İKİNCİ AKABE GÖRÜŞMESİ
OCAKLAR
Peygamberle 621 yılında Birinci Akabe Görüşmesini yapan On iki Müslüman önder, Medine’ye döndüler. Yanlarında götürdükleri Mus’ab’la yıl çalıştıktan sonra 622 yılında Hac mevsiminde ikisi kadın olmak üzere 73 erkek, ikisi kadın olmak üzere 75 kişi Peygamber’in yanına geldiler.
Müslüman olup Medine’den hac için yola çıkan bu insanlar yalnız başına gelmezler. Yanlarında aynı kavim mensubu ama daha Müslüman olmamış akrabaları da vardır. Bilgi olsun diye bir olayı anlatmak istiyorum. Müslümanların ilk kıblesi Kâbe değil, Kudüs’te ki Mescidi Aksa olduğu bilinen bir olaydır. Biz Taberi’nin yazdıklarından okuduğumuza göre, Medineli yeni Müslüman olan kişiler yolda gelirken namaz kılarken aralarında, “Kıblemiz Kâbe mi, Şam tarafı mı?” diye bir tartışmalar yaparlar. Taberi’de verilen rivayetlerde sadece kıble değil başka konularda açığa çıkar. O zaman yani Cahiliye devrinde Hicaz’da ki Araplar Allah’a inandıklarını, dünyayı yaratanın o olduğu, ondan başka yaratıcı olmadığı, ama Allah’la kul arasında aracı olsunlar diye putlara da taptıkları veya aşırı saygı gösterdikleri yazılır. Bu insanların Kurban Bayramını kutsal kabul ettikleri, Hacca gittikleri, oruç tutukları, Kâbe’nin kutsal kabul edildiğini, Kâbe’de Mescid-İ Haram’ın olduğunu, insanların orada namaz kıldığı anlatılıyor. Hatta biri Müslüman diğeri müşrik olan Medineli komşular yol boyunca geldiklerinde Mekke’ye ve Kâbe’ye birlikte Hacca geldiklerini görüyoruz.
Taberi’yi okuyalım: “…Ensardan İslamiyet’i kabul etmiş olanlar hac mevsiminde kavimlerinden olan müşriklerle birlikte Mekke'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onlar kurban bayramının üçüncü günü Tanrı elçisi ile El-Akabe'de görüşmeyi kararlaştırmışlardı… Ka’b, El-Akabe biatında hazır bulunarak Tanrı elçisine biat etmişti. O diyor ki: Biz kendi kavmimizden olan hacılarla birlikte yola çıktık, namaz kıldık, İslam dininin hükümlerini iyice öğrendik. Ulu ve büyüğümüz olan El-Bera bin Ma'rur da aramız da bulunuyordu. Yol hazırlıklarını görüp Medine'den ayrıldıktan sonra El- Bera bize: Ben bir şey düşündüm. Benim fikrimi kabul edip etmeyeceğinizi bilmiyorum dedi. Biz ondan: Bu fikrin nedir? diye sorduğumuzda o: Ben namaz kılarken bu evi, yani Kabe'yi arkamda bırakarak namaz kılmayacağım, yüzümü Kabe'ye çevirerek namaz kılacağım, dedi. Biz ona: Tanrı adına and içerek bize Tanrı elçisinden ancak Şam tarafına bakarak namaz kılınacağı haber verilmiş olduğunu teyid ederiz. Biz Tanrı elçisine muhalefet etmek istemiyoruz, Şam tarafına bakarak namaz kılacağız, dedik. O: Ben Mekke tarafına bakarak namaz kılacağım, diye sözümüzü kabul etmedi. Biz onu bu işinden dolayı ayıpladık. Mekke'ye gelinceye kadar böyle hareket ettik. Mekke'ye geldikten sonra o bana: Yolda Kâbe tarafına bakarak namaz kılacağımdan dolayı kalbimde şüphe doğdu, ey kardeşimin oğlu, sen beni Tanrı elçisinin huzuruna götür, ben ondan bunu soracağım, dedi. Biz Tanrı elçisine bunu sormak için yerimizden çıktık. Bundan önce Tanrı elçisin: görmemiş olduğumuz için onu tanımıyorduk. Yolda giderken Mekke ahalisinden birine rasgeldik. Ondan Tanrı elçisinin nerede olduğunu sorduk. O: Siz onu tanıyor musunuz? diye sordu. Biz: Hayır, cevabında bulunduğumuzda, o: Siz El-Abbas bin Abdülmuttalib'i tanıyor musunuz?" dedi. Biz: Evet onu tanıyoruz, cevabında bulunduk. Çünkü o, alış veriş için daima Medine'ye gelirdi. Siz mescide girin El-Abbas ile birlikte oturan adamı görünce onun yanına gidiniz, o mescid de Abbas ile birlikte oturuyor dedi. Biz mescide girdik. El Abbas'ın yanında Tanrı elçisi oturuyordu. Selam verdikten sonra yanlarına oturduk. Tanrı elçisi ve El Abbas'a: Ey Ebu-EI Fazl sen bu iki kişiyi tanıyor musun dedi. O: işte bu, kavminin ulusu El-Bera bin Ma'rur, bu da Ka'b bin Malik diye bizim kimler olduğumuzu ona tarif etti. Tanrı adına ant içerek onun beni şair diye tavsifini hiç de unutamadığımı teyit eylerim. O da: Evet diyerek onun sözünü tasdik etti. El Bera bin Ma'rur ona: Ey Tanrı elçisi, ben bu sefere çıktım, Tanrının bana doğru yolu göstermesi sayesinde Müslüman olmuştum. Namaz kılarken bu binayı arkamda bulundurmak istemedim. Kâbe tarafına bakarak namaz kıldım. Arkadaşlarım bu hususta bana muhalefet ettiler. Fakat sonra kalbimde şüphe doğdu. Ey Tanrı elçisi, bu hususta sen ne diyorsun? diye sordu. Tanrı elçisi ona: «Biraz sabretmiş olsaydın, Kıble'ye bakarak namaz kılmış olurdun» dedi. Bunun üzerine El-Bera Tanrı elçisinin namaz kıldığı Kıble tarafından dönüp bizimle birlikte yüzünü Şam'a çevirerek namaz Kılmaya başladı, kavminden olanlar onun ölünceye kadar Kâbe tarafına bakarak namaz kıldığını söylerler. Fakat bu söz doğru değildir. Çünkü biz onu kavminden daha iyi biliyoruz.(Taberi, age. s.183,184).
İkinci Akabe’de Medinelilerden, “Canımız gibi koruyacağız” sözünü alan Abbas’tır. İslam tarihi açısından Peygamberin amcası Abbas b. Abdulmutalib’in İkinci Akabe Görüşmesinde etkin olması dikkate değer bir olaydır. Abbas’ın ne zaman Müslüman olduğu tartışmalıdır. Ciddi kaynaklar aslında onun daha en başında Müslüman olduğunu, ama Hz. Muhammed’le bir plan yaparak ilan etmediğini belirtirler. Abbas’ın, Mekke’de ticaretle uğraşarak orada kaldığını, ailesi ve aşiretine destek verdiğini, Ebu Talib’den sonra Hz. Muhammed’i diğer kardeş olan Hz. Hamza ile birlikte koruduğunu, Medine’ye göçten sonra da Abbas’ın Mekke’de ki olup bitenleri bizzat Peygambere haber vererek, neler yapılmasını tartışıp görüştüklerini yazarlar. Çok sıkı tutulan ve gizliliğine önem verilerek gecenin ilerleyen bir saatinde yapılan İkinci Akabe Görüşmesine Hz. Muhammed’in yanında sadece Abbas’ın katılması dikkate değer bir durumdur. Abbas toplantı başlar başlamaz söz alarak Peygamberin sorunlarını dile getirerek,“ Ey Medineliler! Bana Muhammed’i kesin olarak koruyacağınıza söz ve güvence verirseniz sizinle gönderirim. Yoksa ben yeğenimi Medine’ye göndermem” demiştir. Burada ilginç bir durum daha vardır. O sırada Müslüman olmuş Kureyş ailesinden olan birçok önder kişi halen daha Mekke’de kalmaktaydılar. Bu kişiler o zaman Mekke’deyken, acaba neden sadece Peygamberin amcası Abbas orada belirleyici bir kişi olarak bulundu? Peygamber Akabe Görüşmelerini bu arkadaşlarına söyledi mi söylemedi mi? Orası pek belli değildir.
Akabe vadisinde/çukurunda gece buluşmasını okumak için Taberi’den devam edelim.“… Biz hac işlerini yerine getirerek Mekke'den çıktığımızda Tanrı elçisi ile Teşrik günlerinin orta bir gününde, yani bayramın üçüncü gününde El-Akabe'de görüşmeyi kararlaştırdık. Bizim yanımızda Abdullah bin Amr bin Haram Ebu Cabir de bulunuyordu. Biz ona ne vakit görüşeceğimizi bildirmiştik. Biz Tanrı elçisi ile görüşeceğimizi arkadaşlarımız olan müşriklerden gizli tutuyorduk. Biz Ebu Cabir'e: Sen kavmimizin ulularından ve eşrafından birisin, sen bu dinini bırakmadığın takdirde, senin yarın kıyamet gününde cehennem ateşi için bir odun olacağından korkuyoruz, diyerek onu İslamiyet’i kabule isteklendirdik, ona Tanrı elçisinin bizimle El-Akabe'de görüşmek vadinde bulunduğunu da haber verdik. O İslamiyet’i kabul etti ve Nakib (Sorumlu) reislerden biri oldu. Biz o geceyi kavmimiz arasında geçirdik. Gecenin üçte biri geçtiğinde gizlice keklik gibi sıyrılarak kavmimizin yanından çıktık. El-Akabe'de iki dağın arasında toplandık. Biz yetmiş kişi idik. Aramızda iki kadın da vardı. Bunlardan biri Ka'bın kızı ve Umare'nin anası Nesibe olup Beni Mazin bin Neccar'dan bir kadındı. Diğeri Amr bin Adi'nin kızı Esma idi. O Meni'in anası Ümmı Meni olup Beni Seleme'dendir. Biz El-Akabe'de toplandık. Tanrı elçisinin gelmesini bekledik. Tanrı elçisi amcası Abbas bin Abdulmuttalib ile yanımıza geldi. El-Abbas o zaman kavminin dininde idi. Fakat kardeşinin oğlunun işini sağlam bir temele bağlamak maksadıyla bu biatte hazır bulunmak istemişti. İlk önce o söze başladı. O zaman Araplar, Ensar'lara Evs'ler de dâhil olmak üzere hepsine birden Hazrec derlerdi. EI-Abbas şöyle dedi: Ey Hazrec'ler, Muhammed'in bizim aramızdaki mevkii bildiğiniz gibidir. Biz onu kendi fikir ve imanımızda olan kavminden koruduk. O kavmi arasında azizdir. Şehrinde korunmuş bir halde yaşamaktadır. O buna bakmadan sizin yanınıza gitmek ve sizinle birleşmek hususunda ısrar ediyor. Eğer siz onu yurdunuza çağırarak ona olan vaatlerinizi yerine getirirseniz ve kendisine muhalif olanlara karşı onu korumak fikrinde iseniz, üzerinize aldığınız bu şartları yerine getirmelisiniz. Onu düşmanlarına teslim edip şehrinize geldikten sonra rezil edecekseniz, onu şimdiden terk ediniz, memleketinize götürmeyiniz. Çünkü o kendi şehrinde azizdir ve korunmaktadır, dedi. Biz ona: Sözlerini işittik, ey Tanrı elçisi, sen kendin konuş, kendin ve Rabbin için bizden istediğin andı al, dedik. Bunun üzerine Tanrı elçisi bize hitap edip sözler söyledi, Kur'an okudu, Tanrıya imana Çağırdı İslamiyet’i kabule isteklendirdi. Bundan sonra: Beni kadınlarınızı ve oğullarınızı koruduğunuz şeylerden korumanız şartıyla ben size biat ediyorum, dedi. Bundan sonra El-Bera bin Ma'rur Tanrı elçisinin elini sıkarak: Ey Tanrı elçisi, seni doğru peygamber olarak gönderen Tanrı adına ant içerek, çoluk