© Alevi Ocağı

DERSİM’İN YÜZ KARASI: YAVUZ’UN YANINDA SAF TUTAN ALEVİ DEDESİ PİR HÜSEYİN-2

DERSİM’İN YÜZ KARASI: YAVUZ’UN YANINDA SAF TUTAN ALEVİ DEDESİ PİR HÜSEYİN-2

ZEYNEL COŞAR yazdı… Tunceli’de Alevi düşmanı ve katliamcısı İdrisi Bitlisi’nin mesai arkadaşı Bıyıklı Mehmed’le bir olup Nur Ali ile savaşan Pir Hüseyin, ertesi yıl Diyarbakır-Mardin taraflarına gider. 1516 Mayıs ayı ortalarında Mardin -Koçhisar bölgesinde Dede Garkın düzlüğünde yapılan savaşta İdrisi Bitlisi ile bir olup babası ve akrabalarının yoldaşı Ustacalu Karahan’ın komutanlığını yaptığı Şah İsmail’in Oğuz Türkmen ordusuna karşı savaşır. Tercan Sarıkaya Köyünde Höbek Yaylasında yetişen Ustacaluların birçok lideri Safevi devletinin kuruluşundan büyük emekleri vardır. Bunların içinde Şah İsmail’in Genelkurmay Başkanı konumunda ki, Diyarbakır valisi olan Ustacalu Mehmed de vardı. Ustacalu Mehmed Çaldıran Savaşında öldürüldü. Şah İsmail onun yerine kardeşi Karahan’ı Diyarbakır Valiliğine atadı. O yıllarda Diyarbakır, Urfa, Mardin, Adıyaman, Halep, Musul, Kerkük ve Erbil, 1045 yılından beri Türkmen yurduydu. Dicle boylarında 300 tane Türk köyü vardı. Mardin, Urfa ve Adıyaman da böyleydi. Beş yüz yıldır bu bölgeyi yöneten Türklerdi. Diyarbakır Valisi Tercanlı Ustacalu Karahan ve kardeşi Mardin Valisi Süleyman Beyler bölgede iki yıl kararlı şekilde Osmanlı Ordularıyla savaşmaya devam ettiler. Hatta Süleyman Bey Mardin kalesinde üç yıl direnmiştir. Süleyman bunu nasıl başardı? Bölgedeki Türk gücüyle başardı. Osmanlı ordusu Yavuz’un Mısır Seferi sonrasında 1517 yılı sonunda gönderdiği büyük çaplı kuvvet sayesinde Mardin Kalesini zapt edilebilmiştir. Bunu sebebi bu bölgede yaşayan halkın çoğunluğunun Türkmen Alevi kitleleri olmasından dolayıdır. İkinci Çaldıran: Dede Garkın Savaşı Dede Garkın savaşı bir anlamda İkinci Çaldıran savaşıdır. 1516 Mayıs ayı ortasında Mardin- Koçhisar ilçesi yakınlarında Dede Garkın Düzlüğünde yaşanmıştır. Pir Hüseyin, Türkmen düşmanı İdrisi Bitlisi komutasındaki Kürt Derebeyleriyle bir olup, Bıyıklı Mehmed’in komuta ettiği Osmanlı Ordusu safında, Şah İsmail’in ordusuna saldırmıştır. Çaldıran Savaşı’nda dersler çıkartan Karahan ve Türkmen Beyleri, Osmanlı ordusuna merkezine konulan ateşli silahların hedefi olmamak için, karşıdaki ordunun önce sağ ve sol kanatların uçlarından içeriye doğru saldırarak merkezi zayıflatıp arkadan sararak yenmeyi planlamışlar. Bu plana göre Dede Garkın Düzlüğünde bozkır savaşının rüzgâr kanatlı atlıları ilk saldırılarda Osmanlı ordusunun sağ ve sol kanadını perişan ederler. Kanatlardaki tüm azap ve süvarileri kılıçtan geçirirler, sağ ve sol kanttaki askerleri merkezin üstüne yıkarlar. Türkmenler yalın kılıç girdikleri savaşta ilk anda başarılı sonuç alırlar. Tıpkı Çaldıran Savaşı sırasında Şah İsmail’in bizzat elde kılıç savaşarak Osmanlı ordusunun sol kanadını çok kısa sürede yok ettiği gibi benzer bir durum Dede Garkın Savaşında yaşanmıştır. Osmanlı Ordusu bozguna uğramak üzereyken ve Bıyıklı Mehmed kaçmayı düşünürken, tam o anda Pir Hüseyin devreye girerek Türkmen ordusuna şiddetli bir saldırıda bulunur. Bu saldırı ile dağılmak üzere olan Osmanlı ordusunun yenilgiden kurtarıyor. Kısa süre içinde tekrara kendini toparlayan Osmanlı ordusu seri şekilde ateşli silahlarını da kullanmaya başlar ve Karahan tedbirsiz bir şekilde merkez önlerinde geçerken, bir tüfek ateşine hedef olur. Yaralı halde atından düşer ve rakip askerlerce öldürülür. Bu andan itibaren doğal olarak her şey bir anda değişiyor. Delikli demir icad olmuş metlik bozulmuştur. Türkmenlerin şiddetli saldırısına uğrayan ve perişan hale düşen Osmanlı ordusu, top ve tüfekleri çalıştırınca savaşın seyri değiştirir. Başkomutan Karahan savaş meydanında öldürülünce Türkmen Ordusu dağılır. Dede Garkında Kadınlar da Savaştı Ayrıca Çaldıran ‘da olduğu gibi Dede Garkın Savaşında kadınlar da yerini alırlar. Tüm Oğuz-Türkmen savaşlarında gördüğümüz kadınlarımız da kılıç elde Dede Garkın savaşında da yoldaşlarının yanında yerini almışlardır. Kadınların komutanı Ustacalu Karahan’ın eşidir. Bu kadın Şah İsmail’in kız kardeşidir. Dede Garkın savaşında ki kadın savaşçıları, başta Selahattin Tansel olmak üzere birçok Osmanlı Tarihçisi yazmaktadır. “…Ayrıca Kara Han, Şah’ın kız kardeşi, olan karısının hizmetlerindeki kadınları da erkek kılığında süvari safları arasına tevzi etmiş bulunuyordu.” (Selahattin Tansel. Yavuz Sultan Selim, s. 87) Yine o sırada Kürt aşiret kuvvetlerine komutanlık yapan İdrisi Bitlisi kadınların da savaştığını şöyle yazar.“…Yetenekli ve yetkin bir komutan olan Karahan, sapkın şahın kız kardeşi olan eşini bir mahalde il ve ulusun başına bırakıp bütün kadınları süvari kılığına sokarak saf oluşturdu.( s.279)… İnatçı kavmin Şahın kız kardeşiyle evli bulunan kumandanı Karahan, tıpkı erkekler gibi kadınlardan bir saf oluşturup bir birlik tertip etti.”(Selimşahname.say 298) Alevi Düşmanı İdrisi Bitlisi Pir Hüseyin’i Anlatıyor O günlerin canlı tanığı olan, Türkmen ve Alevi katili İdrisi Bitlisi, Dede Garkın savaşında Karahan’ın şiddetli saldırıları sonucu zor durumda kalan Osmanlı Beylerinin, Sarı Saltık’ın torunu Pir Hüseyin’in devreye girmesiyle nasıl kurtarıldığını heyecanla anlatır. Pir Hüseyin’in savaş meydanından yaptıkları ile Dede Garkın savaşının kaderini değiştirmiştir. Savaş meydanında olup bitenleri Bitlisi şöyle yazar. “…Müjdelenmiş sol kanattaysa Kürt büyükleri ve beyleri, savaşçı yiğitlerden oluşan yaklaşık kırk bin kişilik orduyu yerleştirdiler. Bendeniz ise Kürt taife krallarıyla Osmanlı komutanları arasında uyum ve anlaşmayı sağlamak için yerlerini aldılar… Aşağılık Kızılbaş güruhunun karşı koyma ve vuruşmadan başka hiçbir tedbiri kalmadığından saf tertip etmek zorunda kaldılar. Yetenekli ve yetki sahibi bir komutan olan Kara Han, Sapkın Şah’ın (Şah İsmail’in) kız kardeşi olan eşini bir mahalde il ve ulusun başına bırakıp bütün kadınları süvari kılığına sokarak saf oluşturdu…Kara Han’ın sağ kanadını bir anda sol kanada saldırdı. Öyle bir savaş başladı ki gün görmüş feleğin gözü çok zamandır bu kan dökücü savaşın bir benzerini görmemiştir. Kara Han, Hüsrev Paşa’ya ve Karaman ordusuna korkunç bir darbe indirdi ve birliklerin saflarını bilek gücüyle birbirinden ayırdı. Tesadüfen semavi kaza ve ani bir bela gibi tüfek mermisi Karahan’ın üzerine düştü. Kara Han anında atın üzerinde kesek yemiş karga gibi helak toprağına düştü. …O saatte ilahi tevfikle başlarında Kürt Beylerinden Çemişgezekli Pir Hüseyin Bey bulunduğu sol kanattaki mücahitler tarafından mülhit topluluğunun üzerine yürüdü. Uzun bir süre devam eden karşılıklı çatışmada yiğit Kürt gençlerinden birçoğu yere yıkıldı. Dulkadirli ordusundan bir gurupla onlara destek veren ulufeci (paralı asker) Türkler, direniş göstermeyip yüz çevirdiler. O sırada bu hakir fakir, Kürdistan’ın ileri gelen beyleriyle, özellikle sol kanattan Şeref Bey, Sağ kanattan Melik, Halil ve diğer beyler ile “Şu anda durmak mümkün değildir. Pir Hüseyin Bey’e ve sol kanattaki askerlere yardıma yetişmek gerekir” diye karara vardık… İki taraf arasında uzun süren bir savaş oldu. Kürdistan’ın yiğit gençleri gayret gösterip düşmanları ortadan kaldırdılar ve çatışma mahallinde düşmanların hiçbirisini sağ bırakmadılar. Düşman askerinin bazısı öldü bazısı kaçmaya koyuldu. Derin ırmaktan ve dar geçitten geçince toplu olarak susuz ve bitkisiz çöl olan Sincar sahrasına doğru kaçtılar. Bazıları kendilerinin, atlarının, nökerlerinin susuzluğu yüzünden helak olurken, bazılarını da mücahitler ordusu takip edip ele geçirerek beylerbeyine götürerek kılıçtan geçirdiler. …Bazıları ise Karahan’ın Şah İsmail’in kız kardeşi olan eşiyle birlikte yolları iyi bildikleri için Telafer tarafından Musul’a kaçtılar ve oradan bin bir güçlükle Kerkük yolundan Tebriz tarafına, Şah İsmail’e ulaştılar. O taife (Türkmenler) tamamen temizlenince Mardin, Hınsı Keyf kalesi, Ergani, Siver (Savur), Sincar, Ruha, Çermük ve Birecik gibi Diyarbakır’da Kızılbaş elinde kalmış olan kale ve beldelerde kapılarını kapattılar. Beylerbeyinin kendisi, Hüsrev paşa ve bazı beylerle birlikte Mardin’i kuşattı. Ancak kalede Karahan’ın kardeşi Süleyman Bey ve Kızılbaş ileri gelenlerinden bazıları kaleyi korumak için kalmışlardı. Ve kaleyi teslim etmeye yanaşmıyorlardı.” Bu kaleyi Şah İsmail’den emanet aldık, ancak kendisi teslim izni verdiğinde teslim edilir” dediler. Kürt mücahitleri kaleyi kuşattı… Oranın kuşatılması yaklaşık iki yıl sürdü. Sonunda kale halkı Şah İsmail’in yardımından ümidi kesti. (Yavuz 1517 yılı sonunda Mercidabık savaşı sonrası Bıyıklı Mehmed Paşa’yı top ve tüfeklerle tekrar Mardin kuşatmasına gönderir) Mardin ele geçirildi. Beylerbeyi kalede sağ kalanları intikam kılıcından geçirdi ve başların özellikle Ustacalu Muhammed’in kardeşi Süleyman’ın başı dergâha gönderildi. (İdrisi Bitlisi bölgede Türkmenlerin elinde tuttuğu tüm kaleleri ve beldeleri tek tek sayarak bunları katliam ve kırımla nasıl ele geçirildiğini uzun uzun anlatır.) Böylece Kürdistan’ın tamamı, koruma altına alınmış memleketler arasına katıldı. Urimi Uşini ve Erbil hududundan başlayıp Çemişgezek ve Arapkir uçlarına kadar olan yerlerde Kürdistan beyleri ve melikleri ve büyükleri, sultanın seçkin kulları arasına katıldılar ve bu topraklar Şam memleketine ilhak oldu.”( İdrisi Bitlisi- Selimşahname,say.279-283 ) Dede Garkın savaşını en özlü olarak anlatan Selahattin Tansel karmaşık ve bir o kadar da heyecan verici savaşı şöyle yazar.” … Osmanlı kuvvetleri, sağ, sol ve merkez olarak tertiplenmişti. Sağ kola Hüsrev Paşa’nın idaresi altında 6000 kişilik bir Anadolu ve Karaman süvarisi, sol kola ise Karaçinoğlu Ahmed Bey ile İdrisi Bitlisi ve Kürt Beyleri vardı. Bunların idaresindeki kuvvetleri sayısı 4000 kişi idi. 2000 kişilik kapıkulu askeri ve topçular merkezde Mehmed Paşa’nın komutasında idiler. Kara Han ise kuvvetlerini iki kısma ayırmış birinin başına Şah’ın yeğeni Hüseyin Bey ile birlikte kendisi, diğerinin başına da Hemedan ve Dergüzer valisi geçmişti. Ayrıca Kara Han, Şah’ın kız kardeşi, olan karısının hizmetlerindeki kadınları da erkek kılığında süvari safları arasına tevzi etmiş bulunuyordu. Her iki kolda da üçer yüz korucu vardı. Savaş Osmanlı sağ kanadına karşı girişilen bir hücumla başladı. Bu hücum o kadar şiddetli olmuştu ki bir an bozulur gibi olan Hüsrev Paşa’ya, merkezden yardımcı kuvvetler göndermek mecburiyeti hâsıl oldu. Osmanlılar sol kanatta da başarılı olamadılar ki buraya da Silahdarlar ağası Bali Bey yardıma gönderilmiştir. İşte savaşın bu şekilde devam ettiği ve sonucunun ne olacağı kestirilmediği sırada Kara Han’ın bir kurşunla boğazından yaralanması ve Nasuh adındaki gazi tarafından başının kesilmesi, İranlıların yenilmesinin ve savaş meydanından 8000 ölü bırakmalarının en mühim amillerinden birisi oldu. …Zafer haberleri ile birlikte Kara Han’ın başını ve bu savaşta öldürülen Kızılbaşların burun ve kulaklarını Padişah’a götürenler, Akşehir’de(Konya) Padişah’ı çok memnun etmiştir… Casuslar İranlılar hakkında çok dikkate değer bilgiler vermişti. Bir casusun dediğine göre, yanında 15.000 kişilik bir kuvvet olduğu halde yaylada bulunan Şah İsmail, Durmuş Bey’i bir kısım kuvvetlerle Kara Han’a yardım etmek üzere, Diyarbakır’a göndermiş, fakat bu kuvvetler gönderilen yere varmadan Karahan’ın öldürüldüğü haberini almışlardı. Bunu üzerine Şah’ın ne suretle hareket edeceğini soran Durmuş Bey’e, yerinden ayrılmaması ve Şah’ın o tarafa gelerek birlikte Sinan Paşa’nın üzerine hücum edeceği, Öte taraftan Aladağ’da bulunan Kürtlerin Durmuş Han’la birleşeceği bildiriliyordu. Yine bu casusun bildirdiğine göre, elde edilen bir Osmanlı topu, örnek alınarak, İran ordusu top ve tüfekle teçhiz edilmeye başlanmıştı. Yine bu casusa göre, Mardin savaşından canlarını kurtararak İran’a doğru kaçan Kızılbaşlara, Kürt Beyleri yol vermemişlerdir. Onun için bu askerler yurtlarına gitmek için Arap topraklarından geçmek zorunda kalmışlardır. …Yavuz Kızılbaş kuvvetlerinin Eski Koçhisar’da uğradığı önemlice hezimetten sonra daha az tehlikeli hale düşürülmüş olan Şah İsmail’i bir tarafa bırakmış olmalı ki, Mardin’i işgal etmeden, Bıyıklı Mehmed Paşa’yı kendi kuvvetlerine katılmak üzere yanına çağırmıştı. Bu yüzden, Mardin’de bırakılan Hüsrev Paşa’nın küçük kuvvetleri karşısında Kara Han’ın kardeşi Süleyman Bey tarafından savunulan Mardin şehri bir yıl kadar kendisini koruyabildi. Fakat Yavuz Sultan Selim Mercidabık savaşını kazanıp Haleb’i ele geçirdikten sonra, Bıyıklı Mehmed Paşa’yı yeniden oraya gönderince, durum birdenbire değişti. Mardin kalesi kısa zamanda zabt edildi ve kaleyi savunan komutanın başı (Ustacalı Süleyman)Padişah’a gönderildi. Mardin’in düşmesi ve Kürt beylerinin Padişah’a itaat etmesi, bu bölgedeki İran hâkimiyetine son verdiği için Padişah’ı çok memnun etmişti.”[1] (Selahattin Tansel.age. 87-89) Dede Garkın savaşını Safevi tarihçisi Hasan Rumlu da kısa ve öz olarak şöyle anlatır. “…Ertesi gün Kara Han bayrakları dalgalandırarak atına bindi ve ordunun sol kanadını gerektiği biçimde düzenledi. Diğer yandan Bıyıklı Çavuş da ordusunun sağ ve sol kanatlarını işbilir kişilerle sağlamlaştırdı. Askerlerin önüne çok miktarda Frenkli darbzenlerle (hafif top) dolu arabalar yerleştirdi ve onların çevresini de zincirlerle birbirine bağladı. Arkalarına develer ve teçhizatlar yerleştirdi. Mahşer çölünün bir örneği sayılan alanda, her iki tarafın da askerleri düzene sokulduktan sonra, ilk kez gaziler kılıçlarını çektiler, mızraklarını düşmana doğrultarak Rumlulara saldırdılar. Sağ ve sol kanatları yerinden oynatarak ortaya götürdüler. Kaçış yolları olmayan Rumlular savaşa başladılar. O gün gazilerin kılıcından korkan Rumlulardan bazıları atlarını bırakıp birbirlerinin omuzlarında dolaştıkları söylenir. Yeryüzü ölülerle o kadar doldu ki atlılara dolaşma, piyadelere ise geçiş fırsatı kalmadı. Sancak emirleri Paşa’ya (Bıyıklı Mehmed’e) “ordumuz darmadağın oldu. İş artık ölüm ateşinden geçti. …Zafer anında kaçış kuralına uygun davranalım” dediler. Ama Bıyıklı Çavuş bu sözleri kabul etmedi ve askerlerini savaşmak için kışkırttı. Bir kez daha kötülük ve heyecan dolu, Rumlular saldırıya geçtiler. Gaziler onları yeniden merkeze püskürttüler. Bıyıklı Çavuş’un çatışma meydanından kaçış vaktine yönelmesine az kalmıştı ki, Karahan atıyla Rumlulara saldırdı ama, bir kaza tüfeğiyle onun yaşamı sona erince gazilerin morali bozuldu. Rumluların da harekete geçmesi üzerine, Kızılbaşlar kaçmayı kalmağa yeğlediler. Böylece Bıyıklı Diyarbakır’ı ele geçirdi ve bu haber ivedilikle Sultan Selim’e ulaştırdı.”(Hasan Rumlu, Ashsenü’t Tevarih,s.194)

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER