BURHAN KOCADAĞ: LOLANLILAR ANADOLU’DA
OCAKLAR
BURHAN KOCADAĞ: LOLANLILAR ANADOLU’DA
BURHAN KOCADAĞ yazdı…
Hunlar 4. yüz yılda Orta Asya’dan batıya göç ederlerken, Lolanlılar da birlikte hareket ederler. Göç yolu, Hazar Deniz’in kuzeyini izleyerek Avrupa’ya uzanırken, ikinci yol da Horasan üzerinden Anadolu’ya yapılan büyük göç yoludur. Lolanlılar, Selçuklu akınları ile birlikte Horosan-Kars-Erzincan üzerinden Dersim bölgesine gelerek yerleşirler ve hayvanlarına geniş otlaklar bulurlar. Bu göç sırasında bir kısım Lolanlılar da yukarı Mezopotamya’ya yerleşirler.
Biruni (29), Batlamyus’un coğrafyasına dayanarak Hazar Denizine dökülen Ceyhun nehrinin Oğuzlar ilini işgal edip, hâlkının Hazar Denizi sahillerine gittiğini, Curca ve Harezm arasında ve Balhan bölgesinde nehrin eski yatağı üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda bulduğu fosiller ile açıklamaktadır.
Prof. Dr. Osman Turan ise, bu konuya şöyle değinmektedir: “Kadim Rivayetlere ve Batlamyus’a dayanan Biruni’nin, Ceyhun Nehrinin eski mecrasını değiştirdiğini anlatırken, onun kavşak bölgesinin etnik durumu hakkında dikkate şayan kayıtlar verir. Filhakika evvelce Hazar Denizi’ne dökülürken, Harizm ve Curcan arası çölün mamur olduğunu, yatağının tıkanması üzerine Aral gölüne akan nehrin, Oğuz ülkesini sular altında bıraktığını, ve burada Peçenekçe ve harizmce karışımı bir dil konuşan Alan ve As’ların Hazar sahillerine göç ettiğini, Türkmen göçmenlerinin ise kondukları bölgede “Hiz-tinkizi” yani, “Kız Denizi” denilen bir göl “vücuda geldiğini bilidrir. Bu kayıt, Türkler’in, Aral gölünün cenubunda mevcut olduğunu bildirir.” Demekle görüşümüzün ne kadar yerinde olduğunu güçlendirmektedir (30).
Aynı yazar, yapıtının bir başka yerinde “Gerçekten Harezm’den Fergana doğru Kara Tekin, Kız Denizi, Dargan, Kurgun (Hungan), Sağrınç, Buzmacı, Gülçiçek... ve yine bir başka sayfasında “Karaşer” gibi şehir, kasaba, çay ve dağ adları ile ilk bakışta bunların Türkçe olduğunu gösterir. Sağrınçın, Varto’daki Lolan köyü olan şimdiki “Sarıç”a, g harfinin düşmesi ile Sarıç olması muhtemel, Karaşer adının da (ş) harfinin değişimi ile Varto’nun bir başka lolan köyü olan “Karacer” köyünü, Danzig isminin de Pülümür ve Vartı’daki Danzig köylerini anımsattığı, Gülçiçek Adının ise, Lolanlılar arasında bir kadın adı olduğu görülmektedir”(31) demektedir.
Bütün bu isimler sadece bir rastlantı değildir. Aşağıda verilecek örnekler, babalarımızın ve dedelerimizin ve onların da dedelerinden öğrenerek bizlere aktardığı bilgiler doğrultusunda Göle’deki Lolanlılar’ın varlığı, tezimizin izini ve Lolanlılar’ın geliş yolunu açık-seçik olarak anlatmaktadır. Eski Türkler’de (H) harfi olmadığından, bu harfin yerini alan (K) harfi ile Balkan olan dağ ve kasaba adları, İslâmiyet’in kabulü ile Araplar’dan dilimize geçen “H” harfi ile Balhan olmuştur. Bu örnekleri sıraladığımızda;
1- Emekli Vali Edip Yavuz’un yapıtının 390. sayfasında Lolanlılar hakkında yaptığı açıklamaların doğrulukları yanında yanıldığı noktalar da bulunmaktadır. Önemli olan, belgelere dayalı gerçek araştırmalardır. Sağlıklı araştırmalar yapmış kişilerin süzgeçten geçirilmiş belgesel açıklamaları daha gerçekçi olmaktadır. Sayın yazar, yapıtında şu açıklamayı yapmaktadır:
“Bu gün Doğu Türkistan’da Taklamakan Çölü’nün doğusunda Lobnor veya Karagöl denilen gölün, kısa adı ile (Lob Gölü) kuzeyinde ve Karagöl’ün doğusunda (Lu-lan) kasabası bulunmaktadır. Raphael Pompally’nin başkanlığındaki bir kurul tarafından burada Mesa tepesi üzerinde yapılan kazılarda mezarlar içinde aynalar, taraklar, işlenmiş kemik ve tahta ziynetler, renklerini binlerce yıl koruyabilmiş ipekli kumaş kalıntıları bulunmuştur (İ.T.T.K.) (32).
İşte bu kasabaya adını vermiş olan Lolan oymağının bir bölümü bile, Dersimliler’in kökenlerini açıklamaya yeter. Doğu Türkistan’da Milatten 3000 yıl öncesine kadar çıkan uygarlık belgeleri, daha sonraki Sümer-Elam-Akat-Urartu uygarlıklarına ışık tutmuş ve öncü olmuştur.
Türkler’in oymak adlarına karşı ne kadar büyük bir bağlılık için de olduklarını, binlerce yıldan beri taşıdıkları bu Lolan adından anlaşılmaktadır. Bunu, herhangi bir isim benzerliği olarak da kabul etmek olası değildir. Çünkü, LOLAN (LU-LAN)daki Mesa tepesi, adını, Aral gölünün batısında bir bölge adı olarak da görmekteyiz. Aynı zamanda burada bir Alan kasabasının bulunuşu, Dersim’de de Alanlılar ile Lolanlılar’ın yan yana oluşları, bize, bunların beraberce gelişlerini de göstermektedir. Hozat ve Varto’daki Hoşan ve yine Hozat’taki Koşun gölü ile Pülümür’deki Karagöl de, yine Doğu Türkeli’ndeki Karagölü anımsatmaktadır.
Daha önce belirttiğimiz gibi Selçuklular’dan Çağrı Bey’in, Balhan oymağı ile birlikte Ermeniler’e saldırışını anımsarsak, Balhanlar’dan olan Bal Uşakları ile bu gün de Pülümür’ün Danzig bucağında yan yana oluşları, tüm gerçekleri bütün çıplaklığı ile aydınlatacağı gibi, Ballılar’dan ve Karaballı soyundan olduklarını veya onlara yakın bir garabetleri olduklarını söyleyen Lolanlılar’ın buraya geliş yollarının yönü ve izi açıklanmış olur. Uygur ve Gurlular’ın efsanelerindeki göç göç seslerine uyarak ilk önce “Beş Balık”a göç eden Uygurlar, Moğollar’ın saldırısı karşısında bir bölümü “İdikut emrinde onlarca baş eğerken, bir bölümü de batıya yönelmiş ve Aral gölü kıyısında bir süre kaldıktan sonra, bunlardan Balhanlar’ın Horosan tarafına göç ettikleri ve Selçuklu beylerinden Çağrı Bey ile birlikte Kafkaslar’a uzanarak Ermeniler’e saldırdıkları bilinmektedir.
Çağrı Bey yurduna döndükten sonra, Balhanlar’ın Doğu Anadolu’ya yöneldikleri anlaşılmaktadır. Lolanlılar, bu gün, Pülümür-Danzig-Varto ve Erzincan ile Bingöl’de toplu; Nazmiye-Mazgirt ve buralara komşu yerde dağınık bir hâlde bulunmaktadır.
Sayın Edip Yavuz, gerçeklere dayanan bir araştırma yapmakla beraber, kimi yerlerde de çelişkilere düşmüştür. Bu çelişkileri burada yinelemeyi gereksiz buluyoruz.
2- Abdalan oymağında açıklandığı gibi gerek Asya’da ve gerekse Anadolu’da, birlikte kader birliği yapmış ve daima yan yana, beraber bulunmuş Lolan-Abdalan-Alan-Balhan-Hormek vb. oymaklar İran Azerbaycan’ı, Tacikistan ve Doğu Türkeli bölgelerinin oymaklarından gelmedirler. Mehmet Şerif Fırat, kendi kitabında, kendi oymağını Harizmiler’e bağlamaktadır. Gerçekten, Lolan-Balhan-Alan ve Abdalan (Akhunlar), Hazar Denizi’nin güneydoğu kıyılarında ya Harizmiler’le komşu veya çoğu zaman Horasan’da olduğu gibi birlikte yaşamışlardır. Gazneliler ile Selçıklar’ın çatışmalarında, Çağrı Bey’in komutasında Selçuklular ile birlikte Gazneliler’e karşı koyarak 1040 yılında Dandanekan savaşının kazanılmasında etken olmuşlar ve Gazneliler’in mağlubiyetinden sonra Anadolu’ya geçmişler, buralarda yurtluklar edinmişlerdir. Daha sonra da Anadolu fethedildikçe Erzincan-dersim yörelerinde yerleşmişlerdir.
Bu bölgelerde yerleşen Kavim ve oymaklar, öteden beri birlikte oldukları için Abdalan (Akhun) Harizmiler, (33) Balabanlar, Areller, Lolanlılar, Hormekler, birbirleriyle akrabalık kuracak şekilde bir bütünlük oluşturmuşlardır. Kaderde, kıvançta, kaygıda, tasada olaylara birlikte karşı koymuşlar, ortak bir töre ve inanç birliği oluşturmuşlardır. Gerek yaşam biçimleri ve gerekse gelenek ve görenekleriyle birlikte konuşulan dilde de bir bütünlük oluşturmuşlardır. Böylece görülmektedir ki, Lolan, Balhan-Alan-Hormek-Abdalan oymakları geçmişte de Hunlar’ın İmparatorluk yapıları içinde dayanışmalı bir bütünlük oluşturarak geleceğe yönelmişlerdir.
Aşağıda verilecek örneklerden de anlaşılacağı gibi Lolan-Balhan-Hormek-Abdalan vb. oymaklar, her gittikleri yerlere kendi özel adlarını vermişlerdir. Hunlar’ın Avrupa’ya yürüyüşü ile birlikte Lolan-Balhan-Alan-Hormel-Abdalan oymaklarının bir kısmının birlikte gittiklerini göstermektedir. Günümüzde Polonya’daki Danzig kenti ile Karadeniz’in kuzeyindeki Vijernolenisk şehrinin(34) altmış kilometre kuzeyindeki “NEU DANZİG” – “YENİ DANZİG, Varto’daki Danzig köyü ile, Pülümür’deki Danzig bucağının aynı adı taşıdığını,Tunceli’deki Alan, Alandüzü, Alan tepesi isimleriyle bir olması ve yine Amerikalı bilim heyeti (Arkeologlar) tarafından “LU-LAN”-“LOU-LAN” kasabası ile Varto-Pülümür-Erzincan-Bingöl ve Göle’deki “Lolan-Laloğlu” kabilelerinin aynı adı taşımaları, bu grupların Asya’da iken beraber yaşadıklarını göstermektedir.
3- Kendilerinin de kitaplarında belirttikleri gibi Deguignes, Alan için “Çinliler, Alan (Alains)ları Hunlar ile aynı kavim addetmişlerdir. Gerçekten, Alanlar, Lolanlılar, Abdalanlılar ve Hormekler, sürüleriyle en uygun yerlerde dolaşırlardı. Çehreleri tamamıyla Hunlar’a benzerlerdi. İhtimal ki, kısmen Hun neslinden idiler. Çünkü, İçlerinde birçok Hun aşireti vardı. (Eftalit-Abdalan) gibi Çiçi tarafını tutmuş Hun aşiretleri, bunlarla beraber oldukları gibi, Hunlar topluluğundan ayrılan birtakım Hun oymakları da değişik çağlarda bunların arasında olmuşlardır. “Tarihî olaylar sonucu Aslar’dan bir grubun karışması, onları Gur soyuna bağlamak anlamına gelmez. Zira, Alanlar, onları kendi aralarında eriterek Alanlaştırmış olabilirler. Gelenek-görenek ve yaşantıları bu gün de aynı olan kabilelerin bu duruma göre Lolan-Balaban-Balhan-Alan-Hormek-Abdalan (Eftalit-Akhun) Baranlı ve diger Erzincan oymaklarını, Hunlar’ın avrupa’ya Yürüyüşü ile Batı Türkistan’da Kalan boylar olup veya aynı tarihlerde Hazar Kıyılarına, Horasan’a göç ettikleri, oradan da Çağrı Bey ile beraber Kafkasya’ya yürüdükleri, Malazgirt Zaferinden sonra Saltuklar-Danişmendliler-Mengücükler ve Yabgular’la Erzincan-Sivas-Tunceli bölgelerine yerleştikleri, buraları Bizans ve Ermeniler’den aldıkları ve bir kısmı ile de birlikte yaşadıkları meydana çıkmaktadır.
Prof. Dr. Osman Turan, Yabgular hakkında şu açıklamalarda bulunmaktadır: “Yabgu Devleti’nin Horasan’da yıkılışından sonra, Yabgur Baran’ın mensupları, Baranlı boyunu teşkil edip İslâm ülkelerine dağılmışlar ve bir kısmı da Karakoyunlu ulusunu vücuda getirmişler. Karakoyunlu Pir Budak namına Erzincan’da basılan bir sikke üzerinde Yazır damgasının bulunması bu sebeple çok önemlidir.”(35) der. Böylece Baranlı oymağının da, adlarını saydığımız oymaklarla beraber geldikleri bir gerçektir. Yazar, bunu da Oğuzname’den alarak belirtmektedir. Yabgular’ın din ve inançları hakkında da şu bilgiyi verir:
“Karluklar ile Oğuzlar arasındaki tarihî düşmanlık, birincilerin İslâmı kabulü ile Karanlı, ikincilerin de ayrı inancı kabul etmeleri ile Türkmen olmalarından sonra devam etti. Lakin, Karluklar, Han ailesi ile birlikte toptan Müslüman olarak ne kadar kuvvetlendiler ise de, Oğuzların Yabgulardan önce parça parça din değiştirmeleri de, o derece bölünmelerine ve zayıflamalarına sebep oluyordu.” (36).
Gazneliler ile yapılan savaşlarda ve Anadolu’ya geçmek için yapılan Akınlar, Türkmen oymaklarının giderek çoğaldığı ve zaman zaman Gazneliler’i zor durumlarda bıraktığı, kaynaklarca belirtilmektedir. “Onların etrafa akınları üzerine, Tus valisi Aslan Gazi, bu Türkmenler’i cezalandırmak için zaman zaman üstlerine kuvvet gönderdiği bilinmektedir. Bozguna uğrayan Türkmenler, Dhisten ve Belhan’da dağlara sığınarak tehlikeyi atlatıyor, tekrar bir süre sonra akınlarına başlıyorlardı. Böylece, Türkmenler tenkil olamayınca, Sultan Mahmut 419 (M.1028) de ordusu ile bizzat harekete geçti.
Türkistan’dan göçüp onlara katılan Türkmenler ve Yörükler, Gazne Sultanı Mahmut tarafından perişan edildiler. Yapılan Savaşta 4000 kadar esir ve bir o kadar ölü verdiler. Kalan Türkmenler, daha sonra Irak, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya birçok akınlar yaparak çok maceralı bir hayat geçirdiler.
Çağrı Bey’den sonra Anadolu’ya yapılan diğer akınlarda da aynı sonuçlar çıkıyordu. Türkmanler, yine yapılan akınlardan sonra Horasan’daki yurtlarına dönüyor ve sıkışınca da Dhisten ve Balhan’a doğru kaçıyorlardır.” diyerek sık sık yapılan akınları, açık-seçik belirtmektedir.
Selçuklar’ın Gazebliler’e karşı olan zaferi de, Oğuz göçmenlerinin devamlı surette kendilerine katılmaları ile mümkün oluyordu. Horasana on bin süvari ile gelen Selçuklular’ın, Yüz bin kişilik Gazne ordusuna karşı savaşabilmek için birkaç yıl içinde nasıl çoğaldıklarına dair en güzel örnek de, sadece İnanç Yabgu’nun 1040 yılında yapılan Dandanekan savaşında yirmi bin süvari ile katıldığına dair kayıttır.” (37).
Görülüyor ki, Lolan-Hormek-Alan ve Abdalan oymakları ile gelen ve daha önce de belirttiğimiz Yabgular, diğer kardeş oymaklar ile Selçuklular’ı desteklemişler ve kazanılan zaferden sonra Yurtluklar edinmek amacı ile Erzincan ve dolaylarına gelip yerleşmişlerdir. Erzincan’da olan bu günkü Baranlı oymağı, o günkü Yabgular’ın torunlarıdır.
4- Lolan-Hormek-Abdalan- Balhan-Alan-Balaban ile tüm Tunceli-Erzincan-Kiği ve Varto Alevi oymakları, bu gün hâlâ o eski Türkmenler’in hayvanlı takvimine inanırlar ve yaşlı kesim, kendi aralarında o hayvanları simgeleyen özelliğe göre yılların mevsimlerdeki doğal oluşumları değerlendirirlerdi. Kış mevsiminin sert mi, ya da yumuşak mı geçeceğini ,hayvanların tipine ve özelliklerine göre yorumlarlardı. Örneğin, çoğu yaşlılar kış gelmeden, “Bu yıl koyun üzerinedir, kış yumuşak olur.” veya “Bu yıl canavar üzerinedir, kış şiddetli olur.” derlerdi. Bu gelenek ve inanç, eskiden beri dededen babaya geçtiği için, günümüzde kimse, bu takvim hakkında bilgi sahibi değildir. Yine hiç kimse, bu hayvanlı takvimin, bir Türk takvimi olduğunu da bilmemektedir.
Yılmaz Öztuna, bu takvim hakkında şu bilgiyi vermektedir:
“Türkler, 12 hayvanlı takvim denilen milli takvimlerini kullanmışlardır. Müslümanlık kesin surette kabul edilip, hicret esasına ay (kamer) ay hesabına dayanan İslâm takvimini kullanmaya başlayıncaya kadar bu böyle olmuştur. Hatta Müslümanlık’tan sonra da zaman zaman 12 hayvanlı takvimi kullanmaya devam etmişlerdir. Zeki Velidi Togan’ın hesaplarına göre, takvimin menşei M. Ö. 2000 yılı civarındadır. O zamandan başlayarak Türk kavimlerinin bu takvimi kullandıkları tahmin olunabilir. Takvim, Adını her yıla verilen 12 hayvanın adından almıştır. 12 yıl devam eden her devreden sonra yeni ve aynı hayvan adlarını taşıyan ikinci bir devreye başlamaktadır. 12 yıl sırasıyla şu hayvanların ismini taşımaktadır. 1- Sıçan (Fare) 2- Öküz 3- Kaplan 4- Tavşan 5- Ejder 6- Yılan 7- At 8- Koyun 9- Maymun 10- Tavuk 11- Köpek 12- Domuz.” (38).
Görüldüğü gibi aslını ve nereden geldiğini unutan fakat, geleneğini bu güne kadar sürdüren ve hâlâ zamanımızda da yaşatan bu aşiretlerin kökenlerinin nerelere kadar dayandığı belli olmuyor mu? Aksini savunmak olanaksız. Günümüzde de bu takvim, ancak Doğu Anadolu’daki aleviler arasında bilinmediği gibi, Batı Anadolu’daki Türkler arasında da bilinmemektedir.
5- Üzerinde dikkatle durulacak olunursa, Tunceli-Erzincan-Malatya-Sivas-Varto gibi Aleviler’in yoğun olduğu bölgelerdeki oymakların insan isimleri, Palo-Diyarbakır-Van-Bitlis-Hakkari-Siirt ve ağrı illerindeki insan isimleri benzemediği gibi, bu bölgelerdeki isimlerin genellikle Arap ve Fars isim özelliğini taşıdığı, bunda, İslâm dininin büyük etkisi olduğu görülmektedir. Buna karşılık Tunceli-Erzincan-Sivas ve Malatya yörelerindeki insan isimlerinin yapılış özelliklerinde, yani özde, Türk isimleri olduğu rahatlıkla görülebilmektedir. Örneğin Güneydoğu Anadolu’da daha Çok Abdulkarim, Abdülkadir, Ebu’l Kasım, Abdulhamit, Abdurrehman ve buna benzer olan Hami-Sami-Ömer-Osman-Ebubekir-Şeyhmus-Ayşe isimlerine karşılık, Dersim-Erzincan-Malatya-Sivas-Varto yörelerindeki Alevi kesiminde Türk isimlerine rastlanılır. Gültekin-Tekin-Çetin-Alparslan-Atila-İlhan-Ayhan-Gülhan-Orhan-Gül-Gülizar-Gülten-Şükrü-Cengiz-Metin-Aynur-Havas-Hanıen-Hatun-Gülsever-Gülsezer-Çiçek-Cevher-Nazlı-Şahhanım gibi isimler ile yine dinsel inançtan ötürü Ali-Veli-Hasan-Hüseyin-Fadime gibi Arap isimlerine de çokça rastlanılmaktadır.
Doğu Anadolu’daki kabilelerde olduğu gibi Lolan kabilesinde de dededen toruna verilen isimler, hâlâ öz benliklerini korumakta ve kökenlerini saklı tutmaktadır. Örneğin, Vartı’da yüzlerce yıl önceki Bal-Kali-Mirza-Kerim-Hol vb. isimler, Erzincan’da iken yaşayan dedelerinin adını taşımaktadır. Danzik’te Varto Lolanlıları’nın atasının adı Kal-Bal ve onların da babalarının adı olan Dede Mirzali (Mirza-Ali) isimleri, Lolanlılar’ın Kal-Bal uşakları ile bir garabetlerinin olduğunu göstermektedir. Bu isimler, soy listesinde açık olarak görülmektedir. Gerek beraber yaşamaları ve gerekse birlikte göç ederek aynı bölgelerde yerleşmeleri ve aynı törelerle aynı isimleri taşımaları, bu garabeti daha da belirginleşmektedir. Ayrıca, bu gün Varto’daki Lolanlılar’ın bir köyün adı da Baltaş’dır. ayrıca, bu gün Varto’daki Lolanlılar’ın bir kısmı, Bal’dan Gelen Ballıkaya soy adlarını aldıkları gibi, kendilerine bağlı bir köyün adı da Baltaş’dır.
Görüldüğü gibi Varto’daki Lolan oymağı’nın soyu, Danzig’deki Lolan-Balhan-Karaballı ve Bal Uşakları’na dayanmakta, onlarla bir soy içinde olduğunu kanıtlamaktadır. Bunların da aynı şekilde İran Horosan’ı ve Türkistan’dan gelmeleri, Aral gölünün batısında ve Hazar Denizi’nin Güneydoğu kıyısındaki Balhan ( Balkan) dağının eteklerinde yaşadıkları, bunlarda kışlık-yazlık yurtluklar ve ayaylalar edinerek, hayvancılık yaptıklarını tarihi kaynaklar belgelemektedir. Gerek Danzig ve gerekse Varto Lolanlıları’nın bu gün de, eskiden olduğu gibi aynı şekilde yaşamlarından hiçbir şey değiştirmeksizin hayvancılık yaptıklarını, yazı toplu olarak yaylalara, sonbaharda da köylerine döndüklerini görmekte ve yaşamaktayız. Ancak son otuz yıldan beri gerek ekonomik nedenler ve gerekse anarşik olaylar nedeniyle büyük ketlerde iş bulmak amacıyla ve huzurlu bir yaşam sürdürebilmek için batıya, İstanbul-İzmir ve Avrupa’ya göç ederek yerleştikleri görülmektedir. Kendi köylerinde ancak yaşlılar kalmış olup, köy yoğunluğu giderek azalmaktadır.
Kürt tarihi yazarı Bitlisli Şerefhan, 1585-1597 yıllarında yazdığı kitabında Tunceli ve yöresi hükümdarlarının ve beyliklerin, soy bakımından Türkmen kökenli olup Meliksah’a dayandıklarını ve onların da Turanî ırktan olduğunu şöyle ifade etmektedir:
“Bazı büyüklerin rivayetlerine göre Selçuklu Sultanı’nın dallarından biri olan Emir Salik bin Ali bin Kasım, Selçuklu Sultanı Alp Arslan zamanında Erzen-i Rum ve dolaylarının yönetiminde bulunuyordu. Kendisi ile Gürcistan Hükümdarları arasında köklü bir düşmanlık vardı. Aralarında her zaman savaş oluyordu. Nihayet 556 (1165) yılında iki taraf arasında çarpışmalar oldu ve kendisi ile ordusunun ileri gelenleri, Gürcüler’in ellerine esir düştüler. Kız kardeşi, Şah Ermen’im karısı olduğu için, bu şah, Gürcistan’a birçok armağanlar gönderdi ve kendisini serbest bıraktırmaya muvaffak oldu. Kendisinden sonra ise beylik tahtına Melikşah bin Muhamed geçti. Melikşah’ın gönlü bağımsızlığa ve tek başına hüküm sürmeğe heves etti. Bu yüzden savaş çıktı. 598 (M.1202) yılın da Selçuklu Süleymen bin Kılıçarslan tarafından öldürüldü. Erzen-i Rum da o tarihlerden beri Rum Selçukluları’nın ellerine geçti.”
Bu durumda Çemişkezek hükümdarının bu Melikşah’ın soyundan gelmiş olmaları ve “Melikşah” sözünün Kürt dilinde “Melkiş” biçiminde değişmiş olması muhtemeldir. Öte yandan Çemişkezek hükümdarlarının adları da, onların Turani soydan olduklarını kanıtlar. Çünkü, adlarının hiçbir vesile ile Arap ve Kurt adlarıyla ilgisi yoktur. Onların adları, Arap ve Kürt adlarına hiç benzemez.
Soyları ne olursa osun, rivayet ediliyor ki, adı geçen (Melkiş) Melikşah’ın etrafında büyük bir topuluk meydana geldi. Şanı yüceldi ve değeri arttı. Somunda 32 kale ve 16 nahiyayi istila etti. Buralar şimdi fiilen Çemişkezek hükümdarlarının egemenliği altındadır. Bundan ötürü, kendisine bağlı olanlar “Melkişi” adıyla adlandırılmışlardır.
Melikşah’ın adı geçen 32 kale ve 16 nahiyeyi egemenliği altına almasından bu yana, buralar, sıra ile ve veraset yolu ile çocuklarının ve torunlarının yönetimi altında bulunmaktadır. Bu şehriler ve nahiyelar, Cengiz Han, Timurlenk oğlu Şahruh, Mirza ve Türkmen Kara Yusuf gibi büyük fatihler zamanında bile ellerinden çıkmamıştır. O vilayetlerdeki durum, Şeyh bin Emin Yalıman (Belan) zamanına kadar bu arz üzerine sürüp gitti.” (39), demektedir.
Görülüyor ki, Dersim havalisi halkı, büyük çoğunluğu ile Turanî soydan olup Vali Edip Yavuz’un gerek Erzincan Tarihi ve gerekse Van Tarihine dayanarak Kürtler’i Milan ve Zilan diye ayırdıktan sonra Dersim havalisinin bir kısım oymaklarını Miller, bir kısmını da (özellikle Zazaca konuşan oymakları) Zillerden göstermesi, büyük bir çelişkidir. Kürtler, Milan ve Zilan diye ikiye ayrılırlar. Bu doğrudur ancak, Turani ırktan olan Dersimliler’in Milanve Zilanlara bağlanması yanlıştır.
Milan ve Zilanlar, Gurlar’dan gelseler bile (Lolan-Balaban-Abdalan) Eftalit- Akhun’lar-Hormekler-Haydaran ve diğer oymakların Gurlular ile hiçbir ilişkileri yoktur. Şerefhan’ın yazdığı gibi bu “Melkiş” sözü ile bu kesimin Milan soyundan gelmeyip, Melikşah’ın Kürtler’ce Melkis olarak söylenmesi ile olmuştur.
Günümüzde de ne dersimliler Milanlılar’ı ve Zilanlılar’ı kabul eder, ne de Milanlılar ve Zilanlılar Dersimliler’i. Tarihî kaynaklar bile bu iki zümre arasında en ufak bir rabıta bulamazlar. Bugünkü insan isimleri bile bu iki bölge arasında farklılık göstermiyor mu? Kürtler’in varlığını ve kökenlerini yazdığı Şerefhan bile, Yazdığı “Şerefname” kitabında, yüzlerce yıl öncesinden Dersimliler’in Türk olduğunu ve Kürtlükle bir ilgilerinin bulunmadığını verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı açık ve saçık bir şekilde belirtmektedir. Bin yıldan beri aynı bölgede birlikte olmalarından ötürü dil ve kültür etkilenişimi doğal olarak olabilmektedir. Ancak, bu etkilenişim, Dersimliler’in Kürt kökenli olduğu anlamına gelmemelidir.
Din ve mezhep, dil ve kültür bölümlerinde değindiğimiz gibi Türkmen olan bu bölge hâlkı, yüz yıllarca Şaffi Kürtler ile birlikte yaşamışlar ve olagelen olayların sürekli olarak aleyhlerinde sonuçlanması yüzünden yalnız kalmışlar, güvenlikleri için zorunlu olarak kırsal ve dağlık kesimlere çekilmişler ve oralarda okul ve eğitimden uzak kaldıkları için zamanla öz benliklerinden aşınmalar olmuştur. Düzlük ve ovalık bölgelerden, dağlık kesimlere çekilmelerinin en önemli faktörü de Yavuz Sultan Selim olmuştur. Onun, İdrisi Bitlisi’ye verdiği yetkilerle Alevi Türkmenlerin topraklarına geniş çapta el konulmuştur. Böylece bu dağlık yerlerde yalnız başlarına kalmış olan Dersimliler bu süreç içinde kim ve ne olduklarını unutarak, sadece alevi olduklarını bilmekle yetinmişlerdir. Aleviliklerini de zaman zaman Dedeleriyle yaptıkları cemler ve ozanlarının çaldıkları sazlarının deyişleriyle koruyabilmişlerdir.
Cumhuriyet döneminde bu durum değişmiş, köylerine ve kasabalarına okulların girmesi ile geniş halk kesimi okula ve eğitime sarılarak, aydınla geleceğe yönelmişlerdir. Son yüzdeler, Tunceli yöresinde eğitim düzeyinin, tüm Türkiye yüzdesinin çok üstünde olduğunu, okuma-yazma oranının yüzde doksanlara ulaştığını göstermiştir. Bu ibre değişimi ve artışının en önemli nedeni yıllarca devam edegelen ezilmişliğin ve inançsal baskıların sonucu olmuştur. Doğu bölgemizdeki hâlkımızın inançsal farklılıklarının gelişim çizgisini ve çağdaş yaşama yöneliş şemasını çıkardığımızda, bu gelişimin Aleviler yönünden olumlu, Şafii Kürt kesimi yönünde de olumsuz bir şekilde olduğu görülür. Bunun tek nedeni de Feodal yapının bir özelliği olan Şeyhlerin katı ve bağnaz tutumu ve halkın eğitim ve öğretimden uzak tutulmasıdır.
Doğu’da Şafii kesim, öğretmen ve okuldan uzak tutulup cami ve Kur’an kurslarına yönlendirilirken Lolan-Abdalan-Hormek vb. Alevi oymaklar da okula ve eğitime sarılarak, tek kurtuluş yolunun bu olduğu inancına varmışlardır. Bu farklı gelişimde tek neden, hacı hoca ve şeyhlerdir. Alevi Zümrelerde dinsel bağnazlık, hurafe ve körü körüne teslimiyet yoktur. Aksine inançsal özgürlük ve çağdaş eğitime yöneliş vardır. Okumanın her türlüsüne bilimin her dalına sonsuz bir arzu ve istek vardır. Halkın bu istek ve arzusunu köstekleyen ve engelleyen yoktur.
Doğu Anadolu’da Şeyhlik ve Hacı-Hıca dokunulmazlığı, ağır ve etkin bir kurum hâline gelmiştir. Her hangi bir Şeyh hakkında olumsuz düşünenler çarpılır inancı içindedir. Bu yer Tanrıları’nın istekleri dışında hareket etmek kesinlikle mümkün değildir. Bu nedenle ilk zamanlarda, yani günümüzden 40-50 sene öncesinde okula ve öğretmene pek rağbet edilmezdi. Şeyh, çocuğunu okula gönderip ilk-orta-lise ve üniversite mezunu yaparken, halktan, çocuklarını okula gönderenleri kâfirlikle suçlardı. Ancak, zamanla çevrelerinde okuyup meslek sahibi olan Alevi çocuklarını gördükçe, onlar da kamçılanır oldular. Yanıldıklarını ve uyutulduklarını anlayıp yavaş yavaş onlar da okula sarılır olmuşlardır. Şurası bir gerçektir ki, bizim insanımız gördükçe hızlanır ve yapar, düşünüş ve meylediş sonradan gelir.
Her dönemin mutlu ve mutsuz, ilkel ve uygar, çağdaş ve çağdışı yönleri olmuştur ve olacaktır. Geçmişin belki olanakları kıt, gelişmeleri sınırlıydı ama, elde olmayan koşulları da göz önünde tutmak gerekir. Şurası bir gerçektir ki, olumsuz gelişmeler ve istenilmeyen sonuçlar, hep cehâletten kaynaklanmıştır. Cehâlet, bireyselliği, kültür ve bilim, birlik ve beraberliği, rahatça yaşamayı sağlar. Burada suçlu olan, sefalet ve cehâlet batağında çırpınan hâlkımız değil, halkı çıkmazların içinde sokup cahil bırakan feodal yapı ve geçmiş yönetimlerin, yönetimsel anlayışıdır.
Doğu halkının çilesi, Alevi olsun, Sünni olsun, tüm kesimlerde topluma yönelik olmayan, sosyal adalet ilkelerinden uzak, bireysel ve çağdışı yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. Cumhuriyet öncesindeki Abdulhamit yönetimi, hâlkı biribirine düşerek, sefalet içinde süründürerek, kimi zaman da, zulüm-işkence ve baskılarla ezip geçerek yokluğa, sıkıntıya ve cehâlete mahkum etti. Kurdurulan Hamidiye Alayları, aşiretlerin biribrini kırıp geçirmesinden öte ya gidemedi. Giyim-kuşam ve beslenmeleri, hem hâlka ve hem de devlete büyük yük oldu. Merhum Mehmet Şerif Fırat, Aşiretler arası kin ve husumeti doğuran, sosyal gelişmeyi engelleyen, birlik ve beraberliği parçalayan Hamidiye Aşiret Alayları ile Abdülhamit ve Cumhuriyet dönemlerindeki sosyal yapıyı ve iç çekişmeleri şöyle belirtmektedir:
“Sultan Hamit Tarafından kurdurulan Hamidiye Alay teşkilatına alınmayan Lolan-Hormek ve diger Alevi oymakları, aşağı sayfalarda belirtildiği gibi Hamdiye Alayları Devrinde Cibranlı ağalarından kendilerini korumak için silaha asrılarak, güvenliklerini sağlamaya çalışmışlar, buna rağmen zaman zaman büyük zararlara uğramışlardır.
O çağlarda, bu kabilenin ağası bulunan Kalıbaloğullarından Mehmet Ağa, Hamidiye alaylarına karşı hükümetin nüfuzuna sarılmak maksadıyla Varto Mevlisi idare azalığına girmiş ve yine de Hamidiye Alay kumandanlarının nüfuzları altında ezgin bir hâle gelmişti. Bu aşiret halkı, meşrutiyette büyük varlık göstermiş, millî mücadele harekâtında görevini yapmış, Cumhuriyet devrinde de Şeyh Sait ayaklanmasında, millî kuvvetler safında çalışmış, hükümetten ödüller almış, Cumhuriyet rejimi için önemli görevlerde çalışarak, devlet olan yurttaşlığını ispat etmiştir.” (40).
Abdülhamit’in Doğu siyaseti ve Alevi toplumu üzerindeki baskıları, tarihî belgelerle ortadadır. Abdülhamit de, 1. Selim gibi İran’ın mezhepsel etkinliğine karşı Kürtleştirme politikasını gütmüş, Şafii kesimden Hamidiye alaylarını oluşturarak sözüm ona devleti ayakta tutacağını ummuş, böylesine onulmaz bir hata ile yanlış yönlendirmenin girdabına devleti sürüklemiştir.
Abdülhamit’in bütün gayreti, kurduğu Hamidiye Alayları ile Doğudaki Türkmen oymaklarını ezmekten ve mezhepsel birlikten uzaklaştırıp Kürtleştirmeye zorlamaktan, Şeyh Sait gibi bağnaz, gerici ve şeriat kokan bir ayaklanmanın temelini atmaktan öteye gidememiştir. Yapılan ayaklanmada Hamidiye Alay komutanlarından Miralay Halit Bey, Binbaşı Kasım gibilerin olması bunun açık bir göstergesidir. Böylece Abdülhamit’in ektiği tohumun faturasını çok acı bir şekilde millet ödemiştir.
Gerek Lolan ve gerekse Hormek-Abdalan gibi oymakların Hamidiye Aşiret alaylarına alınmayışları, üstelik karşıt bir şekilde mücadele etmeleri, bu iki oymağın ve Alevi kesiminin kimliklerini belirtmeğe yeterlidir.
Abdülhamit, devleti ayakta tutacağım diye aşiretleri birbirine düşürme plânlarını kurarken, bu alayların kurmayları da büyük hesaplar peşinde idiler. İnglitere- Fransa ve Rusya’nın planlı gayretleri ile doğu Anadolu üstünde kumar tezgâhları kuruluyordu. Görülen şudur ki, bu güne kadar yapıla gelmiş Kürt ayaklanmalarında Aleviler ile Kürtler’in hiçbir ortak eylemleri olmamıştır. Alevi kesiminde yar alan Koçkiri ve dersim ayaklanmaları ideolojik olmayıp, sadece sosyal hizmetlerdeki haksız ve ayırıcı uygulamalardan kaynaklanmıştı. Sayın İsmail Beşikçi’nin belirttiği gibi:
“Varsayım 30- Doğu Anadolu’da Türkler, Alevilerle ortak eylemlere girdikleri hâlde, Kürtler, Sünni Türkler’le ortak eylemlere girmemişlerdir.” (41). Gerçekten geriye dönüp baktığımızda, geçmişten günümüze dek yapılagelmiş tüm olaylarda Aleviler ile Şafii Kürtler, hiçbir ortak eylemde görülmemektedir. Bunun da tek nedeni inanç ve kültür farklılığıdır. Geçmişteki acı olaylar, her dönemde Aleviler ile Şafii Kürtler arasına mesafeler koymuştur. Düşümce inanç, dil ve kültür birliği olmayan, üstelik aralarında asırların erkek biriktirdiği nifak tohumları, sürekli ayırımcılığı getirmiştir. Özet olarak denilebilir ki Doğu Anadolu’daki Aleviler ile Şafiiler iki ayrı kutup olarak kalmışlardır.
1925 Şeyh Sait ayaklanmasında, devletin milli kuvvetleri olay yerine gelinceye kadar Alevi oymaklar, sadece kendilerini korumak amacıyla savunmaya geçerek cepheler açmışlardır. Şeyh Sait’in sıkıştırıldığı Varto yöresindeki Abdurrahman Köprüsünde Serçüklü rahmetli Hüseyin Efendi’nin komutasındaki Lolanlı kuvvetler tarafından esir alınmış olmasına karşın, istiklâl mahkemesinde, sadece intikam almak amacı ile “Bunlar da bizimle beraberdi” şeklindeki yalan ve sahte beyanlarla İstiklâl Mahkemesi, oyuna getirilmek istenmiştir. Hem de ayaklanmanın kurmayı ve elebaşısı olan ve aynı zamanda ikili oynayan Cibranlı Binbaşı Kasım’ın idamdan kurtulmasına ve müebbet hükmünü giymesine karşılık.
Dinsel akımların ve mezhepsel inançların gelişimi, kitlelerin sosyal, kültürel yapılarının özelliklerine göre yerleşim anlarında yayılmalar olmuştur. Bu günkü aşiretlerin yapısal özelliği de, bu tür etkilenmeden oluşmaktadır. Mehmet Şerif Fırati Lolan oymağının Erzincan ve Danzik bölgesinde iken Hicri 736 yılında yani, İlhanlılar’ın dağılış dönemlerinde Anadolu’da kurulan Eretna Beyliği başkanı “Alaettin Eretna” tarafından mürşitliği onaylanan Horasanlı Hacı Kureyş Baba’ya çerağ hakkı da bağlanarak Alevi olduklarını açıklar. Bu tarih, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkıldığı, beyliklerin kurulduğu, Moğollar’dan İlhanlı hükümdarlığının son döneminde olduğu ve Kırşehir yöresinde kurulup yayılmaya başlayan Bektaşiliğe geçiş tarihi olsa gerektir. Zira, Horasan’dan gelen kavimlerin yüzde sekseni, daha Horasan!da iken Aleviliği benimsemişlerdi. Müslümanlık Türkler arasında yayıldığı zamanlarda, yönetim, teokratik şekliyle Emeviler’de idi.
Emeviler, Abdülbaki Gölpınarlı’nın belirttikleri gibi, kendilerinden olmayanlara köle anlamına gelen “Mevali” diyorlardı. Arabistan’ın bu çöl Bedevileri, kendilerinden olmayan ve aynı zamanda Arap olmayan kavimleri hakir görüyorlardı. O sıralarda Hz. Ali soyunun ezilmesi ve Kerbelâ olayı ve sonrasında Hâlifeliğin babadan oğla devam eder şekilde Emeviler’e geçmesi, Kuteybe Haccac-ı Zalim’in İran ve Azerbaycan’daki zulümleri nedeniyle Türkmenler’in Hz. Ali soyuna sempati duymalarıyla Aleviliği benimsedikleri tarihî bir gerçek.
İslâmiyet öncesi dinî kurumların, o zamanın yaygın inancı olan Zerdüşt ve Şamanizm etkinliğinin doğurduğu inanç ve gelenekler olmuştur. O günlerden beri dinsel inançlarını sürdüren Alevi oymaklar, bu gün de aynı inancı sürdürmekle beraber, çağımızın gereği olan bilim ve Kültürle kendilerini yenilemekte, dünya üzerinde değişen global anlayışa ayak uydurmaya çalışmaktadırlar.
Seydi Özyiğit, age.s.7-33
Biruni, İbni Havkal, s.480
Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklu Tarihi s. 346
Prof. Dr. Osman Turan, age, s.349
Edip Yavuz, Tarih Boyunca Türk Kavimleri
M. Şerif Fırat,Varto Tarihi, s.89
EdipYavuz, age, s.295
Prof. Dr. Osman Turan, age, s.42-43
Prof. Dr. Osman Turan, age s.51
Prof. Dr. Osman Turan, age s.68
T. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi C.1 s. 165
Şerefhan , Şerefname, Kahire Nüs. s.188-9
M. Şerif Fırat, age, 85-86
İsmail Beşikçi, D.Anadolu Düzeni-s.3