© Alevi Ocağı

EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNİN AÇIKLAMASI-5

EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNİN AÇIKLAMASI-5

HAKKI SAYGI yazdı… *** Âdem ile Havva birlik idiler Ne güzel bir mekân bulduk dediler Cennetin içinde buğday yediler Sürdük bu dünyaya püyan eyledik Âdem ile Havva’nın birlik olması şudur; bunlar ezelde Zat itibarı ile bir idiler, yani aynı nur ve aynı ruh idiler. Sonra halden hale geçerek altı safhada insansı sıfata büründüler ve burası ne güzel bir mekân dediler. Ezelden beri, yani başlangıcı ve sonu bilinmeyen zamandan beri var olan Âlemlerin Rabbi Zat: daha önce söylediğim gibi, kendisine bir âlem halk etti ve zuhura geldi. Yani; ete kemiğe büründü ve halden hale geçerek, farklı farklı sıfatlarda “ilk” canlı varlıkları kendi Zat’ından halk etti. Daha sonra Mutlak Zat, yani HU, halk ettiği bu canlı varlıklardan iki sıfat seçti ve kendisine ait;  “ilim, irade, kudret, yaratma, hayat, işitme, duyma, görme, kelam, meydana getirme ve bunlara benzer pek çok Esma” gibi, genetik özelliklerini onlara vererek, kendi sıfatında “Âdemoğlunu”, yani Âdem ile Havva’yı, kendi varından halk etti. Âdem ile Havva; Allah’ın, “ilim, irade, kudret ve akıl” gibi tüm genetik özellikleri ile yaratıldıkları için “Cennette” idiler. Çünkü Allah, Kuran’da: “Gerçekten biz “Âdem”i en güzel bir surette yarattık.” (26) Kuran’ın şu ayetinde de, “Andolsun ki, Âdemoğullarını (şuur boyutunda yaratılmışın oğullarını) ikramlarla şerefli kıldık!” (27) diyor. Bu ayetlere göre, “en güzel bir surette ve şerefli” kılınmak, ruh ve huy güzelliği bakımındandır. Bu vasıfları ile Âdem ile Havva, diğer tüm varlıklardan üstün yaratılmışlardı ve onlar da bunun bilimci içinde cennette yaşıyorlardı. Ancak iblis, onların bu halini kıskandı ve onlara, “siz çok üstün vasıflara sahipsiniz, Allah’ın tüm özellikleri, sizde de mevcut, ne diye kendi iradenizle hareket etmiyorsunuz?” diyerek, onları Allah’ın buyruklarına karşı gelmeleri için ikna etti. Onların bu durumu Allah’a malum oldu ve omları cennetten kovdu. Bu hususu Kuran’da da görüyoruz: “Sonra da onu, esfeli safiline, yani aşağıların aşağısına indirdik” (28) buyuruyor. Görüldüğü gibi, aşağıların aşağısı, yani hayvan sıfatında cennetten kovuldular. *** Âdem’le Havva’dan geldi çok insan Nebi’le Veli’ler oldu mümayan Yüzbin kere doldu boşaldı cihan Nuh Neciyyullaha tüfan eyledik Âdem ile Havva, Kuran ayetindeki; “Onu düzenleyip ruhumdan üfledim” (29) diyen Allah’ın kendisine ait olan DNA’sı, yani; “ilim, irade, kudret, yaratma, hayat, işitme, duyma, görme, kelam, meydana getirme ve bunlara benzer pek çok Esma” gibi, genetik özellikleri ile halden hale geçerek farka geldiler. Bu duruma göre, Âdem ile Havva’dan gelen zürriyetlerde de Allah’a ait tüm genetik özellikler mevcut olacağı için, o insanlar da Âdem oldular. Bu Âdemoğullarından pek çok Nebi’ler ve Veli’ler, bu dünyadan geldi geçti. Ancak, Nuh Peygamberin ümmeti, Nuh’un, Allah’tan vahiy olarak aldığı buyrukları, kendilerine anlatmasına rağmen, onu dinlemediler ve Allah’a isyan ettiler. Bunun üzerine Allah tarafından büyük bir tufan meydana geldi. Bu tufandan ancak, Nuh Peygamberin yanında yer alanlar kurtulabildi. Kendi eşi ve oğlu da dahil inanmayanların tamamı helak oldular. Nuh Neciyyullah’tan maksat ise Allah’ın kurtuluşa erdirdiği kimsedir, yani “Nuh” demektir.  Kurtuluştan maksat ise hakikati anlamış olmaktır. İşite bundan dolayıdır ki, Allah’ın Resulü Hz. Peygamber Efendimiz, “Beninim Ehl-i Beyt’im, Nuh’un Gemisine benzer, bu gemiye binenler, selamete çıkarlar” buyurmuştur. *** Salih’e bir deve eyledik ihsan Kayanın içinden çıktı nagihan Pek çokları buna etmedi iyman Anları hak ile yeksan eyledik Salih Peygamber, Semud halkı üzerine Allah tarafından, tebliğ edici olarak görevlendirilmişti. Semud halkından birçoğu, Salih Peygamber’in peygamberliğini kabul etmediler. Salih Peygamber’in tebliğinde ısrar etmesi üzerine Semd kavimi, ondan peygamberliğini kanıtlayıcı bir delil göstermesini istediler. Salih Peygamber onlara mucize olarak dişi bir deve getirdi. İslam kaynaklarına göre bu deve; sert bir kayanın kovuğundan canlı bir hayvan olarak çıkmıştı. Bu deve bütün kavmin içtiği su kadar su içiyordu ve içtiği su kadar da süt veriyordu. (30) Salih Peygamber, mevcut olan suyu, bir gün devenin içmesi, bir gün de insanlar içmesi şekilde bir kural koymuştu. Ayrıca bu deveye zarar vermeleri halinde, ilahi azabın üzerlerine ineceğini söyledi. (31) Buna rağmen, deveden rahatsızlık duyan inançsız bir grup, devenin ayakları kesilerek, öldürüldü. (32) Salih’in devesi, zahiri olarak maddi bir varlıktır ve kaya içinde, yani “Mağara” da büyüyordu.  Bunun batınî, yani içsel anlamı ise şudur: Kaya,  maddi bir bedendir.. O, Allah ki, görünmez alandan görünür alana çıkmak diledi de “ete kemiğe bürünerek” bu âlemde deve sıfatında göründü. Ancak, Âdem Peygamber’de olduğu gibi, bu deveye diğer varlıklardan farklı olarak, önemli bir kutsallık kazandırıldı ve Salih’e hediye edildi. Hatta Salih’e “sen nereden geldin” diye sorulduğunda¸ “devem nereden çıktı ise ben de oradan geldim” diye cevap vermiştir. Semud kavmi, Salih’e inanıp, Allah’a iman etmediler ve Allah’ın hakikati ile ilgili delil istediler. O da devesini delil gösterdi, fakat Semud halkı, deveyi yakalayıp, ayaklarını keserek öldürdüler ve büyük günah işlediler. Allah’ta onları bir anda helak etti ve bu dünyadan yok olup gittiler. *** Bir zaman Ashab-ı Kehf-i uyuttuk Hazret-i Musa’yı “Tur”da okuttuk Şit’e çulha yaptık bezler dokuttuk İdris’e biçtirüb kaftan eyledik Keyf; oyuk, mağara anlamındadır. Ahsab-ı keyf ise mağara arkadaşlarıdır ve şunlardır: Yemliha, Meyelina, Tikselina, Mernüş, Debenüs, Şazelüs, Kefeştatayyüs, Kıtmir (köpekleri). Ahsab-ı Keyfin uyuması, yetmiş veya yedi yüz yıl olarak kabul ediliyor ki, bu onların hakikate vakıf olup, o kadar yıl devranda ruhen seyirde bulunmuş olmasına işarettir. Bunlar uyandıktan sonra üzerlerindeki eski paralarla nazar-ı dikkat çekmişler ve takip edilmişlerdir.  Rivayete göre takipten kurtulmak için bunlar dağlara kaçmışlar ve dağlarda başlarını toprağa sokup, aylarca toprak altında kendilerini gizlemişlerdir. Bu gün Hint fakirlerinin gösterdikleri bu gibi garibeler de onlara benzemektedir. Bugün Avrupa’nın en makbul cins saydığı köpeğin de “Kıtmir” neslinden geldiği bazı söylentiler arasındadır. Bu cins köpeğin ana vasfı insana çok benzeyişi ve çok hassas oluşundandır. Allah’ın,  “Musa’yı “Tür” da okuttuk demesinden” maksat ise şudur: Musa Peygamber, daha önce her şeyden ayrı bir Allah’ın mevcudiyetini farz ediyordu. Ne vakit ki onu görmek istedi, kendi özünden gelen bir ses ona: “Eğer sen beni görmek istersen kendi sıfatına bak, çünkü sen, benim Zat’ımın bu âlemdeki görünen sıfatısın” dedi. Nitekim buna misal olarak ise ağaç Musa’ya: “Ene Rabbüküm’ül-Ala” dedi, yani “Ben âlemlerin Rabbi Allah’ım” dedi. (Kasas suresi 30)  İşte o zaman Musa hakikati anladı ve kendi kendini dinleyerek,  “Tevrat”ı meydana getirdi. Musa’nın Tur-i Sina’ya gitmesinden maksat ise dağlar ve kayaların da kendi nefsinden başka bir şey olmadığını idrak içindir. Şit’e çulha yapıp, bezler dokutmaktan maksat ise şudur: Zat-ı gerçeklik için Şit,  maddelerin, yani varlıkların devrana girip, halden hale geçerek, değişim gösterdiklerini anladı ve bunun için çalıştı. İdris ise bu halden hale geçmelerin, kendi mertebelerin nasıl zuhur etmeleri gerektiğini açıkladı ve bu suretle kâinatın düzenini sağladı. Burada anlatılmak istenen şudur: Hz. Şit ve Hz. İdris, Allah’ın onlara bahşetmiş olduğu ilim, irade ve kudret sayesinde, belli bir şuur boyutuna ulaştılar, Allah’ın; “O, her an yeni bir şendedir” (33) ayeti gereğince devrana girip, halden hale geçerek,  her varlıkta başka başka sıfatlarda tecelli ettiğini idrak ettiler. Ve bu düzenin Allah’ın “Sünnetullahı” olduğunu bildiler Başka bir deyişle, Şit, ilk maddeyi keşfetti.  İdris ise onu hayat gerçeğine göre ölçtü, biçti ve dikti, yani yerli yerine koydu. Zahiri, yani dış anlamda Şit, çulhacılığın; İdris ise terziliğin üstadı oldular. 26) Tin surresi, 4. 27) İsra suresi, 70 28) Tin suresi, 5. 29) Hicir suresi, 29 30)  M Ali Sabuni, s. 306, 31) A’raf, 73/ Hud 64 ayetleri. 32) Neml suresi, 48 33)  Rahman suresi, 29   Devam edecek…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER