© Alevi Ocağı

EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNİN AÇIKLAMASI-6

EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNİN AÇIKLAMASI-6

HAKKI SAYGI yazdı…   Süleyman’ı dehre Sultan eyledik Eyub’a acıdık derman eyledik Yakub’u ağlattık nâlan eyledik Musa’ı Şuatub’a çoban eyledik  Derh, zamanda, yani bir vakitler, Hz. Süleyman, Allah’a şöyle dua etmişti; “Ey Rabbim! Beni bağışla, bana, benden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi. Allah, onun duasını kabul etti ve ona çok büyük imkânlar tanıdı. Böylece Süleyman’a, tüm canlılar ile konuşma yeteneği verildi. Ayrıca Hz. Süleyman, rüzgârları kontrol edebilirdi,  öyle ki istediği yere rüzgâr getirebilir, istediği yerden rüzgârları dağıtabilirdi. Denizden geçmek isterken sular ikiye ayrılırdı, geçtikten sonra sular tekrar birleşirdi. Hz. Süleyman, ne zaman isterse köşk ve saray yaptırabilirdi. Hz. Süleyman'ın bir mührü vardı ve bu mührü ile istediği her şeyi kolaylıkla yapabiliyordu.  Pek çok ülkeyi yönetiyordu ve bu haliyle derhin, yani zamanın Sultan’ı olmuştu. Ancak, tüm bunları yapan, eden Hz. Süleyman’ın özündeki Zat, yani gizli hazine idi, tüm filler O, yüce Zat’ın filleri idi, mühür Zat’ın elinde idi. Ne zaman ki Süleyman, Firavun’un kızı ile evlendi, a’la’dan, esvsele düştü, tüm yeteneğini kaybetmiş oldu. Hz: Eyub’un dedesi Hz. İshak,  torunu Eyub’un,  çok evladı, malı ve mülkü olması için Allah’a dua etmişti. Allah, bu duayı kabul etti ve Hz. Eyub’e pek çok evlat, mal ve mülk verdi. Hz. Eyub, çok cömertti, her zaman sofrasında, mutfağında fakir birini bulundururdu. Dullara, yetimlere ve fakirlere yardım ederdi. Allah’ın kendisine vermiş olduğu bu nimetleri her zaman birileriyle paylaşırdı. Ancak, bir müddet sonra tüm evlatları ile malı-mülkü, teker teker elinden gitti. Eşiyle birlikte tek başlarına kaldılar. Pek çok hastalık vücudunu sarmıştı. Buna rağmen tüm bu olanları, sabır ve metanetle karşıladı; “veren Allah, alan Allah” diyerek, hiçbir zaman sabır ve şükrünü kesmedi. Allah, O’nun bu sabrından dolayı, ona acıdı ve dertlerinden, yaralarından onu kurtardı ve yeniden ona evlat, mal- mülk verdi. Eyüb’ün göstermiş olduğu bu hareket, kendisinden sonra gelenlere bir örnek oldu. Bunun için “Eyub’ün bu sabrı!” bir atasözü haline gelmiştir. Hz. Yakup’un hayatı çile ve imtihanlarla doludur. Hz. Yakup’un on iki oğlundan biri olan Yusuf, rüyasında 12 yıldız ile Ay ve Güneş’in kendisine secde ettiğini görmüştü. Bu durumu öğrenen kardeşleri, onu kıskandıkları için bir su kuyusuna atmışlardı. Hz. Yakup, evlat acısı ve evlat ihaneti ile imtihan edilmiştir. Senelerce evladı Yusuf için gözyaşı dökmüş ve evlat acısıyla gözleri kör olmuştu. Kırk yıl sonra oğlunun Mısır’a Sultan olduğunu öğrendi ve tekrar oğluna kavuştu. Bu hasret sonunda da gözleri tekrar görmeye başladı. Yakup Peygamber, eşi ve 12 oğlu Allah’a şükür etmek için Yusuf’un önünde secdeye kapandılar. Böylece Yusuf’un rüyası gerçekleşmiş oldu. Kuran’da: “Yusuf, ana babasını tahta oturttu. Kardeşleri, önünde saygıyla yere kapandılar.. Yusuf, dedi ki, “Babacığım! İşte bu önceden gördüğüm rüyanın ta kendisidir.” (34) Hz. Musa, Firavun’un terbiyesi altında büyümüştü, ancak huzursuzdu. Firavundan kurtulmak için gizlice Mısırdan kaçtı. Kendisi Hz. İbrahim soyundan olmasına rağmen, Kenan taraflarına değil de Medyan taraflarına gitmişti. Çünkü yola çıktığında aniden önüne bir atlı çıkmıştı.  Musa, o kimseye Kenan taraflarına nasıl gideceğini sormuştu. Atlı, O’nu Medyan istikametine yönlendirmişti. Bu atlının Hızır olduğu söylenmektedir. Musa, uzun bir yolculuktan sonra Medyan su kuyusuna ulaştı. Çobanlar sürülerini sulamakla meşguldür. Ancak, diğer tarafta iki kız, çekingen bir vaziyette kendilerine sıra gelmesini bekliyorlardı. Musa, bu iki kız kardeşe yardım etmek istedi ve onların hayvanlarını suladı. Musa, yorgun olduğu için bir gölgeye çekildiği bir sırada, o iki kızdan biri utangaç bir halde Ona (Musa’ya) geldi. Dedi ki, “Babam, hayvanlarımızı sulamanın karşılığını ödemek amacıyla seni davet ediyor. (35) Musa, Şuayb’a gelip,  başından geçenleri ona anlattığında, Şuayb, dedi ki: “Korkma! O zalim toplumdan kurtuldun!” Kızlarından biri dedi ki; “Ey babacığım! O’nu işe al.” (36) Şuayb, kızının bu teklifini uygun gördü ve Musa’ya şöyle bir teklifte bulundu: “Sekiz yıl, bana hizmet edersen, kızlarımdan birini sana nikâhlarım. Eğer bunu kendi iradenle on yıla tamamlarsan daha da hayırlı olur, ama seni zorlamak istemem” (37) dedi. Musa da bu teklifi kabul etti. Bu kıssadan şunu anlıyoruz. Musa, şaşkındır, ne yapacağını bilemiyordu. Hızır, O’nu Medyan tarafına yönlendirdi, Şuayıb Peygamberle buluşturdu. Şuayıb. O’na hayra vesile olan her hizmetin bir karşılığı olabileceğini öğretti ve Musa’nın belli bir şuur boyutuna erişerek, gerçeği görmesini sağladı. Böylece Musa’nın peygamberlik serüveni başlamış oldu. Dikkat edilirse Edip Harabi Baba, “yaptık, ettik” diyerek, bu dört peygamberin kıssalarındaki tüm fiillerin, tek bir kimsenin değil, her birinin kendi özlerindeki Allah’ın Zat’ının iradesi olduğunu anlatmak istiyor. Özet olarak anlatmaya çalıştığım bu dört peygamberin kıssaları, tamamen Allah’ın iradesidir, yani yapan, eden hep O, olmuştur. *** Yusuf’u kuyuya attırmış idik Mısır’da kul diye sattırmış idik Zeliha’yı ona çattırmış idik Zellesinden bend-i zından eyledik Yusuf, rüyasında Ay’ın, Güneş’in ve 12 yıldızın kendisine secde ettiğini görür. Bunu duyan ağabeyleri, onu kıskanırlar, ondan kurtulmak için onu bir su kuyusuna atarlar. Babaları Yakup’a da “Yusuf’u kurt yedi” derler. Yusuf, bir kervan tarafından kurtarılır ve Mısır’da Potifar isimli bir tüccara köle olarak satılır.  