KERBELA KATLİAMI KADER MİYDİ?
GÜNDEMKERBELA KATLİAMI KADER MİYDİ?
ALİ RIZA ÖZDEMİR yazdı...
Bundan bin küsur yıl önce (Hicri 10 Muharrem 61-Miladi 10 Ekim 680) Kerbela çölünde büyük bir trajedi yaşandı. İslam peygamberi Hz. Muhammed’in torunu İmam Hüseyin ile birlikte aralarında bebek ve çocukların da bulunduğu 72 kişi, on binlerce askerden oluşan bir ordu tarafından katledildi. Şehit edilenlerin 23’ü Hz. Muhammed’in torunlarından oluşuyordu.
Gündem İslam ve İslam Peygamberi’nin torunu İmam Hüseyin olunca, üstelik hakkında çok sayıda ayetin bulunduğu ve sayısız hadisin rivayet edildiği bir torunu olunca soruların sayısı artıyor. Son zamanlarda bazı “sözde Alevî” çevreler, Kerbela Katliamı ve kader konularını bir araya getirerek; “Kerbela Katliamı kaderse neden Yezid’i suçluyoruz?” diye sormaya başladılar. Soru sormalarında beis yok elbette, herkes aklına takılan her türlü soruyu sorabilir. Her sorunun mutlaka bir cevabı vardır. Ancak rahatsız edici şey, bu ve benzer soruları sistematik olarak Alevi toplumu içinde yaymaya çalışmaları…
Konuya teorik bir giriş yapalım. [i]
TEORİK TARTIŞMA
Kader sorunu aslında zor bir konu değildir. Başta Kur’an ayetleri olmak üzere Hz. Muhammed’den aktarılan birçok hadis, On İki İmam’dan aktarılan sayısız buyruk konuyu tatmin edici şekilde izah etmektedir.
Kurân-ı Kerîm’de insanın özgür iradesine vurgu yapan ayetlerle, kadere işaret eden ayetler arasında bir çelişki yoktur. On İki İmam’dan aktarılan buyruklarda zaten, Kur’an ayetlerinin birbirleri ile çelişecek şekilde değil birbirini tamamlayacak şekilde anlaşılması gerektiği defalarca ifade edilmiştir.
Değişmeyen veya belirlenen şeyler genel olarak sosyolojik kurallardır.
Rad suresinin 11. ayetinde Allah; “Muhakkak ki bir kavim kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” buyurmuştur. Belirlenmeyen şeyler ise genel olarak insanın kendi hayatına ilişkin tasarruflarıdır. Fussilet suresinin 17. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Semud milletine doğru yolu göstermiştik, ama onlar körlüğü doğru yolda gitmeye tercih ettiler.”
Allah’ın her şeyi bilmesi ile bir şeyi irade etmesi başka şeylerdir.
En’am suresinin 59. ayetinde bildirilen “Allah’ın bilgisi dışında bir yaprağın bile düşmeyeceği”, yani onun bütün bilgilere sahip olduğunu ifade eden ayetler, Allah’ın razı olması ile ilgili değil ilim sıfatı ile ilgili ayetlerdir. Allah her şeyi bilir ama yapılan her şeyden razı olmaz.
Allah’ın bir şeye razı olmayıp o işin olmasına izin vermesi mümkündür.
Hz. Adem’e yasak elmayı yemesine razı değildi ama onun bu fiili işlemesine de engel olmadı. Nitekim bizim işlediğimiz günahlara razı değildir ama günah işlememizi de engellememektedir. On İki İmam’ın altıncısı İmam Cafer Sâdık, bu konuyu şöyle açıklamıştır: “Ne cebir (mutlak zorlama) ne de tefviz (tam serbestlik). Doğrusu, bu ikisinin arasındadır. (...) Bunun örneği şöyledir: Bir adamın günah işlediğini görsen, onu bu günahtan alıkoymaya çalışsan ama o senin sakındırmana aldırmayıp bu günaha son vermezse ve sen de onu bıraksan, o bu günahı işlemeye devam etse, senin uyarını dinlemediği için onu terk etsen, bu senin ona günah işlemeyi emrettiğin anlamına gelmez.”
İrademizle yaptığımız her şeyden sorumluyuz.
İnsanın sorumlu tutulacağı ve belirlenmeyen şeyler iradesi ile yaptığı işlerdir. İrademiz dışında gelişen ve meydana gelmesinde dahlimiz olmayan işlerle ilgili sorumluluk taşımayız. Hayatımızda uğraştığımız işlerle ilgili Hz. Muhammed, bir soru üzerine şu açıklamayı yapmıştır: “Uğraştığımız işler arasında hem Allah’ın sonucunu belirlediği işler vardır ve hem de belirlemediği işler vardır.” On İki İmam’ın beşincisi İmam Muhammed Bâkır ise aynı konu hakkında şunları söylemiştir: “Cebir ile kader [ii] arasında bir üçüncü yol vardır ve bu yol göklerle yer arası kadar geniştir.”
Özetle, insan hayatındaki her şey belirlenmemiştir. Herkes kendi fiilinden sorumludur. İrade sorumluluk gerektirir. Her şey yazılsaydı ve biz bu dünyada sadece yazılı olan fiilleri işleseydik o zaman bu dünyadaki sınanmamız, dualarımız, ibadetlerimiz, iyiliklerimiz vb. hepsi anlamını kaybederdi. Bunun gibi cennet, cehennem, sorgu, sual vb bunların hepsi hükmünü yitirirdi. Adalet kavramı anlamını kaybederdi. Dolasıyla İslam, kendi içinde büyük bir çelişkiye düşmüş olurdu.
Yezid, Kerbela Katliamı'nı kendi iradesi ile yaptırdı. Hatta halife olmak için babası Muaviye daha ölmeden çalışmalara başladı. Babasının sayesinde önündeki engellerin birçoğunu kaldırdı. Babası ile birlikte hiçbir kötülüğü yapmaktan çekinmedi. İmam Hasan’ı, halifeliğin önünde bir engel olarak gördükleri için zehirleterek şehit ettiler. Nitekim Hz. Hüseyin’i daha Kerbela’dan önce öldürmek istediği ve onu öldürmek için planlar yaptığı konusunda kaynaklar ittifak halindedir.
TARİHİ ARKA PLAN
Kader konusu, Hz. Muhammed hayatta iken çok az gündeme gelmişti. Ondan aktarılan hadislerden ve dönemde yaşanan tartışmalardan kader konusunu çok az konuşulduğu anlaşılmaktadır. Şüphesiz sorulan sorulara onun verdiği net cevapların ve kader konusunu kasıtlı olarak yayan ve tartışmaya açan bir ekibin yokluğunu da bu nedenlerin arasına eklememiz gerekir.
Tarihî kaynakların bildirdiğine göre; her şeyin belirlendiği ve insan iradesini inkâr eden kaza ve kader inancı, Emevîler zamanında meşrulaştırılmış ve yaygınlaşması için sistemli çalışmalar yapılmıştır. Çünkü onlar, başta Kerbela Katliamı olmak üzere çok büyük günahlar işlediler, birçok kötülük yaptılar, adaleti yeryüzünden kaldırdılar. Bütün bunları topluma dinî yollarla açıklamayı pratik bir yöntem olarak seçtiler. İslam toplumu nezdinde meşruiyetlerini sağlamalarının en kolay yolunu bunda gördüler.
Emevi saltanatı, İslam’ın sadece siyasi tarihinde değil düşünce tarihinde de büyük kırılma yaratan dönemlerinden biridir. Onların İslam’ın inanç ve düşünce yapısı üzerinde yarattığı tahribat; Kur’an-ı Kerim’in yanlış yorumlanması ile başlandı ve sayısız hadis uydurulmasıyla devam etti.
Bu sakat kader inancı Emeviler tarafından o kadar yaygınlaştırıldı ki, On İki İmam başta olmak üzere birçok kişi bu sakat inançla mücadele işine girişti. Mesela ünlü Hasan Basri o dönemde Emevîlerin yaydığı bu sakat kader inancını; Allah düşmanlığı ve yalancılık olarak tanımlamıştı. Hatta yaptığı icraatlara bakarak Emevi halifeleri Muaviye ve oğlu Yezid’in cehennemlik olduğunu açıklamıştı.
Emevi saltanatına son veren Abbasî hanedanı, ilk başlarda insan iradesine önem veriyordu. Fakat sonraki dönemlerde adaletten sapınca, zulüm ve zorbalığı meslek edinince onlar da aynı sakat kaza ve kader inancına sarılmaya başladılar. Yaptıkları her kötülüğü Allah’ın kaderine bağladılar. Sonraki dönemlerde kader inancı, zulüm yapan birçok kişinin ve onların yalaklarının sığındığı bir liman haline geldi. Bugünkü durum da, dünkü durumdan farklı değil…
Ali Rıza Özdemir
[i] Elbette bu kısa yazı, sadece pratik bir cevap içermektedir. Daha derin tartışmalar için Alevilikte Allah İnancı başlıklı kitabımıza bakılmalıdır.
[ii] Türkiye’de ‘kader’ kelimesi, yanlış olarak Allah’ın insanları eylemlerinde zorlaması ve eylemlerini belirlemesi şeklinde anlaşılmaktadır. Oysa bu yanlış bir kullanımdır ve burada doğru kelime cebirdir. Kader ise, insanın eylemlerinde özgür bırakıldığını ifade etmektedir. Biz bu yazımızda kavramları günümüzde Türkiye’de kullanıldığı anlamı ile kullandık.
İlginizi Çekebilir