HZ. ALİ VE MUAVİYE ÜZERİNDEN HER ÇAĞI OKUMAK
OCAKLAR
HZ. ALİ VE MUAVİYE ÜZERİNDEN HER ÇAĞI OKUMAK
Bugünlerde sosyal medyada bir Hz. Ali-Muaviye muhabbetidir dönüp duruyor. Buna göre zorda kalan Hz. Ali’ye sarılır, fırsatını bulunca Muaviye siyaseti uygular... Esasen bu bakış açısı doğrudur.
Peki, sormak gerekiyor: Bu paylaşımı yaparak bugün Hz. Ali’nin duruşunu kutsayanlar, yarın fırsatını bulunca Muaviye siyaseti gütmeyecekler mi?
İşte bu noktada Hz. Ali duruşuna sahip olmanın aydınlık bir bilinç, sarsılmaz bir iman ve sağlam bir irade meselesi olduğunu kavramak gerekiyor.
***
Hz. Ali duruşu ile Muaviye siyaseti arasındaki fark nedir? Bin yıldan daha fazla bir süredir neden ilki kutsanırken, ikincisi kıyasıya eleştirilir? İnsanların diline ilki pelesenk olmuşken, ikincisi neden insanların hayat tarzına dönüşmüştür?
Gelin bu soruların cevabını bir örnek üzerinden, Hz. Ali’nin ağabeyi Akil’in hikâyesi üzerinden anlamaya çalışalım.
***
Hz. Ali’nin Akil adında bir ağabeyi vardı. Kardeştiler ama iki farklı kişilik, iki ayrı dünyaydılar…
Hz. Ali, Hz. Muhammed’e ilk günden beri yardım etti. Ağabeyi Akil, Hz. Muhammed’e uzun süre muhalefet etti.
Hz. Ali, İslam ordusunun savaş makinesiydi. Bedir’de 70 müşrikin 37’sini tek başına öldürdü. Ağabeyi Akil, Bedir’de müşrik ordusunda savaştı ve esir düştü. Müslüman olduktan sonra hastalığını bahane ederek savaş meydanlarından uzak durdu.
Hz. Ali, Hz. Muhammed’e ilk iman eden kişiydi. Ağabeyi Akil ise geç dönemde, Mekke’nin fethinden hemen önce Müslüman oldu.
Hz. Ali, Müslümanların en fakiri gibi yaşadı ve geçimini alın teriyle sağladı. Ağabeyi Akil ise kolay paranın peşine düştü.
***
Kardeşi Hz. Ali halife iken, Akil’in ödemesi gereken yüklü bir borcu oluştu. Ödeyemeyince kardeşine gitti. Hz. Ali’den borcu için para istedi. Hz. Ali’de de yoktu, ağabeyine olumsuz cevap verdi. Bunun üzerine Akil, parayı devlet hazinesinden vermesini istedi. Hz. Ali ağabeyine kılıcını kuşanıp ve atına binip sabah erken saatlerde kendisini beklemesini söyledi. Akil buna anlam veremedi. Hz. Ali ise sabah bir kervan basacaklarını çünkü ülkedeki bütün insanların hakkına girmenin, bir kişinin hakkına girmekten daha günah olduğunu söyledi. Yani sadece kervan sahibinin hakkına girilecek, devlet hazinesine el uzatarak bütün insanların hakkına girilmeyecekti. Akil, Hz. Ali’nin vermek istediği mesajı aldı, isteğine ulaşamayacağını anladı.
Kendini çaresiz hisseden Akil, soluğu Muaviye’nin yanında aldı. Muaviye, onu büyük bir memnuniyetle karşıladı. Pazarlık yapıldı. Borcun çok üzerinde bir meblağa anlaşıldı. Akil, artık Muaviye’nin safındaydı.
Muaviye, Akil’den minbere çıkıp başından geçenleri anlatmasını, kendi cömertliğini övmesini istedi. Adet üzere Hz. Ali’ye lanet de okuyacaktı. Akil minbere çıktı. Borcu olduğunu, borcunu ödemesi için kardeşi Ali’ye gittiğini, Ali’nin hazineden para vermeyi reddettiğini, Muaviye’nin ise borcunu ödediğini anlattı. Son olarak orta yere “Allah ona lanet etsin” cümlesini bıraktı. Cümle ortada kaldı çünkü lanet daha çok Muaviye’ye edilmiş gibiydi. Muaviye, lanetin kime edildiğinin belli olmadığını söyleyerek minberden inen Akil’e sitem etti.
Özetle Hz. Ali halifelik günlerinde, ağabeyi Akil’in bir usulsüzlük teklifini reddetti. Akil, menfaatlerine uyarak Muaviye’nin yanında yer aldı. Hz. Muhammed döneminde hastalığını bahane ederek savaşlara katılmayan Akil, ilerlemiş yaşında Sıffin’de Muaviye’nin ordusunda Hz. Ali’ye karşı savaştı.
***
Muaviye rüşvetle, parayla, makamla, şantajla, tehditle, korkuyla insanları kendi etrafında topladı. Amacına ulaşmak için bütün araçları meşru gördü. Kullanabildiği her şeyi kullandı. Hatta Kur’an ayetlerini mızrakların uçlarına takmaktan çekinmedi. Kendi çevresinde zengin bir sınıf oluşturdu. Küçük bir kesim zenginleştirirken geniş kitleleri fakirleştirdi.
Hz. Ali, makam ve mevkileri sadece hak edenlere dağıttı. Onları da başıboş bırakmadı, takip etti. Rüşvet dağıtmadı. İnsanları tehdit etmedi. Kimseye şantaj yapmadı. Hazinedeki parayı hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese eşit şekilde dağıttı. Halifeliğinin üçüncü yılında hükmü altındaki topraklarda sadakaya muhtaç tek kişi bile kalmamıştı.
***
Peki, ya sonra ne oldu?
Hz. Ali, Küfe mescidinde secdede iken kılıç darbesinin alnına aldığında “Kâbe’nin Rabbi’ne ant olsun kazandım” dedi. Bunu Kâbe’nin içinde doğan ilk ve tek kişi söyledi. Kazandı da… Hayatını inandığı değerler uğruna sağlam bir duruşla tamamladı. Büyük olan adı, zamanla daha da büyüdü. Cihanın dört yanına yayıldı. Herkes onu sevdi, herkes ona saygı duydu.
Akil, hayatının sonuna kadar ihanetiyle yaşadı. Muaviye’nin saltanatının son günlerinde öldüğünde alnına sürdüğü lekeyi temizleyememişti. Bugün bile alnı temiz değil. Adını Ebu Talip’in oğlu olmasına borçlu. Hatta biz bile bugün onu alnındaki kötülükle de olsa anıyorsak, bu Hz. Ali sayesindedir.
Muaviye ise, geri kalan hayatını “siyaset”le geçirdi. Hasta yatağında bile siyaset peşindeydi. Oğlu Yezid’i kendi yerine geçirmek için plan yapıyordu. Bütün ününü Hz. Ali’ye karşı isyan etmesine ve İslam tarihinde halifeliği saltanata çevirmesine borçlu.
Yezid, üç yıl halifelik yaptı. Bu süre içinde üçü büyük olan çok sayıda uğursuz işe girişti. Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’i ve ailesini Kerbela çölünce acımasızca katletti. Muhaliflerinin bulunduğu Medine’yi basarak çok sayıda günahsız insanın kanına girdi. Rakipleri kaçıp Mekke’ye sığınınca bu defa oraya saldırdı. Kâbe’yi bile tahrip etmekten çekinmedi. Ümmet, Yezid’i öldürmeye doyamadı. Ölümüyle ilgili hepsi birbirinden daha kötü çok sayıda rivayet nesilden nesile anlatılarak geldi.
***
Hz. Ali ile birlikte anılan “ilkeli duruş”, Muaviye ile birlikte anılan “siyaset” aslında sadece bir dönemin değil, her dönemin hikâyesi. Dünün de, bugünün de, yarının da…
Mesele bizim kendi hikâyemizi nerede yazacağımızda…
Acaba kaçımız, “Zillet bizden uzaktır” diyen Hz. Hüseyin gibi “Alevi” (Ali gibi) bir duruşa sahip olacak ve kaçımız Ali gibi konuşup Muaviye gibi yaşayacak?
Mesele tamamen bundan ibarettir.