EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNİN AÇIKLAMASI-7
OCAKLAR
EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNİN AÇIKLAMASI-7
HAKKI SAYGI yazdı…
Beyt’ül Mukaddes’te Kudüş Şehrinde
Nehr-i Şeri’ada Ürdün Şehrinde
Tathir etmek için günün birinde
Yahya’yı İsa’ya üryan eyledik
Şeria Nehri, İsa’nın Yahya tarafından vaftiz edildiğine inanılan nehir olması nedeniyle Hristiyanlıkta önemli bir hac merkezidir.
Hıristiyanlar, Hz. Yahya’ya “ilk gelen” diyorlardı. Hıristiyanlara göre Hz. Yahya, İsa’nın geleceğini haber vermek için gelmişti. Onlara göre, Yahya, İsa idi. Yahya sıfatı ile geldi ve daha sonra İsa şekli ve sıfatı ile geleceğini haber verdi.
Gerçek anlamda ise Külli Kudret dediğimiz Zat, kendisine ait olan; “ilim, irade ve kudret gibi tüm genetik özellikleri ile Yahya sıfatına bürünerek, bu âlemde zuhur etti.
Hz. İsa, Ürdün’deki Şeri’a Nehrinde çıplak olarak yıkanmıştı. Bunun anlamı tüm kötü fillerden soyutlanarak, sırf ruh kaldığına işarettir. İsa, ilk olarak madde bir bedenle geldi, fakat daha sonra kendi özüne dönerek, ruhunu tamamen saflaştırarak, saf ruh haline geldi. Bu sebepten kendisine “Ruhullah” dendi. İsa, Allah’ın ruhu olunca da kendi insansı sıfatı, onun bu haline engel sayılmadı. Bu sebepten diğer varlıklar üzerinde dilediği gibi tasarruf edebildi. Bu sebeptendir ki, kırk yıllık ölüyü diriltebildi.
Tekrar söylemek gerekirse, Hz. İsa’nın Şeria Nehrinde yıkanması, tüm kötü fiillerden arınarak, saflaşması anlamındadır. Hıristiyanların çocuklarını nehirde “vaftiz” ettirmeleri de bu inanca dayanmaktadır.
***
Böyle cilvelerle vakit geçirdik
Bu enbiya ile çok iş bitirdik
Başka bir Nebiyy-i Zişan getirdik
Anın her nutkunu Kuran eyledik
Âdem Peygamberden beri yüz yirmi dört bin peygamber geldi geçti, her biri bir şeyler söyledi. Ancak insanlar, onların söylediklerinden, hiçbir şey anlamadılar. Yani Hakk’ın sırlarını ve hakikatini idrak edemediler. Bu sebepten insanlar, birbirlerine sormaya başladılar: “Acaba bu kâinatı var eden üstat nerededir?” Gökteki mahlûk yere bakıp, “acaba aşağıda mıdır?” Yerdeki mahlûk göğe bakar, “acaba yukarda mıdır” der.
Ta “elest-ü bi-rabbiküm” zamanından Hz. Resül’e gelinceye kadar yüz yirmi dört bin peygamber geldi ve gitti. Her biri bir söz söylediler. Ancak, hiç biri bunu tam olarak anlatamadılar. Ne zaman ki Hazret-i. Resülallah ile Hazret-i Ali ve Ehl-i Beyti dünyaya geldiler, bu âlemi yoktan var eden üstadı, yine bu âlem içinde bildirdiler. Nişanını dahi bu eşya içinde verdiler.
***
Küffar-ı Kureyş’i ettik bahane
Muhammed Mustafa geldi cihane
Halkı davet etmek için iymane
Murtaza’yı ona ihvan eyledik
Kureyş Kabilesi Reisi Abdül Menaf,’Kâbe’nin yöneticisiydi. Abdül Menaf’ın tek batında, yani ikiz olarak iki oğlu dünyaya gelmişti. Birinin adı Haşim, diğerinin adı Abdül Şems idi. Abdül Menaf, yaşlanınca Kâbe’nin yönetimini iki oğlu arasında bölüştürdü. Hacılara su ve erzak temini işini Haşim’e diğer görevleri de Abdül Şems’e bırakmıştı. Bir müddet sonra Abdül Şems’in oğlu Ümeyye, amcası Haşim’in gelirlerinden de hak talep edince, mahkemelik oldular. Davayı kaybeden Ümeyye, on yıl müddetle Şam’a sürgüne gönderildi. Kâbe’nin yönetimi tek başına Haşim’e kaldı. Haşim bu âlemden gidince, Kâbe’in yönetimi, kardeşi Mutallib’e geçti. Mutallib’in Medine’de evlendiği eşinden bir oğlu vardı. Mutallib, oğlu Şeybe’yi, devesinin arkasında Medine’den Mekke’ye getirirken görenler, devenin sırtındaki Şeybe’yi, Mutallib’in kölesi sanmışlardı(Abdül, Arapça köle demektir.). Daha sonra bu çocuğun gerçek ismi unutuldu, “Mutallib’in kölesi” anlamına gelen “Abdulmutalib” ismiyle anılmaya başladı.
Hz. Muhammed’in babası Abdullah ile Hz. Ali’nin babası, Ebu Talib, Hz. Abdulmuttalib’in oğullarıdırlar. Kureyş ise bahanedir.
Yüce Allah, insanları hem dünyada hem de ahrette mutluluk ve huzura kavuşturmak için peygamberler vasıtasıyla pek çok emir ve yasaklar göndermiştir. İlahi emirleri içeren Kuran-ı Kerim, gönderilen en son ilahi kitaptır.
Kuran’ın insanlara ulaştırılması ve içindeki bilgilerin uygulanması konusunda Hz. Peygamber Efendimiz, tebliğ edici ve açıklayıcı bir görev üstlenmiştir. Bunu yaparken de en büyük destekçisi Hz. Ali olmuştu. Bundan dolayıdır ki, Hz. Muhammed döneminde Müslümanlar arasında dini konularda görüş ayrılıkları çok azdır. Çünkü Hz. Muhammed, Kuran’ın hem muhatabı hem de en mükemmel yorumlayıcısı ve uygulayıcısı idi. Bu döneme “Asr-ı Saadet” denir.
***
Ana kıyas olmaz asla bir Nebi
Nebiler Şahıdır Hakk’ın Habibi
Dünyanın, Hukbanın odur sahibi
Biz anı Nebbiyy-i Zişan eyledik
Hz. Peygamber Efendimiz, bir hadisinde “Ben bu âleme, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurur. Hz. Peygamber Efendimizin dışında gelen tüm peygamberler, bulundukları kabilelerin peygamberi olarak bu âlemde görev yapmışlardır. Hz. Peygamber Efendimiz ise, “Âlemlere Rahmet Peygamberi” olarak gönderilmiştir. (Embiya suresi 130)
***
Hakk, Muhammed, Ali ile birleştik
Hep beraber Kabe Kavsyn’e girdik
O makamda pek çok muhabbet ettik
Leylet’ül –İsra’yı seyr eyledik.
Biz, elest-ü bezmide, yani kudret kandilinde Hakk, Muhammed, Ali ile birlikte balkıyan bir nur idik. Hep birlikte Leylet’ül –İsra’yı seyr eyledik. (47)Yani Hz. Peygamber Efendimizin Miraç yolculuğunda hep birlikte idik.
Kaabe-Kavseyin, iki yayın ucuna veya iki kaşa benzetilir ki burada henüz ikilik mevcuttur. Bu makam, ikiliğin tam olarak ortadan kaldırılamadığı makamdır. Hakikat yolcusu, bu makama ulaştığında, burada kalmayıp, “Ev-Edna” makamına, yani birlik makamına yükselmek ister. Bu da ancak, ikilik düşüncesini ortadan kaldırıp, birlik makamına, yani “vahdet-i vücut” mertebesine ulaşmakla mümkündür ki, bu makama velayetin sonu denir ve bu makam, “Kaabe- Kavseyin-Ev Edna” makamıdır.
Hz. Muhammed Efendimizin, Miraç yolculuğu sırasında, akıl ve şuurla ulaştığı yer, Sıdret-ül Münteha’dır, (48) Yani “Makam-ı Kaabe Kavseyin” dir. Hz. Muhammed Efendimizin Stret-tül Münteha denilen makamda, Cebrail’den ayrılıp, refref denen aşk atına binerek tek başına ulaştığı makama ise “Makam-ı Ev Edna” denir
Hz. Muhammed Efendimizin miraç yolculuğunun, Sidret-ül Münteha’ya kadar olan kısmı, akıl ve şuurla olmuştur. Ancak Hz. Peygamber, daha ileri gitmek ve hakikati görebilmek için, bu sefer akıl ve şuurunu bırakıp, şuur ötesine geçti. Akıl ve şuur yerine “Ruh”una sarıldı ve ruh yoluyla, gönül yoluyla, sezgi yoluyla seyrana devam etti. Bu hale, “ref-ref”, yani “cezbe ve aşk” atı diyoruz. Burada artık akıl ve şuur yok, şuur ötesi vardır. Bir başka deyimle bu durum “aşk ve cezbe” halidir.
Bu yokluk, Hakk ile Hakk, derya ile derya yani Allah ile bütünleşerek, kendisini yok etme makamıdır. Kısacası tasavvufta çok önemli bir yeri bulunan “mutu kalbe ente mutu” (ölmeden önce ölme) mertebesidir. Buna yukarıda söylediğim gibi “Ev Edna Makamı” denir. (49)
***
Bu sözleri sanma her insan anlar
Kuş dilidir bunu Süleyman anlar
Bu sırrı mübhem-i arifler anlar
Çünkü cahillerden pünhan eyledik.
Bu sözler, batın ilmidir, yani “ilm-i ledün” dür. Bu ifadeler, satırlarda değil, sadırlarda yazılıdır. Külli Kudret dediğimiz Mutlak Zat’ın zahir ve batın vasıflarının ilmidir. Bu ilimler, ancak belli bir şuur boyutuna erişerek, bu sırları idrak edebilen kimselerin, yani kâmil insanların anlayabileceği bir konudur. Kısacası, “Enel-Hakk” mertebesidir ki, cahillerden gizlenmiştir.
***
Hakk ile Hakk idik biz ezelde
Ta Ruz-i Elestte Kaalü Beli’de
Mekan-ı Hüda’da Bezm-i Celi’de
Cemalini gördük iyman eyledik
Ta Ruz-i Elestte Kaalü Beli’de; yani başlangıcı bilinmeyen zamanda, Âlemlerin Rabbi olan Zat’ın ne ismi vardı ne de cismi vardı. O, yani Allah’ın Zat’ı, bilinmek istedi de kendisine ait olan; “ilim, irade ve kudret gibi tüm genetik özellikleri ile Âdem’i, yani insan neslini, kendi varından var etti. O, Zat ki, kendi Zat’ının sıfatı olarak tecelli eden insanoğluna; “Elest-i bi Rabbiküm” diye hitap etti. Henüz ‘Aden sıfatına bürünmüş ve belli bir şuur boyutuna erişmiş olan “insan” O’na “Sen bizi kendi varından var eden” Rabbimiz Allah’sın” dediler. Böylece Allah ile insan arasında “ilk ikrar” gerçekleşmiş oldu.
Biz Ezel’den beri Hakk ile birlik idik, O, daima bizimle beraber idi, biz de O’ndan hiç ayrı değiliz. Çünkü biz O’nun Zat’ının sıfatlarıyız. Hakk, bizdedir ve Zat’ın makamı olan kalp ise bizim kalbimizdir. Yani O, bizim gönül evimizde mihmandır. Böylece biz kendi özümüzdeki, “Gizli Hazine”nin müthiş güzelliğini görüp O’na iman ettik.
***
Vahdet âlemini bilmeyen insan
İnsan suretinde kaldı bir hayvan
Bizden ayrı değil Hazret-i Sübhan
Bunu Kuran ile ayan eyledik
Vahdet âlemi, varlığın birliği, varlıkta birliktir. Aynı zamanda Allah, âlemi ve insan ilişkileridir. Varlık birdir, o da Külli Kudret olan Allah’ın Zat’ının varlığıdır.
Bu âlem, ezeli olarak var olan Zat’ın bilinmekliği için zuhura geldiği âlemdir. Yani Zat, görünmez alandan görünür alana çıkmayı diledi de Kuran’daki “kün”, yani “ol” (50) emriyle kudret kandilinde balkıyıp duran nurdan ibaret olan Zat’ını, en küçük zerrelere bölerek sonsuzluğa yayıldı ve kendine bir alan meydana getirdi. Bu alana “âlem” adını verdi. Âlemi kuşatan bu nur zerreleri, yine Zat’ın “ol” emriyle; halden hale geçerek, “ete kemiğe büründüler”, “Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde (evrede) yarattı” (51) ayeti gereğince altı evrede, farklı farklı canlı varlık haline geldiler.
Farka gelen bu sıfatların içerisinden özel bir sıfat seçti ve kendisine ait “ilim, irade, akıl, kudret” gibi tüm genetik özelliklerini bu özel sıfata vererek, ona “Âdem, yani İnsan adını verdi. Âdem de dâhil Farka gelen bu sıfatların tümüne birden “Allah” denildi. İşte Allah ile İnsan, bu âlemde birleştiler ve tek vücut oldular. Buna da “Vahdet Âlemi” denildi. Kuran ayetlerine göre, O, bize şah damarımızdan daha yakındır. (52) Ayrıca O, bize Zat’ından ruh üflemiştir. (53) Bu sırrı bilmeyenler esfele düştüler ve aşağıların aşağısına indirildiler.
***
Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır
Doğan, ölen, yapan, bozan hep Hakk’tır
Her nereye baksan Hakk’ı Mutlaktır
Ahval-i vahdeti beyan eyledik
Bizim sözlerimiz muhakkak ki gerçektir. Çünkü bizim dilimizden konuşan Hakk’tır. Bizler ki, O; Zat’ın bu âlemdeki sıfatlarıyız, bizim tüm fiillerimiz O’nun filleridir. Çünkü yapan, eden, hep O’dur. Nedeni ise, bu Âlemde O’nun Zat’ından başka hiçbir varlık yoktur. Biz faniyiz, O, ise bakidir. Nereye bakarsak, orada O’nun bir yüzü vardır.(54)
Bizler, belli bir şuur boyutuna erişerek, gerçeği idrak ettik ve Allah’ın Zat’ının, bizim özümüzdeki gizli hazine, yani Gönül Sultanı olduğunu anladık ve O’na “Amet-ü Billah-i” diyerek iman ettik. Yani kesretten vahdete geçtik ve özümüzdeki Zat’ı fark ettik.
***
Vahdet sarayına girenler için
Hakk’ı hakkel yakin görenler için
Bu sırr-ı “Harabi” bilenler için
Birlik meydanında cevlan eyledik.
Vahdet sarayı, gönüldür, Hakk’ın durağıdır. O, Mutlak Zat ki, halk ettiği insanın gönül evinde kendisini “Sultan” eyledi ve kendi sultanlığını, insanın gönül evinde gizlenerek sürdürdü. Öyle gizledi ki, bizzat insanın gönül evinde olduğu halde insan, O’nun kendi gönül evinde, yani kendi Öz’ü olduğunu bir türlü anlayamadı.
Ancak bu gizli hazine, yani “HU”, tüm gizlenmesine rağmen, bazı kimselere kendisini fark ettirdi. Bu gerçeği fark eden o kimseler, hiç tereddüt etmeden özlerinde var olan o Gizli Hazine’ye, yani “HU” ya, “Amentü Billahi” diyerek iman ettiler. Bu kimselere “Veli” veya “Ermiş” denildi. Bu veliler, diğer insanlara bu “gizli hazine”den çok söz etmelerine rağmen, bazı istisnalar hariç insanların pek çoğu içlerindeki vehim ve şüphe nedeniyle bir türlü kendi özlerindeki gizli hazineyi, yani “HU” yu fark edemediler.
Hakk’ı Hakk’el yakin görmek ise bizzat Hakk olmak demektir. Yani “Vahdet-i Vücut” olmak, kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok ederek, bizzat O, olmaktır.
Örneğin; bir Ebe adayının okulda ebelikle öğrendikleri, ilimle öğrenmektir, yani ilm’ell yakindir. Göreve atanınca bizzat bir doğumum gerçekleştirmesi, görerek öğrenmektir, yani ayn’ell yakindir. Bizzat kendisi hamile kalıp, doğum yapması Hakk’el yakındır. Çünkü bizzat kendisi olmuştur. Yukarıda söz ettiğim bu “Veli ve Ermiş” kimseler, Hakk’ı Akk’el yakin görenlerdir. Harabi Baba’da bu sırra vakıf olanlardan birisi olması asabiyle, böylesine bir manzum eseri, bizlere armağan etmiştir. Ruhu şad olsun.
______________________________________
34) Yusuf suresi, 100
35) Kasas, suresi, 25
36) Kasas suresi, 26, 27
37) Kasas suresi, 27
38) Hicir Suresi, 29
39) Al-i İmran, 95
40) Meryem suresi, 5
41) Meryem suresi, 7
42) Meryem suresi, 8
43) Meryem, suresi, 9
44) Al-i İmran suresi, 59
45) Meryem, suresi, 9
46) Al-i İmran suresi, 59
47) İsra suresinin 1. Ayetine Leyylet’ül-İsra denir. Hz. Peygamberin Miraç yolculuğunu anlatır.
48) Necim suresi, 14
49) Necm suresi, 17, 18
50) Bakara suresi, 117
51) A’raf suresi, 5
52) Kaf suresi, 16
53) Sad suresi, 72
54) Bakara suresi, 115