çocuklarımızı nelerden koruyorsak seni de bundan koruyacağımızı teyit eyleriz. Yine Tanrı adına ant içerek kendimizin savaş erleri ve zırhlı kişiler olduğumuzu da teyit ederiz. Harpçılığı atalarımızdan tevarüs edegelen insanlarız, diye sözüne devam ederken Beni Abdüleşhel'lerin müttefiki olan Ebu El-Heysem bin EI-Teyyeran onun sözünü keserek Ey Tanrı elçisi! Biz Yahudilerle antlaşmış bir kavmiz, onlarla olan anlaşmamıza son verip Tanrı seni üstün kıldıktan sonra bizi bırakarak kendi kavmin yanına çekilip gitmez misin? dediğinde o, gülümsedi ve: Sizin kanınız benim kanımdır. Sizin mubah kıldığınız ve boşa akıtacağınız kanı ben de boşa gitmiş sayarım, siz benden ben de sizdenim. Harbettiğiniz kavim ve kişilerle ben de savaşırım, barış üzere yaşadığınız kimselerle ben de barış üzere yaşarım, cevabında bulundu. Bunun üzerine Tanrı elçisi onlara: Aranızdan 12 nakib, yani sorumlu başkan seçiniz, onlar üzerlerine aldıkları bu şartları kendi kavimlerinden yerine getirmeyi isterler, dedi. Bunun üzerine onlar 9’u Hazrec'lerden, 3’ü Evs'lerden olmak üzere 12 başkan seçtiler.” (Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, s.155,156,157).
75 kişilik kafile gecenin ilerleyen saatinde Hz. Muhammed Abbas’la yaptıkları sohbetten sonra Peygamberin emri ile kamp yerlerine dönerler. Ama çadırlarında birlikte kaldıkları Müslüman olmayan akraba ve arkadaşlarını hiçbir şey söylemezler. Ertesi gün Hz. Muhammedi sıkı takip altına alan Mekke Kodamanları olaydan haberleri olur. Ama ayrıntıyı bilmezler. Bir ara iş soruşturmak için Medinelilerin çadırlarının önüne gelerek “Siz Muhammed’le toplantı yaptınız mı?” diye sorarlar. Akabe Görüşmecisi Müslümanlar “yok yapmadık” derler. Kureyşli zorbalar üstelerler, insanları sıktırılar. Medine’den gelen diğer Müslüman olmayan arkadaşları “Hayır bizim yemin ederiz ki böyle bir toplantı olmadı, bizim sözümüze güvenin” derler. Bunun üzerine Kureyş zorbaları çekip giderler. “…Tanrı elçisi, Siz konak yerlerinize dönünüz dedi. Bu emir üzerine biz konak yerlerimize döndük. Sabaha kadar uyuduk. Sabahleyin Kureyş ulularından bir topluluk yanımıza, konak yerimize geldiler. Bize: Ey Hazrec topluluğu! Bizim arkadaşımızı aramızdan alarak şehrinize götürmek ve onunla birlikte bize karşı savaşmak üzere onlara biat etmek istediğinizi işittik. Tanrı adına ant içerek, bütün Arap uruğları arasında en çok sizinle savaşmaktan nefret etmekte olduğumuzu teyit eyleriz, dediler. Kavmimizden Tanrıya ortak katanlar (Yani puta tapanlar) onların bu sözlerini işittiklerinde yerlerinden kalkarak bu gibi bir işe teşebbüs edilmediğini, bundan habersiz olduklarını ant içerek anlattılar. Yanımıza gelen Kureyş uluları onların bu sözlerine inandılar. Olup biteni anlamadılar. Biz de birbirimize bakıyorduk. Bunun üzerine gelenler döndüler.” (Taberi, age. s.190)
İkinci Akabe Görüşmesinden sonra Peygamber arkadaşlarına gizlice Medine’ye Hicret etme kararını açıklar. Parça parça küçük guruplar halinde Mekke’den ayrılan Müslüman toplulukları sonuçta toplamda 70 kişi olarak sağ salim Medine’ye varırlar. “…Sonunda, herkesçe kabul edilen rivayete göre, Hz. Muhammed' le birlikte yalnız Ali ve Ebu Bekr Mekke'de kaldılar. Çoğunluğun Medine'ye varmalarına değin Hz. Muhammed'in böylece bekleme sebepleri, belki de kararsızların bu girişimden caymadıklarından emin olmak ve Medine'ye vardığında kendisinin güçlü ve bağımsız bir durumda bulunmasının ve yalnızca Medineli Müslümanların desteğine güvenmek zorunda kalmamasını sağlamak için idi. Bu sırada Kureyş ileri gelenleri bir şeyin yaklaşmakta olduğunun farkına varmışlardı… İbn İshak'a göre Hz. Muhammed ayrılması gerektiğini fark edince, Mekkelilerin, kendisini uyuyor sanmaları için Ali'yi kendi yatağına yatırdı, sonra da gözükmeksizin dışarı çıktı ve Ebu Bekr'le birlikte, gizlice Mekke'den pek uzak olmayan güneyde, bir mağa raya gitti ve orada Ebu Bekr'in oğlunun, kendisini aramanın gevşediğini haber verinceye kadar bir iki gün gizlice kaldı. Daha sonra yanlarından Ebu Bekr'in azatlısı Amir b. Fuhayra ve ed-Du'il b. Bekr kabilesinden Abdullah b. Arkat adında bir kılavuz olduğu halde iki deve üzerinde yola koyuldular. Yolculuğun ilk bölümünde sapa yollardan gittiler ve Mekke'den ancak iyice uzaklaştıktan sonra ana yola girdiler. Rabiulevvel'in 12. günü (24 Eylül 622) Medine vahasının kenarındaki Kubâ'ya sağlıcakla vardılar.”( W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.150,151)
Prof. Adnan Demircan Akabe Görüşmeleri üzerine önemli bir makale yazmıştır. Görüşme safhaları ve her iki görüşmeye katılanların kimlikleri tek tek açıklar. Sonuç bölümünü de şöyle bağlar. “…Akabe Biatlerinin Etkisi: Akabe biatleri, özellikle de son biat, İslâm Tarihi için bir dönüm noktasıdır. Bu biatlerden kısa bir süre sonra İslâm’ın gücü inkişaf etmiş ve Arap Yarımadası’nda en önemli ve belirleyici unsur olmuştur. Her şeyden önce Medinelilerle yapılan görüşmeler Müslümanlara yeni bir ufuk açtı. Artık Müslümanlar, Mekkeli müşriklerin baskılarına boyun eğmek zorunda kalmayacaklardı... Artık mazlum olarak her şeye razı olmak zorunda değillerdi.”( Prof. Adnan Demircan, Akabe Biatleri ve Bu Görüşmelerin İslam Toplumunun Oluşumuna Etkileri )
Adnan Demircan son toplantıda, yani İkinci Akabe toplantısına katılan 75 kişinin kim olduğunu hangi ailede, hangi aşiretin insanı olduklarını yazar. Bu kahramanlar içinde biri kadın üç kişi hakkında kısaca söz ederek bu konuyu kapatalım. Kadınlardan birisi Hazrec aşiretinin Neccar kolunda Ümmü Umâra Nuseybe bt. Kaʻb ‘dır. Bu hanım çok yakından bildiğimiz Eyub Ensari’nin eşidir. Ümmü Umara Hanmefendi’nin de eşi olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd’le bu toplantıya katılmıştır. Bildiğimiz gibi İstanbul Eyüp ilçesinde türbesi olan Eyüb Ensari’dir. Hayatın boyunda başından sonuna kadar önce Ebu Süfyan’a karşı Hz.Muahmmed’in yanında en önde dövüşenlerdir. Sonra Ebu Süfyan oğlu Muaviye’ye karşı, önce Cemel Vakası’nda sonra Sıffin’de, Haricilerle savaşta Hz. Ali’nin ölümüne kadar en sadık yoldaşı olan Eyüb Ensari’dir. Bu büyük önderimiz daha sonra kalkıp da Ebu Süfyan torunu Yezid’in komutasında ki bir Muaviye ordusuna katılır mı? Bu ciddi bir sorudur. Yaşı çok ilerlemiş olan bu büyük Ehli Beyt sevdalısı ve yoldaşı, nasıl olurda Ehli Beyt evlatlarını ve Hz. Hüseyin’i katleden adamın arkasında gider? Dedelerinin Bedir’de ki öcünü almak için 683 yılında Medine’yi kuşatıp yakıp yıktıran, binlerce Ensarlı kadına tecavüz ettiren bir Yezid’in ardı sıra İstanbul’a nasıl gelir? Bu soruların cevabı uzun bir hikâyedir. Şimdilik burada kalsın. Biz biraz da Saʻd b. Ubâde’yi anlatalım. Sa’d, Hz. Muhammed’in en güvendiği Medineli önderlerinden birisiydi. Hazrec kabilesinin lideri ve koyun sürüleri, bağları, bahçeleri olan zengin bir insandı. Bütün varlığını, evini, barkını Medine’ye göçen Muhacirlere harcamıştır. Tüm savaşlara en önde katılmıştır. Peygamberin sancaktarlığını yapmıştır. Onun Hicret sırasında gençlik çağında olan ve Peygamber’in yetiştirdiği çok yetenekli gençlerden birisi de Kays b. Sa’d’da büyük bir Ehli Beyt yoldaşıdır. Babası öldükten sonra aşiretinin lideri olan Kays, Hz. Ali ve Muaviye savaşı olan Sıffin’de son ana kadar Hz. Ali’nin yanında ve daha sonra da Hz. Hasan’ın halifeliği sırasında başkomutan olarak Muaviye orduları ile savaşmıştır. Peki, bu büyük kahraman ve fedakârlık timsali, Akabe görüşmelerin önderi Sa’d b.Ubade’nin başına en sonunda ne gelmiştir? Sa’d, ilk halife seçiminde Ensar tarafında halife adayı gösterilmiştir. Beni Sakife Gölgeliğinde şiddetli tartımalar olmuştur. Sonunda kavga döğüş Ebu Bekir halife olarak kabul ettirilmiştir. Sa’d b. Ubade bu tartışmalardan sonra evine çekilerek, biat etmeyip hiçbir şeye karışmamıştır. Halife Ömer zamanında da yine biat etmeyerek Medine’yi terk edip Suriye tarafına Havran’a gitmiştir. Ne yazık ki orada yaşarken çok net bir şekilde açık bir suikastın hedefi olmuştur. Gülünç ama bir o kadar da acayip kuyruklu bir yalana göre “tuvaletini yaparken cinler tarafından oklanarak öldürüldü” denmiştir. “…Sa’d b.Ubayde Ebu Bekr’e beyat etmedi. Beşir b.Sa’d de onun üstüne düşülmemesini münasip gördü; sözünü tuttular. Ömer’in halifeliği zamanında Havran’a göçtü. Hicretin on beşinci yılında, bedenine iki ok saplanmış olarak bulundu; bedeni yemyeşil olmuştu. Cinler tarafından öldürüldüğü söylendi”. (Abdulbaki Gölpınarlı. Şiilik. s.60-62)
İşte tarihin derinliklerinde ki acı gerçekler böyledir. Akabe görüşmecilerinin tümüne, Eyyüb Ensari sevgili eşi Ümmü Umara ve Sad b.Ubade’lerin şahsında tüm devrimci, fedakâr Ensarlılara selam olsun.