© Alevi Ocağı

KUL HİMMET’İN NEFESİNİN AÇIKLAMASI-1

KUL HİMMET’İN NEFESİNİN AÇIKLAMASI-1

HAKKI SAYGI yazdı.. Tâ Kalûbeli’den sevdik seviştik, Bizimle ezelden yardır muhabbet Üstad nazarında ikrar konuştuk, Mü’mine kadim ikrardır muhabbet Biz, ta “Kaal-ü Beli” denen zamandan beri, yani başlangıcı ve sonu bilinmeyen zamandan beri Mutlak Zat ile beraberiz. Henüz O, Zat’ın ne ismi ve ne de cismi yok iken, biz O’na “beli” dedik ve O, bizim Rabbimiz oldu. Bundan dolayıdır ki, bizim sevgimiz ve muhabbetimiz ezeldendir. Ne zaman ki Üstad, bizleri kendi varından var etti, bizi farka getirip, belli bir şuur boyutuna eriştirerek, hakikati gösterdi ve ardından da; “elest-ü bi Rabbiküm” diye hitap etti. Bizler de O’na “beli, yani evet sen bizim Rabbimizsin, bizi kendi varından var eden sensin” diyerek ikrar verdik. İşte bundan dolayıdır ki, müminlerin muhabbeti ve ikrarı ebedidir. Ancak Münkirler gerçeği görüp idrak edemedikleri için Allah’ın muhabbet olduğunu kabul etmediler ve dalalette kaldılar. *** Muhabbettir la ilahe illallah Muhabbettir Muhammed Resulallah Muhabbettir Ali şah Veliyullah Üç isim manada birdir muhabbet Bu üç isim; Allah, Muhammed, Ali’dir ki, üçü de bir nurdur, yani Nur’u vahittir. Bu hususu biraz açalım; Mutlak Zat, görünmez alandan görünür alana çıkmayı diledi de, “kün” dedi. Böylece kudret kandilinde balkıyan bir “Nur”dan ibaret olan kendi Zat’ını, “kün” yani “ol” der, hemen oluverir ayeti (1) gereğince, en ufak zerrelere bölerek, zerreler halinde sonsuzluğa yayıldı ve bir âlem zuhura geldi. İşte bunun için, “Allah, yerlerin ve göklerin nurudur” (2) deniyor. Nur emir âleminden olduğu için Mutlak Zat’ın tekrar “ol” demesiyle tüm nur zerreleri, bir anda “ruh” haline geldiler. Görüldüğü gibi, Allah, Muhammed Ali, de Cebrail’in gördüğü kudret kandilinde balkıyan nurdan ve aynı ruhtan halk edildikleri için, Allah Muhammed Ali üçü bir nurdur. Diğer bir ifadeye göre; Allah, “Ben Muhammed’i kendi nurumdan halk ettim” diyor. Hz. Muhammed Efendimiz de, “Biz Ali ile bir nurdan yaratıldık” diyor. Bundan dolayıdır ki, üçü bir nurdur ve üçü birden muhabbettir. *** Allah Muhammed Ali ortasında Beytullah içinde Hakk haznesinde Kudret kandilinde aşk sahrasında Cibril’in gördüğü nurdur Muhabbet. Beytullah insanın gönül evidir ve Hakk’ın hazinesidir. Bir kutsi hadiste Zat, “kenzen mahfiyen, feahbetü” buyuruyor. Bu ifadeyle Zat; gizli bir hazine idim, sevdim, arzu ettim” diyor. Yani âlemde ilk olarak faaliyete geçen sıfatının “aşk, sevgi ve muhabbet” olduğunu bildiriyor. Kuran’da; “O, evveldir, ahirdir” (3) buyuruyor. Bir rivayete göre; başlangıcı ve sonu bilinmeyen zamanda, henüz hiçbir canlı varlık yok iken, Yüce Allah, bir melek yarattı ve adını Cebrail koydu. Cebrail’e; “Sen kimsin, ben kimim?” diye sordu. Cebrail cevap vermeyince, “uç” diye emr olundu. Altı bin yıl yıl uçtu, sonra yine Tanrı’nın huzuruna geldi. Allah, yine aynı soruyu sordu; “Sen kimsin, ben kimim?” Cebrail, yine cevap veremedi. Tekrar emr olundu uçtu, altı bin yıl seyreyledi. Fakat aciz kalmış, düşmek üzereyken, Allah, o zaman inayetiyle meleğin gönül gözünü açtı. Melek o zaman kudret kandilini gördü ve ona kondu. Fakat kapısını bulamadı ve niyaza vardı, niyaz bent oldu, O vakit bir kapı açıldı ve hemen içeri girdi. İçeride iki nur gördü ki, tek vücut olmuş, biri ak biri yeşil. Ak nur seslendi, “Ey Cebrail! Var buradan yüce Allah’a , sana sual etse gerek, Sorarsa şöyle cevap ver, “Sen Allah’sın, ben mahlukum “ de!.. Melek gitti, Allah Cebrail’e hitap etti: “Sen kimsin, ben kimim?” Cebrail, “Sen Hakk’sın, ben mahlukum, yani Sen yaratansın, ben yaratılanım” diye cevap verince Allah, tekrar seslendi, “rahmet üstadına ve pirine!” olsun. Pir Muhammed Mustafa’dır, üstad ise Aliyy’ül Murtaza’dır. İşte Cebrail’in kudret kandilinde gördüğü “Ak ve Yeşil” nur, Muhammet Ali’nin nurudur ve muhabbettir. Diğer bir ifadeye göre ise kudret; akli melekelerdir. Cebrail ise akıldır, muhabbet nurudur ve beyin içindeki akıldır. Akıl, gerçeği ancak Ali’nin delaletiyle idrak edebilmiştir. *** Kudret kelamını söyler Cebrail Rıza lokmasını sunar Mikail Canı cana ulaştırır Azrail İsrafil ağzında surdur muhabbet. Cebrail, zahiri anlamda vahiy getiren melektir. Batın anlamda ise, “akıldır”, Hz. Peygamberin özünün derinliklerinde mevcut olan Kur’an ayetlerini, gereksinim duyuldukça Hz. Peygamberin şuurunda açığa çıkaran melektir. Mikail’in rıza lokması sunmasından maksat ise, hayat sunmaktır. Mikail, külli kudrettin hayat veren sıfatıdır. Azrail’in canı cana ulaştırması, Azrail ölüm meleğidir. Can Allah’ın “Onu düzenleyip ruhumdan üfledim” (4) dediği ruhtur, yani candır. Tüm canlı varlıklar, Mutlak Zat’ın bu âlemdeki sıfatlarıdır, yani Zat’ın ete-kemiğe bürünerek canlı varlık sıfatına girmiş halleridir. Canlı olan Allah’ın Zat’ının bu sıfatları, öldüğü zaman, aslına dönmüş olurlar ve böylece can cana katılmış olur. İsrafil’den maksat, sözdür, kelamdır. İnsanlar, tüm düşündüklerini söz ile ifade ederler. İnsanların bir araya gelip konuşmaları, muhabbettir. Gaybi şöyle diyor; “Maksut olan meyvedir, sanma ki ağaç ola. Bu Âdem meyvesinin çekirdeği sözüdür, Sözsüz bu Âdem, âlem bir anda taraç ola.” *** Muhabbettir yerin göğün direği Muhabbet edenin yanar çırağı Âşıka Beytullah maşuk durağı Hakk nazar ettiği yerdir muhabbet Kur’an’da: “O, zahirdir ve batındır” (5) ifadeleri yer alıyor. Zahir görünen ve anlamları açık olan ifadelerdir. Batın ise, var olmasına rağmen görünmeyendir. Hz. Peygamber Efendimiz, Kur'an’ın gerçek anlamlarını insanlara, onların anlayabilecekleri şekilde, onların akıllarının alabileceği şekilde anlatıyordu. Ancak Kur'an’ın gerçek anlamlarını, her zaman kendisinin yanında bulunan ve belli bir şuur boyutuna erişmiş kâmil kimselerle yaptığı sohbetlerde anlatırdı. Bu âlemde görünen ve görünmeyen tüm varlıklar, Mutlak Zat’ın tecellileri, yani sıfatlarıdır ve bu sıfatların tümü birden “Allah”tır. Allah denen mana ise kendi Zat’ının sıfatıdır. İşte bu gibi ifadelere, “batın ilmi” denir. Tüm bu gerçekler Kamiller meclisinde ve sohbetlerinde konuşulur. Bu gibi kimseler, bir çerağ, yanan bir kandil gibi etraflarına ışık verirler. Bu gibi sohbetlerde konuşulanlar, birer inci-mercandır, çok kıymetli sözlerdir. Dinleyen kimseler de bu sohbetlerden feyiz alırlar ve ufukları açılır, gerçeklere ulaşırlar. Âşık; seven, arzu eden, vuslata kavuşmak isteyendir. Maşuk ise, sevilen arzu edilen, özlem duyulandır. Âşık’a Beytullah olan, insan gönüdür, gönül Kâbe’sidir. Maşuk ise, Allah’ın Zat’ıdır, gizli hazinedir. Bir başka deyimle, “Onu düzenleyip ruhumdan üfledim” (6) dediği ZAT’tır, yani HU’dur. Mutlak Zat, yani Hu “ete-kemiğe bürünerek”, insan sıfatında zuhura geldi ve insanın gönül evinde muhabbetini sürdürmeye devam etti. Bu ifade tüm canlı varlıklar için geçerlidir. DEVAM EDECEK…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER