© Alevi Ocağı

HİCRET OLAYI-2

HİCRET OLAYI-2

Bazı kaynaklar Peygamberin öldürülme kararını haber alır almaz, Mekke’nin kavurucu çöl sıcağında öğlen üzeri herkesin evine çekildiği ve sokaklarda kimsenin dolaşmadığı saatlerde Ebu Bekir’in evine gittiğini, durumu haber verip neler yapacaklarını konuştuktan sonra, Ebu Bekir’in evinden çıkarak başka bir kişinin evinde geceye kadar orada beklediğini, Sevr dağına o evden çıkarak yürüdüğünü anlatılar. Bazı kaynaklar ise gece saatlerine kadar evinden hiç dışarıya çıkmayıp kendi evinde bulunan Ali ile plan yapıp, yapacağı işlerin talimatını verdikten sonra gece yalnız başına evi terk ederek doğrudan Sevr mağarasına gittiği rivayetleri vardır. Üçüncü rivayet ise öğlen üzeri Ebu Bekir’in evine gittiğini gece karanlığına kadar orada beklediği ve sonra Ebu Bekir’le birlikte evin arka kapısında çıkıp Sevr dağına gitmişler. İslam Tarihçileri Peygamberin Mekke’de çıkıp Sevr mağarasına gidişini işte böyle üç başlık halinde geniş olarak anlatmaktadırlar. SEVR MAĞARASI’NDA ÜÇ GÜN Sevr dağı Mekke’nin güneyinde 4 km uzakta 800 m yüksekliğinde kayalık bir dağdır. Zirveye yakın bir yerde büyük bir kaya kütlesinin aralıklı duran iki kayanın üstüne düşmesi sonucu oluşan bir boşluktan ibarettir. Resimlerde göründüğü gibi ve incelemeye giden kişilerin anlattığına göre gerçek anlamda tek giriş olan kapalı bir mağara değildir. Doğu batı yönünde iki giriş ve çıkışı olan büyük bir kayanın altında ki bir boşluktur. Peygamberin Sevr dağına çekilmesi çok ustaca bir tercihtir. Çünkü Mekke’den çıkıp Medine’ye gidecek bir insan en başta kuzeye yönüne doğru yürümesi gerekir. Ama O tam tersine güney yönünde bulunan Sevr dağına çekilerek, Mekke Kodamanlarını aldatmayı başarmıştır. Mağaraya girdikten sonra Ebu Bekir, sürüsünü otlatan çobanına koyunlarını Sevr dağı çevresinde otlatmasını söylemiştir. Böylece beslenmek için gerekli olan sütü elde etmekten başka, dağa ekmek, su getiren Ebu Bekir’in kızı Esma ve oğlu Abdurrahman’ın ayak izlerinin silinmesi sağlanmıştır. Üç gün boyunca Abdurrahman geceleri gelerek Mekke’de neler olup bittiğini Peygambere ve babasına anlatmıştır. Mağarada kalışları sürede örümceğin mağara girişini örmesi, yılan, güvercinler, girişte anında bir akasya ağacının bitmesi gibi ilahi efsaneler çok bilinen şeylerdir. Ama burada Peygamberimizin Hicrette yaşamın her anına kafa yorarak attığı adımlarla düşmanı şaşkına çeviren, çok ustaca alınmış olduğu tedbirler, akıl ve mantık ölçüleri içinde uygulamaya geçilen planları daha önemlidir. Üç günün sonunda gelen haberlerde Mekke kodamanları Hz. Muhammed’i ellerinden kaçırmanın telaşı ve bozgunu içinde oldukları anlaşılıyor. Bu sefer her kim ki Muhammed’in yerini ihbar eder veya yakalayıp haber verirse 100 deve mükafat verileceği kararını alarak dört bir yana haber salarlar. Her zaman deriz ki “Dava İnsanlık Davasıdır”, Sevr mağarasından çıkıp, 14 gün süren çok tehlikeli bir yolculukla Medine’ye gidişte artık her şey onlara yol gösteren kılavuza bağlıdır. Bu kişinin iyi bir insan ve çok güvenilir, sözünün eri olması gerekir. Kılavuzları işte böyle bir adamdır, fakat Müslüman değildir. Ne önemi var. O iyi bir insandır. Müslüman olmayan kılavuz Abdullah b. Uraykıt adındaki kişi müşrik bir insan olarak yakalandıklarında mutlak öldürüleceğini bile bile bu işe girerek, görevini en doğru ve samimi bir şekilde yapmıştır. O isteseydi çok büyük bir ödül olan 100 deveyi almak için Hz. Muhammed’i ve Ebu Bekir’i Mekke kodamanlarına ihbar edip develeri alırdı. Ama bunu hiç düşünmeden sadece anlaştıkları ücretini alarak çok tehlikeli bir işi başarıyla yapmış, emanetine ihanet etmeyip Peygamberi ve arkadaşlarını en zor koşullarda güvenlikli yollarda, dağlarda aşırarak Medine yakınlarından ki Kuba’ya ulaştırmıştır. Kim ne derse desin işte bu insanlık davasıdır. HİCRETTE ALİ’NİN ROLÜ: Hicret olayında elbette ki Ebu Bekir’in kendisi ve çocuklarıyla beraber ailece yaptığı çok önemli görevleri, fedakarlıkları vardır. Diğer bir kişi olan Peygamberin halası Rukiye’nin suikast haberini getirerek tarihi bir görev yaptığını kısaca anlattık. Şimdi sıra Ali’ye geldi. Peygamberin Sevr Mağarasına gittiği gece Ali, Peygamber’in yatağına yatarak, görevlerin en zorunu ve en tehlikeli olanını, kırk kişinin kılıçlarına hedef olmayı ve kesin olarak öldürülmeyi veya yakalandığında da işkenceleri göze almıştır. Ali bu olayı ve diğer başka zorlu mücadelelerdeki öncülüğünü şöyle anlatır. “...Erlerin, yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli yerlerde Allah’ın bana ihsan ettiği erlikle, yiğitlikle canımı onun uğruna koymuşumdur. Allah’ın salatı O’na ve soyuna olsun, Resulullah vefat ettiği zaman başı benim göğsümdeydi, ağzının kanı elime akmıştı, ben de onu yüzüme sürmüştüm, onu yıkamaya kalktım, melekler yardımcımdı. Evde çevresinde feryatlar yükselmişti. Meleklerin bir bölüğü inmedeydi, bir bölüğü çıkmada. Onu yatacağı yere koyuncaya dek onların sesleri, onların salavat getirişlerinin, namaz kılışlarının ünleri kulağımda gitmemişti.”( Hz. Ali. Nec’ül Balaga-say.41) Taberi Peygamberin evden çıkışından sonra Ali’nin yaşadığı olayları şöyle yazar:“ Cebrail Tanrı elçisinin katına gelerek Kureyş' in bu kararını bildirdi, ona: Sen o gece bundan önce uyuduğun yatakta yatma dedi. Karanlık bastıktan sonra kararı yerine getirmek üzere Tanrı elçisinin kapısında toplanarak onun uykuya dalmasını beklemeye başladılar. Onlar, uyuyunca Tanrı elçisinin üzerine saldırmak azminde idiler. Tanrı elçisi bu hali gördüğünde Ali'ye: Sen benim yatağımda uyu, benim yeşil renkli El-Hazramı hırkamı üzerini ört. Onların sana hiçbir zararı dokunmayacaktır, dedi. Tanrı elçisi uyurken bu hırkasına bürünerek yatardı. Ebu Cafer diyor ki: Bazıları hikayenin burasına şunu da eklemektedirler: Tanrı elçisi evinden ayrılırken Ali'ye: İbn Ebi Kuhafe (Ebu Bekir) gelince benim Sevr dağına gitmiş olduğumu söyle, benim yanıma gelsin, bana yiyecek ile su gönder. Medine yolunu gösterecek olan bir rehber de getirsin, benim için bir deve satın alsın, diye emretmiştir. Adamlar Tanrı elçisini öldürmek üzere kapısında toplandılar. Ali'nin, Tanrı elçisinin (S. A. M.) hırkasına bürünerek uyumakta olduğunu gördüklerinde: Tanrı adına and içerek görüyoruz ki, Muhammed hırkasına bürünerek uyumaktadır dediler, onlar buna kanaat getirerek sabaha kadar kapıdan ayrılmadılar. Tanrı elçisi evinden çıktığında, Tanrı onu beklemekte olanların gözlerini görmez bir hale getirdi. Tanrı elçisi (S. A. M.) onların yanından geçip gitti… O gün bu hadise münasebetiyle şu ayetler inmiştir: «Hani kafirler seni hapse atmak, öldürmek veya Mekke'den sürmek üzere hakkında hile kurmuşlardı, yüce Tanrı hilelerinden dolayı onları cezaya çarptırdı. Yüce Tanrı hileyi cezalandıranların en iyisidir» (Enfal :30 32) Bu haberi rivayet edenlerden bazıları şunu da söylerler: Ebu Bekir Ali'nin yanına geldi, ondan Tanrı elçisinin nerede olduğunu sordu. Ali ona Tanrı elçisinin Sevr dağındaki Mağarada olduğunu ve görmek isterse oraya gitmesi icabettiğini söyledi. Ebu Bekir hızla oraya gitti ve yolda Tanrı elçisinin arkasından yetişti. Tanrı elçisi gece karanlığında hafif bir ayak sesi işitince bunu, kendisini takip eden müşriklerin ayak sesi sanarak hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Bu sırada Tanrı elçisinin ayak bağı çözüldü. Bunun üzerine ayağının baş parmağı taşa çarparak yaralandı. Çokça kan akmaya başladı. Buna bakmadan Tanrı elçisi daha hızlı ilerliyordu. Ebu Bekir Tanrı elçisinin zorluklara katlanmasından korkarak seslendi. Ona hitab ederek birkaç söz söyledi. Tanrı elçisi, Ebu Bekir'in sesi olduğunu anladıktan sonra durdu ve yanına gelmesini bekledi. Bundan sonra ikisi birlikte ilerlediler. Tanrı elçisinin ayağı kanamakta idi. Nihayet tanyeri açılırken mağaraya vararak içeri girdiler. Tanrı elçisinin evinin kapısında bekleyen topluluk tanyeri açıldıktan sonra avluya girdiler, Ali uykusundan kalktı, yaklaştıklarında onun Ali olduğunu anladılar. Ondan: Arkadaşın nerede? diye sorduklarında, o bilmiyorum, ben onun elçisi değilim, siz çıkmasını emrettiniz de çıktı cevabında bulundu. Onlar Ali’yi korkuttular, döğdüler, evinden alarak mescide getirdiler, bir müddet mescitte hapisettikten sonra serbest bıraktılar.”(Taberi; Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, c.4,s. 199,200) Bir çok kaynak, Mekke zorbalarının Hz. Muhammed’in nereye gittiğini söyletmek için Ali’ye iki gün işkence yaptıklarını, ama Ali’ye bunu söyletemeyeceklerini anlayınca serbest bırakmak zorunda kaldıklarını yazarlar. İşte Hz. Ali çok büyük bir tehlikenin içine gözünü kıpmadan girerek, işkenceler görerek Peygamber’in selametle Mekke’den dışarıya çıkmasını sağlamıştır. Ali gibi Ebu Bekir’in de ev halkı, çocukları tehdit ve baskı altına alınmıştır. Sevr Mağarasına ekmek, su ve diğer yiyecekleri taşıyan kızı Esma, Ebu Cehil tarafından dövülmüştür. “… Bize İbni Humeyd söyledi, ona ve arkadaşlarına Seleme, ona Ebu Bekir'in kızı Esma senediyle Muhammed bini İshak şunları söylemiştir; Tanrı elçisi (S.A.M) ile Ebu Bekir yola çıktıktan sonra aralarında Ebu Cehil de bulunan Kureyiş'ten birkaç kişi geldi. Onlar Ebu Bekir’in evinin kapısında durdular, ben karşılarına çıktım. Onlar benden : Ey Ebu Bekir'in kızı, baban nerede? diye sordular, Ben Bilmiyorum, cevabında bulunduğumda Ebu Cehil elini kaldırarak yanağıma bir tokat indirdi. Bu tokadın tesiriyle kulağımda küpem yere yuvarlandı. O kötü, çok alçak rezil bir adamdı. Bundan sonra kapımızdan ayrıldılar. Üç gün onlardan haber almadık. Tanrı elçisinin hangi tarafa gitmiş olduğunu bilmiyorduk”(Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, VI.c.s,207) Prof. Mehmet Azimli, suikast kararı, evinden çıkışı ve Sevr mağarasına ulaşmasına kadar geçen zamanda Hz. Muhammed’in hareketlerini ve yaptıkları hakkında ki çeşitli rivayetleri ve mucizevi anlatımlara ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini irdelerken şöyle yazar. “… Konuyla ilgili aktarılan problemli rivayetlerden biri de şudur; Hz. Peygamber, evden ayrılırken evi kuşatan grubun başındaki Ebû Cehil, etrafındakilerle konuşurken Hz. Peygamber’in vaatlerini sıralayarak alay etmeye başlayınca, Hz. Peygamber Ebû Cehil’e hitaben: “evet bunları ben söylüyorum, sen de o cehenneme gireceklerden birisin” şeklinde cevap verir.(Taberî, I, 568) Bu durumda, eğer Hz. Peygamber, bu cevabı sesli olarak söyledi ise, müşriklerin Hz. Peygamber’i fark etmesi gerekirdi… Yok eğer içinden söyledi ise, o zaman cevap vermesinin hiçbir anlamı olmayacaktır. Gizlenerek kaçan bir insanın bu tür tavırlar da bulunması da biraz tuhaf gözükmektedir. Ayrıca bir diğer çelişki de, Hz. Peygamber evden çıkarken hem gizleniyor, hem de evi kuşatanlara kendini hissettirecek şekilde üzerlerine toprak atıyor. (İbn Sa’d, I, 228; Diyarbekrî, I, 327) Yine evden çıkarken üstüne bir avuç kadar toprak attığı on iki tane müşriğin nasıl oluyorsa üstleri başları toz içinde kalıyor ve bundan haberleri olmuyor, ta ki sabah olunca fark ediyorlar(!) (İbn Hişâm, IV, 127) Müşriklerin gece baskın yapmayıp sabahı beklemesinin sebebi, muhtemelen Haşimilerin tek kabileyi suçlamasından çekindiklerinden ve gündüz gözüyle bu suikastın işlenmesinin daha uygun olacağını düşündüklerinden dolayı olsa gerektir. Bunlar da rivayetteki abartılar ve apaçık çelişkilerdir. Esasen kendisine evinde o gece suikast yapılacağını öğrenen Hz. Peygamber’in evinde kalması mümkün değildir. O günü kimde geçirdiği de belli değildir. Geceyi başka bir sahabenin evinde geçirmiştir. (Bilgi için bkz. Filibeli Ahmet Hilmi, İslam Tarihi, Edisyon; Cem Zorlu, İstanbul, 2005, 184, dipnot, 99) Öldürüleceğini bile bile evine gitmesi, her meselede tedbiri elinden bırakmayan ve bunu ümmetine tavsiye eden bir peygamber için uygun görünmemektedir. Buna göre o, müşrikler onun evini kuşatmadan önce evinden ayrılmıştır ve yukarıda aktardığımız şekilde -Hz. Ebû Bekir’in gelip meseleyi Hz. Ali’den öğrenmesi rivayetini esas alırsak- muhtemelen evi kuşatılmadan önce mağaraya gitmiştir. Hz. Ebû Bekir de kuşatma öncesi meseleyi öğrenip mağaraya ulaşmıştır. Değilse Hz. Ebû Bekir’in bu kuşatma esnasında Hz. Ali’ye gelip durumu sorması da mümkün değildir. “(Prof. Mehmet Azimli, Olağanüstü Olaylar Örgüsünde Hz. Peygamber’in Hicreti )  Öyle yada böyle, üç gün sonra Hz. Peygamber, Ebu Bekir ve kılavuzları Abdullah b. Uraykıt, azatlı kölesi Âmir b. Füheyre üçüncü gecenin sabahında dört kişi olarak 13 Eylül 622’de Sevr dağından ayrılarak Medine’ye doğru yaptıkları yolculuk öyle kolay olmamıştır. On gün süren yolculukta, gece yürüyüp gündüzleri saklanarak geçirmişlerdir. Her an yakalanma saldırıya uğrama ve çok kötü çöl koşullarında ana yolları kullanmadan yan yollardan, patikalardan, sarp dağlarda yürüyerek son bulmuştur. Yol boyunca da güya yaşanan birçok rivayet ve mucizeler anlatılır. Ama bunların çoğunlukla mantığa sığacak şeyler değildir. Mehmet Azimli bu rivayetleri bir bir ele alarak değerlendirirken sonuç olarak şöyle bitirir. “… İlk kaynaklarımızdan çok sonraki asırlarda yazılmış kaynaklarda bolca bulunan bu mucizeler, onun (Peygamberin)hayatının gerçekler üzerine değil de, onun dışındaki biz insanların gerçekleştiremeyeceği türden mucizeler üzerine kurulmuş bir hayat mücadelesi olduğunu göstermektedir. Böylece bu türde rivayetler, genelde inanılması güç ve evrensel yasalara aykırı olarak zaman zaman Hz. Peygamber’in de kötü bir tanıtımını yapmaktadır. Aslında Hz. Peygamber’in elinden gelen olağanüstü bir şey yoktu. O, insanî çabalarla elinden geldiğince davetini yaymaya çalıştı. Şunu açıkça söylemek mümkündür. Onun elinden gelseydi, yapabilseydi, imkânı olup becerebilseydi tasavvuf ilminde Tayy-ı Zaman denilen şekilde bir anlamda uçarak Medine’ye ulaşırdı. Ama o, Arap coğrafyacılarının Mekke ile Medine arasındaki araziyi tanıtırken, yolcuların yolculuğunu kolaylaştıracak su ve bitkiye rastlanmayan, korku verici sarp ve sert bir yer olarak tanıttıkları yerlerde, ana yoldan sapmak zorunda kalarak dolayısıyla suyollarından gidemediği için birçok zorluklar çekti. Korkarak, titreyerek, saklanarak, aç kalarak, bunun sonucu olarak uğradığı yerlerden süt isteyerek, tehditler altında, can korkusu yaşayarak yolculuk yaptı. O, önce insan sonra resuldü, kendine ulaşan vahyin aktarcısıydı ve ancak böyle örnek olabilirdi.”(Prof. Mehmet Azimli, Olağanüstü Olaylar Örgüsünde Hz. Peygamber’in Hicreti) Hz. Muhammed ve arkadaşları Sevr’den çıkışı sonrası zorlu bir yolculuktan sora Medine’nin 6 mil yaklaşık 10 km güneyinde küçük bir kasaba olan Kuba’ya ulaşır. “…Kaynaklarda Hz. Peygamber’in Mekke’den çıkışı, Kubâ’ya varışı ve Medine’ye girişi hakkında verilen tarihler oldukça farklıdır. Bunların incelenmesi sonunda, Mekkeliler’in 26 Safer (9 Eylül 622) Perşembe günü suikast kararı aldıkları, durumu öğrenen Resûl-i Ekrem’in o gece şehri terkederek Sevr mağarasına gittiği, 27-28-29 Safer (10-11-12 Eylül 622) Cuma, Cumartesi ve Pazar günlerini mağarada geçirdiği, 1 Rebîülevvel (13 Eylül 622) Pazartesi günü mağaradan yola çıktığı, 8 Rebîülevvel (20 Eylül 622) Pazartesi günü Kubâ’ya indiği ve 12 Rebîülevvel (24 Eylül 622) Cuma günü Medine’ye girdiği anlaşılmaktadır..(Prof.Ahmet Önkal ,Hicret, DİA,c.17 ) (devam edecek)

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER