© Alevi Ocağı

MUHARREM YASI VE DİYANET’İN HUTBESİ

MUHARREM YASI VE DİYANET’İN HUTBESİ

ALİ RIZA ÖZKAN yazdı... اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ Latin harfleri ile okunuşu: Em tekûlûne inne ibrâhîme ve-ismâ’île ve-ishâka veya’kûbe vel-esbâta kânû hûden ev nasârâ(k) kul eentum a’lemu emi(A)llâhu vemen azlemu mimmen keteme şehâdeten ‘indehu mina(A)llâh(i)(k) vema(A)llâhu biġâfilin ‘ammâ ta’melûn(e)) Bakara suresinin 140. ayetinin Elmalılı Hamdi Yazır tarafından, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla yapılan çevirisinde, anlamı şöyle ifade edilmiş: “Yoksa İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub da, Esbat da hep Yehud veya Nesârâ idiler mi diyorsunuz? De ki, sizler mi daha iyi bileceksiniz, yoksa Allah mı? Allahın şahadet ettiği bir hakikati bilerek ketm edenden daha zalim kim olabilir? Allah ettiklerinizden gafil değil!” * * * Diyanet İşler Başkanlığı, 29 Temmuz 2022 tarihli Cuma hutbesini Perşembe günü geç saatlerde açıkladı. Hutbenin konusu “hicret” olarak seçilmiş. Olur a, bizim bilmediğimiz veya gözümüzden kaçmış bir konuyu Diyanet ele almış olabilir, diyerek ve kendimden şüpheye düşerek, bugünlerde hicret ile alakalı olabilecek İslâm tarihinde herhangi bir olay mı var, araştırdım. Bilindiği gibi, en azından Diyanet’te makamları işgal edenlerin çok iyi bilmesi gerektiği gibi, ne Hicri ve ne de Miladi takvime göre, bu ayın “Hicret” ile alakalandırılabilecek bir konusu bulunmuyor. İslâm peygamberi Muhammed bin Abdullah’ın hicreti Safer ayının 26. günü başlayıp Rebiülevvel ayının 12. günü Medine'ye çok kısa bir mesafede bulunan Kubâ’ya ulaşılmasıyla tamamlanmıştır. Zaten, zamanlamanın “maddi hicret” ile alakalı olmadığını iyi bilen Diyanet’in hutbe yazarı, konuyu “Hicret inanç ve idealler uğrunda yeni ufuklara doğru zorlu bir yolculuktur. Hicret, Allah’a imanın, sadakat ve teslimiyetin, sabır ve sebatın göstergesidir. Tevhide sarılıp şirkten kaçınma iradesidir.” gibi cümlelerle renklendirmiş! Son olarak da, yarın yeni bir hicri yıla gireceğimizden bahisle şunu öneriyor: “geliniz, geçen bir yılın, geride bırakılan bir ömrün muhasebesini yapalım.” * * * Bu teklif, eğer bu hutbeyi Cuma günü Türkiye’nin bütün camilerinde okutacak “irade” tarafından, hicri yılın ilk ayının Muharrem olduğu bilgisi ile beraber verilseydi, ciddiye alınabilirdi. Ancak, konuyu saptırmaya, insanları İslâm’ın gerçek konularından uzaklaştırmaya daha en başından karar vermiş birisinin yazdığı bu hutbeyi ve teklifini ciddiye almak mümkün değildir. Çünkü; Zilkade, Zilhicce, ve Recep aylarıyla birlikte, “haram kılınan, yasaklanan; kutsal olan, saygı duyulan” anlamlarındaki Muharrem ayı da savaşmanın haram kabul edildiği dört aydan birinin adıdır. Yani; eğer savaşı lanetleyen, barışı yücelten bir hutbe yazılabilirdi. Öte yandan, Muharrem ayı, Kurban Bayramı ve hac ibadetinin yerine getirildiği Zilhicce’den sonra gelen ve İslâm Peygamberi Hz. Muhammed tarafından “Allah’ın ayı” olarak nitelendirmiş ve Ramazan orucundan sonra en faziletli orucun bu ayda tutulan oruç olduğunu ifade edilmiştir. (Müslim, Sıyâm, 202) İslâm ile alakalı araştırma yapan herkesin bildiği ve/veya karşılaştığı konudur: Hz. Muhammed Medine’ye hicretinden sonra, Yahudilerin âşûrâ gününde oruç tuttuklarını görmüş ve “Bu gün niçin oruç tutuyorsunuz?” diye sormuş ve “Bu, hayırlı bir gündür. Allah, o günde Benî İsrâil’i düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Hz. Mûsâ o gün oruç tuttu.” şeklinde verilen cevap üzerine Allah’ın Resul’u “Ben Mûsâ’ya sizden daha layığım (yakınım).” diyerek, o gün oruç tuttu ve müslümanlara da tutmalarını tavsiye etti (Buhârî, Savm, 69; Müslim, Sıyâm, 127-128). İslâm Peygamberi’nin bu günde oruç tutulmasını teşvik eden başka hadisleri de vardır. Örneğin, bir hadiste, “Âşûrâ günü orucunun önceki yılın günahlarına keffâret olacağını zannederim.” (Tirmizî, Savm, 48) başka bir hadiste ise, âşûrâ orucuna işaret ederek “Ramazan orucundan sonra en fazîletli oruç Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.” (Tirmizî, Savm, 40) şeklinde sözleri olduğu bildirilir. O halde, Diyanet İşleri Başkanlığı, Muharrem ayının ilk gününün yarın başlayacağından hareketle, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in de tuttuğu Âşûrâ orucundan söz edebilir miydi? Edebilirdi, ama tercih etmedi! * * * Muharrem ayı, İslâm tarihinde büyün anlamlar ifade eden, hatta bugüne kadar Müslümanlar arasında çeşitli çatışmaların ve ihtilafların kaynağı olarak gösterilen çok acı bir olayın da gerçekleştiği aydır. Muharrem ayının onuncu (Âşûrâ) gününde büyük bir facia ile sonuçlanan Kerbelâ olayında, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in torunları, İslâm’ın Kılıcı, Haydar-ı Kerrâr, Şîr-i Yezdân Hz. Ali’nin ve İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in kızı Fatima’nın çocukları katledildi. Kerbelâ, Allah’a ve Resûlü’ne iman edenlerin ve Ehl-i Beyt sevgisini imanlarının tartışılmaz parçası olarak benimseyenlerin ortak acısı, yürek sancısıdır. Şura Suresi’nin 23. ayetinde emrolunduğu üzere: “De ki: Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalarıma (Ehl-i Beyt) göstereceğiniz sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” 680 yılında, Hz. Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in yanındaki 72 kişi ile birlikte, Kerbelâ civarında kuşatılması, Emevi hanedanın kurucusu Ebu Süfyan’ın oğluYezid bin Muaviye’ye biat etmeyi reddettiği için, 30 bin kişilik bir ordu tarafından katledilmesi, şüphesiz iman sahibi her Müslüman tarafından lanetlenir ve vicdanlarda mahkum edilir. * * * Kızılbaş, Alevî ve Bektaşî meşrepli Müslümanlar, Muharrem ayının birinci gününden başlayarak 12 gün oruç tutarlar. Tutulan oruç, Kerbelâ’da katledilen Ehl-i Beyt içindir. Aynı dönemde, yas tutulduğu için eğlence, düğün vesair etkinlikler yapılmaz. Sadece, Ehl-i Beyt için ağıtlar, mersiyeler okunur. 12 gün tutulan oruçtan sonra ise, kadim bir gelenek olan Aşura çorbası yapılarak dağıtılır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Cuma hutbesinde Muharrem ayının birinci günü başlayacak olan Muharrem/Matem Orucu hakkında da tek kelime ile söz etmedi! * * * Her Müslüman Kur’an’da farklı surelerde defalarca uyarıldığı üzere, Allah’a şirk koşan, imanı günlük çıkarlarla bozan, Allah’ın gösterdiği dosdoğru yol (Sırat-el Müstakim) yerine makam ve mevkilere ulaşmak veya sahip olduklarını elden kaçırmamak için imansızlarla işbirliği yapanlardan uzak durmalıdır. Ancak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Muharrem ayının başlangıcında yayınladığı hutbesinde, bu ayın önemini öne çıkaracak hiçbir konuya değinmemesi, tam tersine, bu ayla bağdaşabilecek hiçbir şeyin hatıralarda canlanmaması gayretine girerek, Hicri yılın ilk ayının ismini dahi zikretmemesi manidar değil midir? Müslümanlar arasında barışı, huzuru, kardeşliği, birliği pekiştirecek amel, Kerbelâ’da yaşanan ve İslâm’ı parçalayan menfur katliamı hep birlikte lanetlemek olması gerekirken, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu görevden özenle ve bilinçli bir şekilde kaçınması ne anlama geliyor? * * * Son olarak şunu belirtmem gerekir ki, İçişleri Bakanlığı 81 il valiliğine gönderdiği genelge ile, mülki amirlere Muharrem ayının önemine atfen bir görevlendirme yapmıştır. İdari bir kurum olan İçişleri Bakanlığı toplumsal huzuru ve barışı güçlendirmek adına girişimde bulunurken, görev emri “din işleri” olan bir kurumun, boşluğa ıslık çalarak konuyu geçiştirme girişimini de tüm okurlarımın ayrıca değerlendirmesini rica ediyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin milli güvenlik sorunudur, dediğimizde, bize müstehzi cevaplar yetiştiren dostlarımız, acaba bu duruma da bir açıklama yapabilir mi?

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER