük kısmı zamanla gittiği bölgelerde asimile olmuş, ezilip, dağılmış ve başkalaşmışken, Orta Kolda gelenler dünya tarihine nam salıp Türklüğünü, inancını, dinini, imanını, adını, soyunu-sopunu hiçbir zaman kaybetmeden, asimile olmadan, asimile ederek Anadolu halklarıyla kaynaşmış, Anadolu uygarlığıyla hem hal olarak büyük bir siyasi, askeri başarılarla devletler kurarak bugüne gelmişlerdir. Orta Koldan gelenler Anadolu’yu Türkiye yapmış ve büyük devrimci atılımlarla önce 1076 yılında İzmit başkentli Anadolu Selçuklu Devleti’ni, sonra Danişmendliler’i, Saltuklu Beyliği’ni, Mengücekler’i, Artukoğulları’nı, Sökmenoğulları’nı ardından Moğol işgaline karşı savaşarak Anadolu beylikleri dediğimiz Karaman Beyliği, Aydın Beyliği, İsfendiyaroğulları, Osmanlı Beyliği, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular, Karamanoğullar en sonunda da Safevi Devletini Alevi Türkleri kurmuşlardır. Peki Anadolu’ya gelen bu Oğuz Türkmen kitleleri bu kadar büyük işleri nasıl başarabilmişlerdir? İşte işin püf noktası burasıdır. Bu insanlar konargöçer topluluklarıydı. Türkmenlerin yatuk-tembel dedikleri şehirli halk dükkânını, ticaretini, işini, tarlasını bağını bırakıp yollara düşer miydi? Büyük kitleler halinde göçen Türkmen obaları çoluk çocukları, askeri birlikleri ile gâh savaşarak, gâh barışarak sürülerine kışlak ve yayla bula bula Horasan üzerinden Anadolu’ya geldiler. Konargöçerlerin tamamına yakını Alevi oldukları için, Türklük bilincini, töresini, dilini, dinini, kültürünü korudular. Dede ve babalarımızın önderliğinde geldiğimiz bu coğrafyada sazımızla, ozanlarımızla, deyişlerimizle, Dede Korkut’umuzla, Ahmet Yesevi’yle, Hacı Bektaş Velim’izle, Abdal Musa’mız, Sarı Saltık, Pir Sultan Abdal’ımızla Anadolu topraklarında Türklük bilincini koruyarak, Araplaşmayarak, Farslaşmayarak dünya tarihinin en derin, en anlamlı kültürünü yaratmışız. Prof. Mehmet Altay Köymen Üç Kol olayını anlatırken Kuzey ve Güney Kolda gidenlerin, ulaştıkları coğrafyalarda zaman içinde eridiklerini, Türklük bilincini ve kültürünü kaybettiklerini yazar. Ama Orta Kol “kaya gibi kaldı ve kimliğini korudu” der. Orta Kolla ilgili şöyle söyler: “…“Orta Kol” adını verdiğimiz bu yol, Türklük hakkında en hayırlı yol oldu. Öteki yollardan giden Türkleri, pek az istisna ile, bugün karşımızda Türk olarak –hele siyasi teşekkül olarak- hiç görmediğimiz halde, bu Orta Yolu tutan Türkler, takip ettikleri yol boyunca ve bilhassa yolun sonunda, mesela halen 45 milyon Türk’ün yaşadığı Anadolu’da yeni bir vatan kurarak, hem Türklüklerini ,hem de bağımsızlıklarını korumuşlardır ve halen korumaktadırlar. Şu halde Orta Yol, Türklüğün mukadderatını tayin eden yol olmuştur.” (M. Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu,1.cilt Kuruluş Devri,s.21) Hey gidi Köymen Hoca! Orta Kol, Anadolu’ya Alevi olarak geldiği için ayakta kaldı ve bugünlere Türklük bilincini yaşatarak getirdi. Bu gerçeği niçin söylemiyorsun? Günümüzde Türk üniversiteleri dahil, çoğunluğu İdris-i Bitlisi kafasıyla tarihe baktıkları için, beş yüz yıldır Şah İsmail’e küfür edilirken, Şah İsmail’e sahip çıkarak “Safevi Devleti’nin Kuruluşunda ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü” gibi çok önemli bir eseri bizlere sunan Selçuklu tarihçilerimizin içinde en çok Türkmenci olan Prof. Faruk Sümer Hocadır. Faruk Sümer Hoca da Oğuzlar-Türkmenler adlı çok önemli eserinde o büyük siyasi, askeri atımları en iyi şekilde anlatırken, bu insan kitlelerinin inançları noktasına gelince susmaktadır. “ Arkadaş bu işleri Alevi Türkleri yaptı” demekten kaçınıyor. Ayrıca Faruk Sümer Hoca, Şah İsmail gibi bir Alevi inanç önderine de “Şii” deyip işin içinden çıkıyor. Her neyse. Yine saygıyla ve sevgiyle andığımız Faruk Sümer Hocamızın eksik bıraktığı yerden gerçeği söyleyeceğiz. Hocaların sessiz kaldığı yerde haykırıyoruz. “Hey Hocalar ! O saydığınız büyük işleri yapan kahramanlar işte bu Alevi Türkmen boylarıydı. Dünyanın en önemli Selçuklu tarihçilerinden Claud Cahen, F.Babinger, Golvorsky , S.G.Agacanov , “Arkadaş, bu adamlar Aleviydi” derken siz neden susuyorsunuz? Gerçekleri söylemiyorsunuz!” Prof. Faruk Sümer Orta Kolda gelenlerin bin yıllık serüvenlerini analiz ederken şöyle yazar: “…Oğuzlar, Sır-Derya boyları ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşarken onların ancak bir bölüğü şehirlerde oturuyorlardı. Bu oturak yerleşik Oğuzlar savaşla meşgul olmayıp, kendini şehir hayatının gerektiği işlere vermiş bulunduklarından, göçebe elebaşları onlara ittifakla Yatuk, yani tembel adını vermişlerdi… Selçuklu İmparatorluğunu oturak Oğuzlar değil bizzat onlar(göçerler) kurmuşlardı… Göçebe Oğuzlar da 1071 yılındaki Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu açıp bu ülkede oturak yaşayışa geçmeğe başladılar… Moğol istilasının önünde kaçanların teşkil ettiği kalabalık sayıda göçebe Türk unsuru vardı. Selçuklu devleti bir daha kurtarılmayacak bir şekilde Moğol hâkimiyeti altına girince, Oğuzların deyimiyle yatuklar, yani oturak Türk halkı kendisini mukadderata teslim ettiği halde, göçebe Türk unsuru yani Türkmenler önce Türkiye’de sonra buradan giderek İran’da siyasi hakimiyeti ellerine aldılar. Böylece Türkmenler, Türkiye tarihinin ikinci devrinde (beylikler devri) yaratıcıları oldukları gibi, İran’da da XX. yüzyıla değin Türk hâkimiyetini devam ettirdiler. Türkiye tarihinin üçüncü devrini açan Osmanlı hanedanına gelince, bu hanedanında göçebe Türk unsurundan çıktığını biliyoruz. “ (Prof. Faruk Sümer, Oğuzlar-Türkmenler, giriş bölümü)İlginizi Çekebilir