Potifar, Yusuf’u kendi evladı gibi bağrına basar. Ancak, çok güzel olan Potifar’ın karısı Züleyha, genç ve yakışıklı olan Yusuf’tan hoşlanır, onun nefsinden faydalanmak ister. Her ne kadar Yusuf, böyle bir ilişliye izin vermese de sonunda zindana atılır. Uzun yıllar zindanda kalır ve bu sırada Allah tarafından kendisine “Ledün İlmi” ihsan edilir. Buraya kadar anlatılanlar zahiri bir açıklamadır. Ancak, Yusuf kıssasını batini olarak ele alacak olursak: Kuran ayetindeki; “Onu düzenleyip ruhumdan üfledim” (38)  dediği ruh, Allah’ın Zat’ının ruhudur, yani tüm âlem ruhudur. Zat; “ete-kemiğe bürünerek” Yusuf sıfatında göründü. Kuyu, insansı bedendir, ruh bu bedende hapis edilmiştir. Yusuf’un kuyudan kurtarılması ise Ruh’un insansı bedenden, yani cehaletten kurtulup, gerçekleri ve hakikati idrak ederek, “İlm-i Ledün” sahibi olmasıdır. Bir başka deyişle, insansı bedende iken, “hep ben-ben” dediğinin de aslında özündeki Allah’ın Zat’ı olduğunu idrak etmiş olmasıdır. Ruh, bu gerçeği bildiği ve idrak ettiği zamandır ki, hapis olmaktan kurtulur, manada da varlıklarda da, her şeye hükmeder ve Sultan olur. Bilindiği gibi, Yusuf’ta maddi olarak kuyudan çıktıktan sonra Mısır’a Sultan olmuştur. Daha önce söylediğim gibi, Yusuf, Züleyhan’nın tuzağından nefsini korumuştur. Bu onun irade sahibi olduğunu, dolayısıyla nefsini bildiğini gösterir.  Eğer insan nefsini bilirse, Rabbi’ni de bilmiş olur. Bu örnek sadece Yusuf için değil, tüm insanlık âlemi için geçerlidir. İnsanın nefsini bilmesi, dolayısıyla sultan olması da kâinata hükmetmesi de ancak ve ancak kendi hakikatini bilmekle mümkündür. Yusuf’un Züleyha’ya çattırılması da sevginin esas ve ezeli olduğunu işaret eder. Yani onlar, ezelde kudret kandilinde tek bir nur idiler. *** Davud Peygamber’e çaldırdık udu Kazadan kurtardık Lüt ile Hûd’u Bak ne hale koyduk Nar-ı Nemrud’u İbrahim’e bağ-ü bostan eyledik İlâhî bilgi, ibadet, tespih, tevhit, müzik ve tüm ilâhî bilgiler, ruhun gıdasıdır. Özellikle tasavvuf müziği, vahdet-i vücut, yani vücudun birliği anlayışıyla bestelenmiş dini ve felsefi bir müzik türüdür ki, doğrudan ruha hitap eder, ruhu rahatlatır. Bu tür müzikle beslenmiş olan ruhlar, “ulvi veya âli” ruhlardır ki doğrudan cennete giderler. Bu gibi tasavvuf müziği, ruhu mest eder, cezbeye sokar. Cezbe ise öyle bir şeydir ki; bir an için ruhun madde âlemden mana âlemine geçmesini sağlar, bir an için ruhu,  Allah’ın Zat’ı ile bütünleştirir. Yani; bir an için ruhu, vuslata kavuşturur, bir an için zerreden bütüne doğru öyle bir akış olur ki, insan veya ruh, bir damla misali deryaya karışır ve bu aşk deryasında yok olur. Ruh, bir çalgı, yani müzik yoluyla olan vahdet zevkini ilk önce Hz. Davut Peygamber’de duydu.  Bir başka deyişle, çalgının ahenkli coşkusu ile ruhlar, derhal “nur” oldukları, yani  “vahdet halinde” oldukları zamanı hatırlarlar ve bundan da çok büyük bir zevk duyarlar. İşte Zat’ın kendi kendini eğlendirmesi ilk olarak Davut Peygamber’de “Ud aleti”  ile ortaya çıkmıştır. Nemrut ise kötülüğün timsalidir, Nemrut ismi, nefs-i emare veya zulmet anlamına gelir. Hz. İbrahim ise, tevhidi temsil eder. Kuran’da; “Öyle ise Hakk’a yönelin, İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildir. (39) buyuruyor. Nemrut ve İbrahim, varlığın iki zıddıdır. Ve bu iki şahıs maddeten ve şeklen de bir birine zıt olarak dünyaya gelmişlerdir. *** İsmail’e bedel Cennetten kurban Gönderdik şad oldu Halil’ür Rahman  Balığın karnını bir hayli zaman Yünus Peygamber’e mekân eyledik Kurban kelimesi, Allah’a yaklaşma, yakın olma gibi anlamlara gelmektedir. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmesi, aslında kendi özünü, kendi benliğini Hakk yolunda kurban etmesi demektir.  İbrahim, bu hareketiyle bir madde olan insansı bedeni terk etmeden de Zat’a, yani Rabbe varılacağını idrak etmiş oldu ve oğlunu ve kendisini yok sayarak, elde ettiği bu hakikati sevgiliye kavuşma uğruna maddeten bir kurban nezir etti ki şimdiye kadar gelen kurban kesme ananesinin aslı budur. Alevi/Bektaşi inancına mensup olan kimselerin, bu hususa fazla önem vermeleri ve her fıtratta kurban kesmeleri de bu hususu idrak etmiş olmalarındandır. Bir başka deyişle kurban kesen kimse, kendisini kurban eder, kendi canına bedel olarak kurban keser. Yani kendi özlerindeki Zat’ı (HU), idrak ettiklerinden dolayı kurban kesmeyi zorunlu sayalar. Balığın karnını Yunus Peygambere mekân eyledik demekten maksat ise şudur: Hakikat Yunus’un maddi varlığında bir müddet habis kaldı, yani Yunus’un ruhu bir müddet cehalet içinde idi. Ne zaman ki hakikati idrak edip gerçeğe ulaştı, o zaman ruhu cehaletten kurtuldu, yani Yunus Peygamber, bir bakıma balığın karnından çıktı.  Balığın karnından kurtulmak ise zulmetten kurtulup nura kavuşmuş olmaktır *** Bir mescide soktuk Meryem Anayı Pedersiz doğurttuk orada İsa’yı Bir ağaç içinde Zekeriya’yı Biçtirip kanını reyzan eyledik Luka İncil’ine göre Cebrail, Yusuf ile nişanlı olan Meryem’e bir oğlan doğuracağını müjdeler ve adının İsa olacağını bildirir. Ona yüce Allah’ın oğlu denecek, Rab, yani Allah ona babası Davud’un tahtını verecek, Yakub’un evi üzerinde ebediyen saltanat sürecek ve onun saltanatı hiç son olmayacaktır (Luka, 1/26-34). Meryem, kendisinin evli olmadığını, dolayısıyla böyle bir doğumun olamayacağını belirtince melek, Allah’tan olan bir sözün hükümsüz kalamayacağını belirtir (Luka, 1/34-38). Meryem’in hamileliği anlaşılınca Yusuf, nişanı bozmak ister, ancak Rabbin meleği, rüyasında ona görünerek, çocuğun Ruhulkudüs’ten olduğunu söyleyip Yusuf’u ikna eder (Matta İncili, 1/18-21, 24-25). Meryem ve İsa konusunu Kuran’da da görüyoruz.  Zekeriya Peygamber, Rabbi’ne mealen şöyle dua etmişti; “Rabbim! Gerçek şu ki, çok yaşlandım, karım ise kısır. Ledününden, yani öz varlığından bana bir veli ihsan et ki, bana varis olsun.” (40) Rabbi: “Ey Zekeriya! Seni, kendisinin ismi Yahya olan bir erkek çocukla müjdeliyoruz” (41) Zekeriya; “Rabbim, karım kısır ve ben de ihtiyarlıkta sınıra ulaşmış durumdayım?” (42) Rabbi dedi ki: “O bana kolaydır. Sen (anılır herhangi) bir şey değilken, daha önce seni halk etmiştim.” (43) Kuran’ın şu ayetinde de: “Muhakkak ki, Allah indinde İsa’nın oluşumu, Âdem’in oluşumu gibidir O’nu moleküler yapıdan (topraktan) yarattı, sonra “Ol” dedi ve oldu”. (44) Bu ayetler, ilk insanın ve diğer canlı varlıkların, Âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından ilk olarak ve daha sonra nasıl vardan var edildiğini çok açık olarak bize gösteriyor. Rabbi, Zekeriya’ya; “O bana kolaydır. Sen (anılır herhangi) bir şey değilken, daha önce seni halk etmiştim” (45) diyor. Diğer ayette ise: “Muhakkak ki, Allah indinde İsa’nın oluşumu, Âdem’in oluşumu gibidir” (46) deniyor. Yine aynı ayette, O’nu topraktan yarattı, sonra “Ol” dedi ve oldu” ifadeleri yer alıyor. Her iki ayetteki ifadelerden şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: İsa’nın oluşumu Âdem’in oluşumu gibiyse, Âdem’in oluşumu da İsa’nın oluşumu gibidir. Eğer: “Allah,  Esma anlamlarının bir bileşimi şeklinde, yani “ol” emriyle; topraktan veya moleküler yapıdan meydana gelene ruh üfleyerek, onu insan haline getirmiş ise, yine aynı şekilde moleküler yapıdan meydana gelen ana rahmine de ruh üfleyerek onu insan haline getirebilir, ikisi de aynı şeydir. Âdem’i doğrudan doğruya kendi Zat’ından, Yahya ve İsa’yı ise dolaylı olarak kendi Zat’ının sıfatı olan “dişiden“, yani Yahya’yı Zekeriya’nın eşinden, İsa’yı ise Meryem’den halk etti. İşte bundan dolayıdır ki, “İsa’nın oluşumu Âdem’in oluşumu gibidir” deniyor. “Külli Kudret” dediğimiz yüce Zat, ilk yaratılışta, her canlı varlıktan bir erkek ile bir dişi yaratmıştı. Öyle ise bundan sonraki yaratılış biyolojik, yani döllenme suretiyle zuhura gelecektir. Ancak son iki ayetteki ifadelerde çok önemli şu hususu görüyoruz; ilk yaratılış ile daha sonra devam edecek olan yaratılışlar, Allah’ın kendisinden kendisini halk etmesi gibidir. Nasıl ki, ilk yaratılış kendi öz varından zuhur etti ise daha sonraki var oluşlar da kendi Zat’ının sıfatları ile olacaktır. Bu oluşumlar hakkındaki geniş bilgiyi, “kâinatın var oluşu” bölümünün ikinci kısmında detayları ile görebilirsiniz. Zekeriya’nın ağaç içinde biçtirilmesi ise şudur. Zekeriya, belli bir şuur boyutuna erişerek, bu kâinatın, Allah’ın Zat’ının sıfatları olduğuna idrak etmişti. Yani kâinat adını verdiğimiz, görünür görünmez tüm unsurların, Allah’ın Zat’ının tecellileri olduğunu fark etmişti. Allah’ın bu vasıflarını diğer insanların da fark etmelerini isteyince, henüz bu şuur boyutunda olmayanlar, onu yanlış anladılar ve öldürmek istediler. Öldürülmekten korkan Zekeriya, bir ağaç kovuğuna girerek saklanmıştı. Bunu fark eden gözü dönmüş cahil kimseler, onu ağaç ile birlikte keserek, öldürdüler. Ancak Zekeriya’ın maddi, yani etten kemikten asıl olan insansı bedeni yok olmuştu ama aslı, yani kendi özü olan Zat’ı ise mutluluğa ulaşmıştır. Zekeriya ismi de “Zikir”den gelir ki Allah’a ulaşmanın başlangıcının “Zikir” olduğuna işarettir. Devam edecek…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER