HİCRET OLAYI-1
OCAKLAR
Mekke kodamanlarının Hz. Muhammed ve arkadaşlarına uyguladığı baskı ve şiddet, dipten gelen toplumsal tepkiyi durduramıyordu. Hz. Muhammed bu devrimci dönüşümün önderliğini yapıyordu. Bir avuç tüccar çetesinin çıkarları için uygulanan her türlü ahlaksızlık ve şiddete rağmen, Mekke Şehir Devleti’nin hakimiyeti artık sarsılıyordu. Toplumsal çelişkiler ve sosyoekonomik koşullar Mekke’de ki azgın ve zalim tüccar sınıfının kurduğu düzenin yıkılmasını kaçınılmaz kılıyordu. Çünkü Hz. Muhammed sadece bir takım ahlaki değer yargılarını öğütlemiyordu. O ahlaki değer yargılarının hayata geçmesi için gerekli olan eşitlik, adalet sağlamak, zalimliğe son vermeyi hedefleyen bir de siyasi programı da vardı. Bu program er ya da geç büyük bir devrimi haber veriyordu. Mekke’de ki soygun düzeninin tepesinde oturan Kureyş ve diğer büyük aşiret liderleri, esen rüzgarın kendilerini devireceğini anlamaya başlamıştı.“...Kureyş'in önde gelenleri, belki de Kuran ahlaki ile kendi hayatları olan ticaret faaliyetleri (kapitalizm) arasındaki zıtlığı farkedebilecek kadar ileri görüşlü idiler. Hicretten uzun bir süre sonraya kadar ribanın(faizin) yasaklanacağı hakkında bir fısıltı bile yoktu. Fakat ta başlangıçtan beri onların servete karşı kişisel tutumları eleştirilmişti. Bu, açıkça tartışmaktan kaçınmış olsalar bile, Mekke kapitalistlerinin hoşuna gitmemiş olmalıdır. Belki de onlar bu ahlaki düşüncelerin, siyasi olarak düşünmeye başlarsa Hz. Muhammed'e oldukça büyük bir siyasi destek sağlayacağını hissetmiş olmalıdırlar. Hatta bazıları hissetmiş olmalılar ki, bu, Mahzum(Mekke’de Ebu Cehil’in aşireti) ve dostlarıyla Hılf el-Fudul arasındaki siyasetle ilgili eski tartışmanın yeniden başgöstermesiydi.”( W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de s.143) Haksızlık ve zalimlikle ticaretin kaymağını yiyen lider durumundaki Mahzum kabilesi lideri Ebu Cehil ve Kureyş’in Ümeyye kodamanlarından Ebu Süfyan, Utbe b.Rabia , Ukbe b. Ebi Muyat gibilerini kesin karar verme noktasına getirmişti. “Artık Yeter, bu Muhammed’in işini bitirelim ” diyerek, 622 yılı Eylül ayı başında Hz. Muhammed’i yok edecek cinayet/suikast kararı aldılar.
Saldırıların azıttığı 622 baharında ki hac ayında İkinci Akabe Toplantısı/Biatı yapılmıştı. Bu toplantının sonucunda Müslümanlar için, Mekke’den göçüp gidecekleri güvenilir bir yer bulunmuş oldu. O seneki Mekke’ye hac için gelen Medinelilerin, Hz. Muhammed ve amcası Abbas’la, Akabe’de yaptıkları görüşmede; “ Eğer Medine’ye gelirlerseniz biz Hz. Peygamberi ve arkadaşlarını kendi canımız gibi, her türlü tehdide karşı, kanımızın son damlasına kadar savaşarak kadar koruyacağız” sözünü vermişlerdi. Bu sözleşme üzerine Müslümanlar için Habeşistan’dan sonra ikinci bir hicret yolu daha açılmıştı. İkinci Akabe’den sonra 622 Temmuz ayından itibaren Peygamber arkadaşlarını parça parça Mekke’den Medine’ye göndermeye başladı. Böylece Akabe’de şekillenip gelen ve sonuçları açısından somut bir devrime giden Hicret Olayı başlanmış olundu. Kaynakların çoğuna göre 622 yılı Temmuz ayında başlayan Hicret, bir çok kaynak değişik günler söyler ama tahminen 21 , 23 veya 24 Eylül’de Peygamberin Medine’ye ulaşması ile son buldu. Mekke’den Medine’ye gidenlere artık Muhacirler ve Mekke’den göç edip kendilerine sığınanlara bağrını açan, ekmeğini aşını, evini yani her şeylerin paylaşan Medineli halka da Ensar denilmeye başlandı. Yersib’e gidenler, Peygamberin önderliğinde her açıdan, orada yeni bir hayatın, yeni bir devrimci iktidarın inşasına başladılar. “….. Bu ilk kafilede Medine'ye yaklaşık olarak yetmiş kişinin göç ettiği söylenir; onlar küçük kümeler olarak yolculuk yaptılar ve hepsi de sağlicakla oraya vardılar. Medine'deki Müslümanlar Muhacirün'a, başka deyişle Göçenler'e kalacak yer sağladılar. Sonunda, herkesçe kabul edilen rivayete göre, Hz. Muhammed' le birlikte yalnız Ali ve Ebu Bekr Mekke'de kaldılar Çoğunluğun Medine'ye varmalarına değin Hz. Muhammed'in böylece bekleme sebepleri, belki de kararsızların bu girişimden caymadıklarından emin olmak ve Medine'ye vardığında kendisinin güçlü ve bağımsız bir durumda bulunmasının ve yalnızca Medineli Müslümanların desteğine güvenmek zorunda kalmamasını sağlamak için idi.”( W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de,s.158,159) İşte 610 yılında peygamberlik görevinin verilmesi ile başlayan 12 yıllık Mekke süreci, 622 yılından itibaren göç ederek Medine’de devam ettirildi. Medine’de hızla büyüyen büyük devrimci atılımın ana omurgasını Peygamberi kendi şehirlerine davet eden Ensar teşkil etmişti. Bedir’de, Uhut’ta, Handek’te, Hayber’de, Huneyn’de nice mücadelelerde ana kitleyi oluşturarak canlarını veren, malını mülkünü bu uğurda harcayan Ensar ne yazık ki Hz. Peygamberin öldüğü 632 yılı 8 Haziran’ın sonrasında safdışı edildiler. Göz göre göre hakları yenilen, sonra da Muaviye ve Yezit tarafından kadın ve kızlarına tecavüz edilecek kadar acımasız saldırılara uğrayan Medineli kahramanların yani Ensar’ın başına gelmedik bela kalmadı. Tıpkı Haşimiler yani Peygamber evlatları Ehli Beyt gibi bir tarafa atıldılar. Ensar ve Ehli Beyt safdışı edilince Ümeyyeoğulları karşı devrimle iktidarı tekrara ele geçirdiler. Bu sancılı devir şimdilik bu kadarıyla kalsın. Biz Hicrete devam edelim.
ACIMASIZ SUİKAST PLANI
Nisan ayından beri Müslümanların her geçen gün ortadan kaybolması, Mekke sadece Hz. Muhammed, Ebu Bekir ve Ali’nin kalması zulüm düzeninin temsilcisi olan Kureyş ve Mahzum aşireti kodamanlarını endişeye sevk etmiştir. Çünkü zorbalar Medine/Yesrib’e giden Müslümanların orada örgütlenerek büyük bir kuvvet olup kendileri için tehdit olma potansiyeline ulaşabilmelerinden korkuyorlardı. Ayrıca 450 km kuzeydeki bir tarım kenti olan Medine, Suriye’ye giden Mekke ticaret yolunun çok yakınında ki stratejik bir noktadaydı. Hint ve Çin’den deniz yoluyla gelip güneyde ki Yemen limanlarından karaya çıkan mallar, önce Mekke’ye gelir oradan bir kısmı Cidde limanına gider ve Kızıldeniz ile Nil nehri arasındaki kanalla Mısır’da Akdeniz kıyısından ki meşhur İskenderiye limanına ulaşırdı. Ama ağırlıklı kesimi ise Mekke’den kuzeye Suriye ve Anadolu’ya giden, yani Arap Yarımadasını boydan boya kat eden hiçbir dönem, hiçbir şekilde kesintiye uğramamış , tıkır tıkır işlemiş tarihi karadaki ticaret yolunun tam üstündeki bir yerdi Medine. Yersib yani Medine, Mekke zenginliğinin ve ticaretinin can damarının üstünde duruyordu. Yüzyıllar boyunca Mekke Tacirlerinin gidip, gelen kervanlarının önü kesilmemişti. İşte Mekke’nin tek geçim kaynakları olan ticaretin tehdit altına girmesi onları çok endişelendiriyordu. O zaman kodamanlar için halen göç etmeyip Mekke’de bulunan Hz. Peygamberin, Medine’ye ulaşmasını engellemek ve tez elden yakalanarak öldürülmesini düşünüyorlardı. Ebu Cehil ve Ebu Süfyan önderliğinde durumu değerlendirmek üzere Haşimileri ve onlarla bir biçimde akraba bağları olan tüm aileleri safdışı bırakarak, aşiretlerden oluşan kent meclisiyle, Dârünnedve’de geniş katılımlı çok gizli toplantı yaptılar. Orada Hz. Muhammed’i öldürme kararı aldılar. Başta Taberi olmak üzere bir çok temel kaynak böyle bir önemli toplantıya şeytanı da katarlar. Güya şeytanın yaşlı bir tüccar kılığında girerek Necit’li bir tüccar kılığıyla toplantıya katılarak insanları etkilediğini, şeytanın gayretleri ile Hz. Muhammed’in öldürülmesinin en doğru fikir olduğunu orada bulunanlara kabul ettirdiğini yazarlar. Ama bir çok çağdaş yazar bu işe şeytanı falan karıştırmayı uygun görmezler. “Şeytanı aramaya gerek yok, şeytanın en büyüğü ve şeytana pabucunu ters giydirecek Ebu Cehil gibi birisi ordayken şeytana ne gerek var” derler. İslam Kaynakları şeytan işi gibi, daha diğer bir çok olağanüstü olay, mucizelerle bezetilen güvercinler, örümcek ağları, yılanlar vb vb bir çok akıl ötesi rivayetleri geniş geniş anlatırlar. Prof. Mehmet Azimli bu mucizeler ve hurafelerin en çarpıcısı olan Necitli kılığına giren Şeytan meselesindeki gerçek dışı zorlamaları eleştirirken şunları yazar. “… Haşimîler aleyhinde kararlar alınacağı için Mekke’nin sadece büyük kabile şeflerinin katıldığı, müşrik Haşimilerin bile alınmadığı çok gizli bu toplantıya, adı sanı bilinmeyen, Mekkelilerin hiç birinin tanımadığı (bazı rivayetlere göre insan kılığında şeytan olduğunu zannettikleri) bu şahsın katılmasını kabul etmek, Mekke siyasi yapısı ve Daru’n-Nedve’nin işleyişi açısından kabul edilebilir bir durum olarak gözükmemektedir. Bu tezatlardan dolayı “Necid’li İhtiyar rivayetine itibar etmemek gerekir. Buraya şeytanın katılımı yoktur.” (Prof.M.Azimli, Olağanüstü Olaylar Örgüsünde Hz. Peygamber’in Hicreti)
Bunların ayrıntılarına girmeye gerek yoktur. Hz. Muhammed her zaman olduğu gibi Mekke’de ki bu son cinayet planını ve daha bir çok zorluğu kendi üstün zekası, ustaca taktikleri, amcası Abbas, Ebu Bekir ve Ali gibi çok önemli kişilerin destekleri, fedakarlıkları ile aşarak Medine’ye ulaşmıştır. Biz yine de bu konuyu ayrıntılarıyla anlatan Taberi’den kısa alıntılarla devam edelim: “… Kureyş'Iiler, Tanrı elçisinin başka bir şehirde taraftar ve sahabeleri bulunduğunu ve sahabelerinin bu taraftarları ile birleştiklerini görünce, kendisinin de onlarla birleşeceğini düşünerek ona karşı ihtiyat tedbirleri aldılar. Medine'deki sahabelerin, taraftarlarınca korunmakta olduklarını görmeleri, Mekke'Iileri ciddi tedbirler almaya sevketti. Onlar Tanrı elçisinin sahabeleri yanına gideceğini anladıktan sonra, bu meseleyi görüşmek üzere Daren - Nedve adını verdikleri mecliste toplanmayı kararlaştırdılar. Bu bina Kusay bin Ka'bın konağıdır…Kureyş'liler Daren Nedve'de toplanarak Tanrı elçisinin işine bakmak ve bu hususta fikir teatisinde bulunmak üzere tayin edilen günün sabahında meclise geldiklerinde, şeytan, yaşlı bir ihtiyar kıyafetine girerek onların yollarını kesti. Bu toplantı gününe zahmet günü adı verilirdi. İblis büyük bir şala bürünerek meclisin kapısında durdu. Onu görenler kim olduğunu sordular. O kendisinin Necit ahalisinden bir şeyh olduğunu, toplantı olacağını işittiğini, konuşmalarını dinlemek, şayet fikirlerinde isabetsizlik görülürse irşad etmek emeliyle geldiğini söyledi. Onlar: Pekala buyurun dediler. İblis onlarla birlikte Bütün Kureyş uruğlarının büyükleri, bu cümleden Kureyş'in Abdüşems koluna mensup Rabia oğullarından Şeybe ile Utbe ve Ebu Süfyan bin Harp, Beni Navfel bin Abdiımenaf'tan Tu'ayme bin Adi ile Cübeyir bin Mut'im ve El-Haris bin Amir bin Navfel, Beni Abdüdar 'bin Kusay'dan El-Nazr bin El-Haris bin Kelede, Beni Esed bin Abdül'uzza kolundan Ebu El"Bahteri bin Hişam ile Zem'a bin El-Esved bin Muttalib ve Hakim bin Hizam, Beni Mahzum oğullarından Ebu Cehil bin Hişam, Beni Selım kolundan ve Haccac oğullarından Nübeyh ile Münebbih, Beni Cümeyh'den Üroey-ye bin Halef ve bunlardan başka Kureyş'ten sayıp tükenmiyecek çok adam meclise gelmişlerdi. Onlar birbirlerine: Bu adamın (Tanrı elçisinin) işinin ne derecede gelişmiş olduğunu görüyor ve biliyorsunuz. Tanrı adını anarak teyit ederiz ki, onun kendisine inananla da birleşerek üzerimize saldırmasından emin değiliz, dediler. Bundan sonra ne yapacakları hakkında birbirlerinin fikirlerini sordular.”(Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi,c.IV,s.193,194)
Taberi’nin yazdığı gibi kesin gizli olan bu toplantıda bir çok seçenek ele alıp sonuçları gözden geçirildikten sonra, Hz. Muhammed’in öldürülmesine karar verilmiştir. Öldürülüş biçimi ise her kabilenin gençlerinden bir kişinin katılımıyla oluşan cinayet timi, Hz. Muhammed’de aynı anda kılıç vurarak öldürülmesini kararlaştırdılar ki işlenecek cinayetin sorumluluğu Mekke’deki tüm aşiretlerin üzerinde kalsın. Çünkü bir veya iki aşiret bu işe katılırsa o zaman Haşimilerin korkusundan, onlarla uzun sürecek kan davası ve savaşı göze almadılar. Haşimilere mensup bir kişinin öldürülmesi, o devrin aşiret töresine göre kan davasına yol açacaktı. Bir çok kişinin kılıç vurmasıyla Hz. Muhammed öldürülürse, sorumluluk herkesin olacaktı. Bu durumda da Haşimoğullarının tüm aşiretleri karşısına alarak kan davası savaşını başlatmayı göze alamayacağını hesap ederek, aşiretlerinin birlikte işleyecekleri bir cinayet haline getirmek en akılcı yoldu. Tabii ki bu hain planların baş sorumlusu Ebu Cehildir. İşte o zalim adam, Haşimoğullarını etkisiz kılmak için, o sinsi planı sundu ve kabul ettirdi. Taberi’den okumaya devam edelim. “… Bundan sonra Ebu Cehil söz alarak: Ben onun hakkında başka bir şey düşündüm, sizin başka bir şey düşüneceğinizi sanmıyorum, dediğinde toplantıda bulunanlar: Ey Ebu El-Hakem, söyle fikrin nedir? dediler. Ebu Cehil fikrini şöyle açıkladı: Benim düşünceme göre her uruğdan bahadır, asil, adil ve iyi birer genç seçer, bu gençlerden herbirinin eline birer keskin kılıç verir, onlar hep birden tek bir insan gibi Muhammed'i vurup öldürürler. Bu suretle siz de ondan kurtulmuş olursunuz. Bu gençler Muhammed'i bu şekilde öldürürlerse onun kanına bütün uruğlar(aşiretler) iştirak etmiş olur. Abdimenaf oğulları (Haşimi ve Mutalibiler) bütün bu uruğIarla vuruşamazlar. Kan pahası almakla razı olurlar, biz de onlara kan pahasını öderiz, diye sözünü bitirdi. Necit'li şeyh: En isabetlisi bu kişininn ileri sürdüğü fikirdir, sizin bundan başka ileri sürecek fikriniz yoktur, dedi. Herkes Ebu Cehil'in bu fikrini uygun bularak ittifakla kabul ettiler.”(Taberi,age.c.IV.s.197)
SON ANA KADAR HAŞİMİ KORUMASI VE GİZLENEN ABBAS GERÇEĞİ
Mekke meclisinde alınan suikast kararını Hz. Muhammed nasıl öğrendi? Bu konu çok tartışmalıdır. Genel kanaat Cebaril’in yani, Allah’ın haber verdiği şekildedir. Ama elle tutulan gözle görünen gerçek ise Peygambere bu önemli haberi amcasının kızı haber vermiştir. Konu hakkında önemli makaleler yazan Prof. İhsan Aslan, Prof. Ömer Cide ve Prof. Mehmed Azimli bu olayda bir çok sorunu ele alarak tartışmışlardır. Daha önce elçilik görevi verilen bir çok peygamberin başına gelen felaketleri sayarak ve en son Hz. Muhammed’in Mekke’de karşılaştığı şiddet eylemleri, Taif’te adeta çok feci şekilde işkence görmesi, Uhut’ta yaşadığı çok zor durumları tek tek sayan Prof. İhsan Aslan suikast haberin de Cebrail’in haber vermesinin doğru olmayacağını yazar. “…O halde Daru’n-Nedeve’den Hz. Peygamber hakkında alınan idam kararını Cebrail’in bildirmesi, gerçeklerle örtüşmemektedir. Örnek alınması tavsiye edilen bir Peygamberin beşeri yolla bu suikast planını öğrenmesi daha uygundur. Çünkü Allah’ın Resulü de bir beşerdir ve yakın akrabası tarafından olaydan haberdar edilmiştir. Hz. Peygamber kendisi hakkındaki ölüm haberini, Kureyş’in bu gizli planını öğrenen halası Rukayka bint. Safiy b. Haşim’den öğrenmiş ve zaman kaybetmeden bu durumdan kurulmanın yollarını aramıştır. Bu sebeple Allah’ın Resulü akrabalık bağlarından ve kabilevi eğilimlerden dolayı canını zor kurtarabilmiştir.”( Prof. İhsan Aslan, Hicret Hadisesine Farklı Bir Yaklaşım)
Prof. Ömer Cide şöyle yazar:“…Dârünnedve’de Hz. Peygamber’e suikast kararı alındıktan sonra kaynakların ekseriyetine göre karar bizzat Cebrail tarafından kendisine haber verilmiştir. Ancak Hz. Peygamber’e suikast haberinin amcasının kızı Rukayka bint Sayfiy tarafından verildiğine dair de rivayet bulunmaktadır.( Ebû Abdullah Muhammed b. Sa‘d b. Meni‘ el-Hâşimî, et-Tabakâtü’l-kübrâ, thk. Muhammed Abdülkadir ‘Ata (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1990), 8/41)Hz. Muhammed kendisi hakkında alınan kararı öğrenince doğruca Hz. Ebu Bekir’in evine gitti. Hz. Aişe’den nakledilen rivayete göre alışılmışın dışında bir zaman olan öğlen sıcağında gelmişti.( İbn Hişâm, Sîretü İbn Hişâm, 1/484, Taberî, Târîhü’t-Taberî, 2/375—Prof.Ömer Cide / Hz. Peygamber’in Hicretine Dair Bazı Mülahazalar)
Prof. Mehmed Azimli’de haber verme olayını şöyle yazar: “… Biz suikast haberinin Hz. Peygambere ulaştırılması konusunda gizli planı öğrenen birisi vasıtasıyla olduğu şeklindeki İbn Sad’ın rivayetine itibar ediyoruz. “ Hz. Peygamberin büyük halası Rukayka bt. Sayfi b. Haşim muhtemelen dedikoduculardan duyup( Hamidullah 290) Kureyş’in toplandığını ve bu gece kendisine suikast yapacaklarını Hz. Peygambere bildirdi. Resulullah da yatağına Hz.Ali’yi bırakıp evden ayrıldı. İbn Sad, VIII..52 - Prof. Mehmed Azimli, Siyeri Farklı Okumak, s 224)
Demek ki Haşimi evlatları, Ebu Leheb ve çocukları hariç erkek olsun, kızları olsun her an ve her yerde Hz. Muhammed’i gözünü sakınır gibi sakındığı ve koruduğu net olarak anlaşılmaktadır. Gelelim Abbas gerçeğine: İslam Kaynaklarının tümü, Hz. Muhammed’in Sevr dağına gidişi sırasında yaşananlarla ilgili olarak yaşanan süreçte Peygamberin amcası Abbas’ı gizlemektedirler. Her zaman Muhammed’i koruyup kollayan Abbas ortalıkta yok. Gözükmüyor. Tüm aşiretler toplanıyor öldürün kararı alıyor,bu şehirde halen daha gözleri korkutan güçlü bir Haşimi direncini aşmak kolay olamıyor. Peki bu direncin lideri kimdi? Daha üç yıl öncesine kadar Hz. Muhammed’i gözü gibi koruyan Haşimi Lideri Ebu Talib vardı. Ama onun gibi bir kahraman üç yıl önce ölmüştü. Yerine aşiretin başına en yaşlısı Ebu Leheb geçmiştir. Ebu Leheb de diğer zorbalar gibi Hz. Muhammed’e düşmandı. Ebu Cehil ve Ebu Süfyan’la beraberdi. O zaman demek ki Ebu Leheb’in lider olması Haşimileri teslim alamamıştı. Onun dışında Peygamberi korumak için yılmayan, korkmayan Haşimi iradesi ve gücü vardı. İşte Muhammed’i koruyacak iradeyi yöneten de Abdulmutalib oğlu Abbas’tan başkası değildir. Zaten olayda Haşimi eli tüm gizlemelere rağmen açığa çıkıyor. Suikast kararını haber veren Haşimi kızları Peygamberin halası Rukayka bt. Sayfi b. Haşim . Peygamberin yatağına yatarak ölümü göze alıp peygamberin yatağına yatan Ali. Haşimi kızı kahraman Rukiye Hanım olmasaydı ve İmam Ali o gece Hz. Muhammed’in yatağına yatmasaydı, Peygamber büyük bir ihtimalle öldürülecekti.
Ebu Talib’in bacısı bu korkunç haberi aldığında boş mu duracaktı? Hayır. Derhal kardeşi olan Abbas’ı bulup ona da durumu anlatacaktır. Ayrıca Abbas, en başta İkinci Akabe Biatı’nda etkin rol oynayan kişidir. Mekke’de Ebu Bekir ve Ömer gibi yaş olarak ileri ve seçkin Müslüman liderleri varken, o gizli toplantıda yoktular. Hz. Muhammed Akabe’ye sadece amcasını getirmiştir. Abbas Medinelilerden kesin söz alıp güven duyduktan sonra Hz. Muhammed ve diğer Müslümanların hicretine etmesine karar verildi. O zaman bu kadar ciddi sorumluluğu alan Abbas, altı ay sonra en kritik zamanda Hz. Muhammed’i yalnız bırakır mıydı? Bu mümkün değil. Uzun sözün kısası Hicrette de Abbas işin içindedir. Çok büyük bir ihtimalle Hz. Muhammed, başta amcası Abbas’la ve Ebu Bekir, Ali ile çok önceden çıkışın tüm ayrıntılarını gözden geçirip ve planlar yapmışlardı. Develerin alınması, çok güvenilir bir insan olan kılavuzun bulunması, yiyecekleri vb her şeyi konuşup eksiklerini tamamlamışlardı. Öldürülme/suikast bilgisini alınca da hazırladıkları planları devreye sokarak, Medine kuzeyde ve gidiş yolları o tarafta olmasına rağmen, düşmanı şaşırtmak için Mekke’nin güneyindeki Sevr dağındaki mağarasına gittiler. Üç gün beklediler. Oradan da kılavuzun rehberliğinde Medine’ye doğru yola çıktılar.
(Devam edecek)