DAĞLAR, DİNLER ve ALEVİLER
OCAKLARDAĞLAR, DİNLER ve ALEVİLER
“… Dağlar, tarihinin her döneminde dini hayatın merkezinde bulunmuş, kutsallar arasında bulunması gereken yerini almıştır. Onların yüceliğinde ve gizemliğinde sırlar aramış… Bu sebeple her dönemde cazibe merkezler olmuşlar, şiirlere konu edilmişler, yüceliklerinde dini anlamlar ve anlayışlar aranılmıştır. Hsieh Ling Yun, Han Shan gibi Çinli şairler, dağların tepelerinin birbirine yaslanarak bulutlara değmesiyle cennete ulaştıklarını düşünmüşlerdir. Dağlar, sonsuzluğun estetikleri kabul edilmiş, harikalar olarak görülmesi ve yükseklikleri, Tanrı düşüncesine götüren bir yol olarak kabul edilmiştir (Diana L. ECK 2005, IX/6212). İnsanlar ilahi mesajdan ayrıldıklarında, görsel olarak putları tanrılaştırdıkları gibi, animist bir anlayışla da tabiat varlıklarını ve ruhları tanrılaştırmışlardır. Gökyüzünü bu ilahlar için karargâh olarak kabul ederek, bulutlardan ibaret olmayıp kat kat olduğunu düşünmüşlerdir. Bu sebeple “Gök” kelimesi, bazı milletlerde ve Moğollarda “Tanrı” anlamında kullanılmıştır (Bkz. Ahmet Mithat (trsz), 50-51 ). Tanrılarını kendilerinden ve yeryüzünden o kadar uzak düşünmeyen bu insanlar, onların mekânı olarak da dağları görmüşlerdir. Yunan Mitolojisinde İlahların yeryüzündeki ikametgâhı “Olimpus” dağıdır. İlahi menşeli olmasına rağmen ilkel dini inançlarla benzerlik gösteren tarzda Yahudiler, Kudüs’ün taşlık ve kayalık bir dağı olan “Sion Dağını” Tanrının ikametgâhı kabul etmişlerdir (Bkz. Mezmur, II/6, IV/1, Daniel IX/16). Hindu inanç sistemindeki üç ilahtan biri olan Şiva, “Grisa” (Dağların Efendisi) olarak isimlendirilmiş ve Himalayalar’daki “Kilisa Dağ”ında ikamet ettiği düşünülmüştür (Diana L. ECK 2005, IX/6212)
… Dağlar, dünyanın kozmik merkezi olarak kabul edilmişlerdir: Hintlilerin kutsal dağı olan Meru veya Sumeru dağı gibi bazı dağların dünyanın merkezi, Cennet ve yeryüzünü birbirine bağlayan bir fonksiyona sahip olduğu düşünülmüştür. Hindu Mitolojisinde 4 kıtanın Meru dağından yayıldığı, bu dağın cennete de dünyadan bir tohum fidanı olarak uzandığı kabul edilmiştir. Dünya dairesinin merkezi olarak kabul edilen bu dağ, sembolik olarak birçok Hindu tapınağının mimarisine de orijinal örneklik teşkil etmiştir (Diana L. ECK 2005, IX/6212). Babil mitolojisinde de “kozmik dağ” inancı dikkat çekmektedir. Babil’de Ziggurrat dünyanın kendisidir. Tapınak kozmik dağı simgeler. Çok sayıdaki Keldani resim yazılı sahnede, Tanrı tıpkı bir güneş tanrısı gibi iki dağ arasından çıkar gelir. Kutsal dağ, tam bir tahttır; çünkü sahip tanrı, evrenin yaratıcısı orada hüküm sürer (Eliade 2002, 26). Kozmik dağın zirvesi, yalnızca dünyanın en yüksek noktası değil, olmakla kalmaz; aynı zamanda dünyanın göbeği, yaradılışın da başladığı yer olarak kabul edilir (Eliade 2002, 26). Mircae Eliade, Süryanice bir kitapta Adem’in yeryüzünün merkezinde, daha sonra İsa’nın haçının dikileceği yerde yaratıldığının, İsa’nın da, Adem’in yaratıldığı yer olan kozmik dağın zirvesinde ve yaratılışın merkezinde acı çekerek, kanıyla bütün insanoğlunun günahlarını bağışlatarak kurtuluşa götürdüğünün, İsa’nın çilesinin bütün yeryüzünü kapsadığını, kozmik dağın zirvesi olan Golgotha’nın büyüsel olarak bütün gezegeni kapsadığının yazılı olduğunu zikretmektedir (Eliade 2002, 26). Türk Mitolojisinde de Altın Dağ aynı fonksiyona sahip bir dağdır (Ögel 1971, II/290). Göktürkler ve Uygurlar döneminde dağlık ve ormanlık bölge olan Ötüken, devletin merkezi olarak kabul edilir. Merkez, her zaman kutsal bir görev üstlendiği için, dağlar ve orada bulunan her şey kutsanır (Fuzuli Bayat 2006, 48). Uzak doğuda Gunung-Agung Dağı (Bali adasının merkezidir), Japonya da Fuji Dağının arasında bulunduğu dağlar, Kuzey Afrika da Atlas dağları, Doğu Afrika da Kilo-Kli Manjaro dağı, Meru dağı ile aynı fonksiyona sahip dağlardır (Diana L. ECK 2005, IX/6212). …Tayland’da üzerinde ayak izlerinin bulunduğu Phra-Sat dağları gibi dağlar, kozmolojik herhangi bir rolü olmadığı halde, insan ve kutsal arasında kuvvetli bir bağa sahip olmuşlardır. Phra-Sat da bulunan bu izler, Budistlere göre “Buda’nın, Hindulara göre “Şiva”nın, Müslümanlara göre Hz. Âdem’in, Hıristiyanlara göre St. Thomas’ın ayak izleri olarak kabul edilir (Diana L. ECK 2005, IX/6213). Hz Musa’nın vahyi aldığı ve Allah ile konuştuğu Sina Dağı, Yahudilerce kutsal görülmüştür (Bkz. Tanyu 1973, 9-10), Kutsal Kitap’da bu olgu şöyle ifade edilmiştir; “Rabb’in görkemi Sina Dağı`nın üzerine indi. Bulut dağı altı gün örttü. Yedinci gün Rab bulutun içinden Musa`ya seslendi. Rabb’in görkemi İsrailliler`e dağın doruğunda yakıcı bir ateş gibi görünüyordu. Musa bulutun içinden dağa çıktı. Kırk gün kırk gece dağda kaldı.” (Çıkış, 24/16-18) Hz. İsa, “Dağ Vaazı” olan ve önemli esasları açıkladığı konuşmasını Hıristiyanlarca kutsanan Zeytin Dağında yapmıştır. (https://www.holyhill.com/index.php?option=com_content&view=article&id=16&Itemid=24 24.11.2012). Hz Muhammed’in (sas) ilk vahyi aldığı Hira Dağı da, kutsiyet atfedilmemekle birlikte Müslümanların ziyaret ettiği yerlerden biri olmuştur.
... Sümerler, En-Lil’i mukaddes dağların kralı olan tanrı kabul etmişler, ilk Kaos’un sularından yükselen dünya dağının tepesinde taht kurduğunu düşünmüşlerdir. Fenikeliler de, ayin ve tapınakları yükseklere yapmışlar, Lübnan dağlarını kutsal kabul etmişlerdir (Bkz. Tanyu 1973, 5-6). Altaylar, Türkistan coğrafyasındaki ulu dağların çoğu, Tanrı anlayışıyla bağlılığı olan, "Han-Tengri", "Kayrakan", "Abu Kaan" gibi adlarla adlandırılmıştır (Beydilli 2004, 147). Burhan-Kaldun Dağını kutsal kabul eden Moğollar da, en yüksek dağlar “Dağ İlah” seklinde düşünülmüştür (Tanyu 1973, 7). Yakut halk biliminde de, Tanrı'nın yedi katlı bir dağ üzerinde yaşadığına inanılmıştır. Başkurtlarca, “Tura Tev" olarak anılan, kutsal bilindiği için de kurban kesilmeden önce kesinlikle çıkılmayan dağ da bu silsilenin içinde yer almıştır. Gök-Tanrı'ya kurban merasimi de kutsal bilinen böyle dağlarda yapılmıştır (Beydilli 2004, 147). ”( Dr. Mustafa Baş, Dinlerde ve Geleneksel Türk İnanışlarında Dağ Kültü, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13 (1), 165-179… 2013 )
Dr. Mustafa Baş Hocamız işte bu somut gerçekleri bir bir ortaya sermiş. Dağ kültü, Türkmen Alevilerin geldikleri Türkistan, Horasan başta olmak üzere dünyamızın dört bir yanında yaşanmış bir tarihi inanç kültüdür. Bölücü zevatın Alevileri avlamak için doğa dini olarak Reya Hekiye uydurması akla mantığa sığacak bir şey değildir. Sanki dağ kültü sadece ve sadece Yukarı Mezopotamya’da yaşayan bir Kürt tarafından biliniyordu. Bütün dünya insanlığı her yerde bu aşamalardan geçerek geldi. Bu bölücü zevata göre sanki “Türkmenler de Orta Asya’dan yola çıkarak, Horasan’a uğrayıp batıya ilerlerken, dünyadan bi haber, düşünmesini, gördüğünü anlayacak kabiliyeti olmayan zavallı bir topluluktu.” Bu insan topluluğu yürüye yürüye geldiler, Yukarı Mezopotamya’da Reya Hekiye’leri gördüler. “Aaaa bak bizi hiçbir şey bilmiyormuşuz!!!!. Bu heriflerin inancı ne güzelmiş” deyip Reya Hekiyeci oldular. Anlattıkları zırvalar bu kadar basit ve gerçek dışıdır. Hey gidi emperyalistlerin piyonları!!!! O Alevi Türkmen kahramanları Gök Tengri inancıyla binlerce yıl yaşadılar. Kutsal dağlar, hayat ağaçları-yüksek ağaçlar, kutsal nehirler, güneş, ay, yıldızlar doğayla ilgili çeşitli kültler onların çok iyi bildikleri şeylerdi. Onlar İslam’ı Ehli Beyt evlatlarında öğrendiler. Hz. Ali’nin yolu olan Aleviliğe ikrar kıldılar. Yaylalarında, obalarında o bilinçle eğitildiler. Dede-babalar önderliğinde kuzeydeki Turan ülkesinde Meverahünnehr’e indiler. Türkistan ve Horasan’da milyon milyonlara ulaşan Alevi Oğuz Türkmen boylarıydı bunlar. Onlar Maverahünhr’e yığın yığın geldiklerinde bölgedeki iki büyük gücün, yani Karahanlı ve Gazneli devletinin korkulu rüyası oldular. Sonra Horasan’a doğru ilerlediler. 1026 yılında Ceyhun’u geçip Horasan’a geldiklerinde Gazneli Mahmut gibi bir zalim yobazının sömürüsü ve zulmü, onları isyan ettirdi. Yürüyüşüne devam eden Türkmen Akınını, ne Kürt aşiretleri yani sizin taptığını Diyarbakır Mervani Beylerine de koca Bizans, ne Gürcü, ne Emeni güçleri engelleyemedi. 1048 ‘de İbrahim Yınal ve Kutalmış önderliğindeki ordumuz Erzurum-Hasankale düzlüğünde Bizans, Ermeni, Gürcü ordusunu iki gün süren savaşta yok ettiler. 1071’de Malazgirt’e Alpaslan komutasında ki ordumuz Bizans’ın belini parçaladılar. Bin yıllık Bizans duvarını yıktılar. Ve coşkun bir sel gibi Anadolu’ya aktılar. Hey Beşikçi !!!! Bin yıl öncesinden ve bugün, senin o uydurmalarını kale alacak ne bir Türkmen ne de bir Alevi vardır. Ancak ve ancak senin uydurmalarını, soyunu sopunu, aslını inkâr etmiş, kaybetmiş kişiler inanabilir. Onlar zaten emperyalizmin birer piyonu haline getirilmişlerdir. Ama Hz. Ali yolunda giden, binlerce yıllık Alevi bilinci ile nice zulümlere karşı direnen, Atatürk ve devrim bilinci ile vatanını seven ve ülkemizin birliği, dirliği için canını vermeye hazır olan ilerici, laiklik ve demokrasi inancına sahip Alevileri kandıramazsınız.İlginizi Çekebilir