OSMANLI ORDUSUNUN ELEŞKİRT İSYANI
OCAKLAR
OSMANLI ORDUSUNUN ELEŞKİRT İSYANI
ZEYNEL COŞAR yazdı…
26 Temmuz günü Erzincan’da yola çıkan Osmanlı ordusu, 17 Ağustos 1514 günü, Eleşkirt Ovasında konaklar. Yavuz’a karşı ikinci büyük isyan burada olur.
Gemilerle İstanbul’dan deniz yolu ile Trabzon’dan gelen erzak Erzincan konağında askere dağıtılır.10 Ağustos günü Pasin ovasında Gürcü Kralının gönderdiği ve Mirza Çabuk isimli muhtemelen Hazar Türklerinden bir bey eliyle gönderilen 2000 baş koyun ve bal, ordunun ihtiyacını karşılayamaz. Şah İsmail’in Diyarbakır Valisi Ustacalı Mehmet ve Erzincan Valisi Nur Ali Bey Osmanlı ordusunun geçeceği yolları iki taraflı olarak otlakları ve ekinleri ateşe vererek yakmışlardır. Bu durum askerin buğday, un ve at ve öküzlerin, develerin ot ve yem elde edememe sorununu yol açar. Tüm bu olumsuzluklar ordunun durumunu daha da zora sokmuştur. Ordu açtır, sıkıntı büyüdükçe büyür. Askerler “Hey Selimşah, beş aydır yürüyüp duruyoruz, ortada düşman yok, kimse gözükmüyor. Bu uçsuz bucaksız bozkırlarda bizi nereye götürüyorsun?” diye yeniden sert itirazlara başlar. Şah İsmail’den daha çok esir getirilmesi, bulunduğu mevkii hakkında bazı cılız bilgilerin alınması askerlerin yüreğini ferahlatmaz. Çünkü esirlerden sağlıklı bilgiler alamamışlardı. Ayrıca Şah İsmail’in ortalıktan görünmemesi sebebinin, “Safevi ordusunun çoktan İran içlerine doğru çekildiğini ve Tebriz’in çok daha gerilerinde bir yerde savaşı kabul edeceği “dedikodusu yayıldıkça, daha da yıldırıcı olmuştur. “Şah İsmail’in geri çekildiği” sözleri üzerine “Daha ne diye yola devam edeceğiz ki?” şeklinde şiddetli itirazlara neden olmaktadır.
Haydar Çelebi isyanı çok kısa ve cılız olarak şöyle yazıyor. “…17 Ağustos -1514. 17 Ağustos Perşembe günü Eleşkird’e tabi isimli harap karyeye gelince Yeniçeri tayfası iki defa büyük kötülük (isyan) etti. “Ortada düşman yok. Bu harap memlekette nice bir siyaset ederiz, ne işimiz var” dediler… Fora suyu konağından Sakallı konağına. Burası haraptır. Burada yeniçerileri taifesi edepsizliğe başlayıp sebep belli iken ses çıkarılmadı.” (Haydar Çelebi, age., s.141)
S. Tansel de isyanla ilgili şunları yazar. “…Eleşkird’e tabii Karasakallı konağına gelindikleri vakit “Dergah-i muallada” yeniden hareketle geçerek üç aydır yürüyüş halinde olduklarını, çok sıkıntı çektiklerini, bu sebepten Padişah’ın şefkat ve merhamet göstererek, geri dönülmesini istediler ise de padişah yine kararını değiştirmedi. Bunu üzerine yeniçeriler, çadırlarını yıkarak ayaklandılar. Padişah bu isyanı kimlerin tahrik ettiğini bilmekle beraber şimdilik onları cezalandırmayı uygun bulmamış, sadece yeniçerileri yola getirmek için çok cürretkerane bir harekete başvurarak onların arasına dalmış ve şu kısa hitabette bulunmuştu. Konuşmasında yiğitliğe, mertliğe vurgu yapan Yavuz Selim, “Şah’ın adamları efendileri için can verirlerken içinizdeki bazı gayretsizler buralara kadar gelmiş olan bizleri geri döndürmeye ve çalışmalarımızı neticesiz bırakmaya uğraşıyorlar. Fakat biz yolumuzdan asla dönmeyecek ve emre itaat edenlerle birlikte gerekli yerlere kadar gideceğiz. Onların bahaneleri düşman gelmediği ise düşman ilerdedir. Eğer er iseniz benimle heminan ve revan olun. Yaksa ben yalnız başıma da giderim” der.” (Selahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, s.49 )
Hoca Sadeddin de Tacüt Tevarih’in de Eleşkirt İsyanını daha ayrıntılı olarak yazar. Çünkü Yavuz Tebriz’e gittiği zaman, orada bulduğu birçok okumuş etmiş, bin kişilik bir burup sanatkârları İstanbul’a getirtmiştir. Hoca’nın dedesi İsfahanlı Mehmed Efendi ile babası Hasan Can’da bu gurupla birlikte İstanbul’a getirilmiştir. Yavuz sarayına aldığı Hasan Can’ı çok sever ve onunla samimi arkadaş , “müsahip” olur. Padişah, Hasan Can’a birçok şeyi ve özellikle Eleşkirt isyanını ayrıntılı olarak anlattığı için Hoca Saddedin olayı daha ayrıntısını babasından dinleyerek yazmıştır. “…Padişah’ın kara çadırı Eleşkirt düzüne kuruldukta, yeniçeri taifesi yeniden, bid’atleri yıkan Padişahın otağına varup hep birden ayıttılar(bağırdılar). “Üç aydır ki durmaksızın dağ ve ovaları aşub çölerde dolaşmaktan halimiz alt üst olmuş, çektiğimiz sıkıntı haddi çoktan aşmıştır. Padişahın ulu kutuflarından dileğimiz budur ki… Bu güçsüz kulların alub İran viranelerine gitmeye” Rahmet canına merhum babam, ol Tanrı’nın gufaranı gölgesinde yatan Cem gösterişli Padişahtan bu öyküyü kendi kulağıyla dinlemiş ve bize anlatmıştı. Padişah yeniçerilerin yakınmalarını yineleyip bu denli ayak direyerek dönmek konusunda dayatmalarının bir kez değil, durmadan yenilendiğini söylemişti. Hatta bir gün âlemi feleğe değen otağından oturup babama konuşma şerefini verdiğinde, İran seferinin geniş bir açıklamasını yapmış ve yeniçerilerin densizce davranışlarıyla yaramazlıklarını anlatırken, “sol otağ örtüsünde olan delükleri görürmisün ve neden olduğunu bilür müsün?” Deyü buyurmuştu. Babam eydir. Her ne denlü düşünsem de bir şey aklıma gelmedi. Padişah buyurdu ki, “ol densizler nice kez yolumuz üzerine durdular ve harbeleri üzere çarıklar çevürüp bozgundan laf buyurdular. Düşman yok biz kende giderüz deyüp terbiye ucundan taşra çıktılar… En sonunda bir gece yıldırmak kasdıyla otağa tüfek attılar. İşte bunlar o haddini bilmez kötü yoldakilerin işidir” demiştir.” (H.Sadeddin,Tacüt Tevarih,4.cilt.194) Celalizade ve diğer ileri gelenler Eleşkirt İsyanını uzun uzun yazarlar.
Celalizade Mustafa, yazdığı Selimname’de konu hakkında daha özel bilgiler verir. Anlatılanlara göre Yavuz, Eleşkirt İsyanından kısa süre sonra Rumeli Deftardarı Piri Caferi Cemali Paşa ile bir gün at üzerinde gezintiye çıkmışlar. Yavuz, gezi sırasında Piri Paşa’ya içine bulunduğu sıkıntıları anlatarak, yeniçeri isyanından ve Şah İsmail’den doğru düzgün bir haber alamadığı için dert yanmıştır. “…At üstünde Piri Paşa’yı şerefli yanlarına çağırıp, yüce hitabıyla buyurdular ki …henüz arzularım olmadan şimdi birkaç keder ve üzüntüye mübtelayım. - Biri bu ki, düşmanın nerede olduğu bilinmez ve bulunmaz. Ne yaptığını bilemiyorum ve asla haberlerine vakıf değilim. - Diğeri şu ki, her beyanın en kötüsü ve büyüğü de şudur askerin mühimmat ihtiyacında eksiklik ve kıtlık belirip, yeniçeri alayına bir bak, tüfekleri üzerine eski çarıklarını asıp, hal diliyle isyan sunarlar. Düşmanımın gözüküp gözükeceği yok, diye dönmek isterler. Bütün ileri gelenlerin bozuk fikirleri de; istediğim arzudan vazgeçip, geri dönülsün şeklindedir. Sen ne dersin? Bu ağır yükün ilacı ve çaresi nedir? Ne yapalım? ” diye sormuştur. “ (Celalizade,Selimname,373)
Konu hakkında yazılanları dikkatli okuduğumuzda, 17 Ağustos 1514 günü yaşanan Eleşkirt İsyanı, büyük bir isyandır. Yavuz Selim bu isyanı güçlü bir irade ve cesaretle bastırmıştır. Yavuz, büyük bir ustalıkla son isyanı bastırmasına rağmen, kısa sürede Şah İsmail karşısına çıkmazsa, Eleşkirt ovasında yaşanandan çok daha büyük bir isyana kalkışacağına emindi. Şah İsmail’e yazdığı mektuplarda onu korkaklıkla suçlaması, “yiğitsen çık karşıma, köşe bucak kaçma” gibi sözlerden başka bir mektubunda tarihin hiçbir döneminde devlet diplomasisine uymayan bir tarzla Şah İsmail’in eşlerine küfür etmiştir. Sümerler ve Hititlerden beri, beş bin yıllık insanlık tarihinde uyulan ortak kural ve geleneklerden olan “tüccarlara dokunulmaz, elçiye zeval olmaz” ilkesini çiğneyerek, Şah İsmail’den gelen her elçinin elinde mektubu aldıktan sonra, ona işkence ederek öldürmüştür. Eşleri üzerinden hakaretler yağdırmıştır. Bundaki amaç Şah İsmail’i tahrik edip bir an önce karşısına çıkmasını sağlamak içindir.
17 Ağustos Eleşkirt isyanı bastırıldıktan sonra, 20 Ağustos günü Eleşkirt Ovasında doğuya doğru yola çıkan Yavuz, ne yapıp edip bir an önce Şah İsmail’le bir savaşa girmenin şart olduğunu düşünüyordu. Yavuz orduyu diri tutabilmek için, gerçekdışı haberler yaydı. Erzincanlı Şeyh Ahmet adında birisi güya Şah İsmail’e gitmiş ona şunu demiş bunu demiş, Şah İsmail’i kandırmış. Şah İsmail Ucan yaylasında Hoy’a gelmiş gibi hayali haberlerle askeri inandırmaya çalışmıştır. O gün için askeri ikna edecek en önemli haberin “düşman belirsiz değildir, bak yakın bir yerdedir, biraz daha dişinizi sıkın” diye ikna edilmesi gerekiyordu. Bu konuda epeyce çaba da harcamışlardır. Çünkü Şah İsmail’in yakın bir zamanda birkaç konak ötede olduğunu askerine kabul ettirebilse, işi kolaylaştıracaktı. Şah İsmail, Osmanlı Ordusunun bu sıkıntılarını gözcüler ve casusları vasıtasıyla öğrenmişti. Ama daha uzaklarda durması gerekirken yakın bir yer olan Hoy tarafında bekliyordu. Aslında Şah İsmail’in beş on konak daha gerilere doğru çekilmesi kendi lehineydi. Fakat geriye çekilme taktiğini daha fazla devam ettirmeyerek Osmanlı Ordusuna yakın bir yerde Çaldıran’da karşılamaya karar verdi. Bu da onun en büyük hatası oldu.
Yavuz’un ileri bölgelere gönderdiği casusları 21 Ağustos günü müjdeli haberi getirdiler, “Şah İsmail Hoy’da bekliyor” dediler. Yavuz Safevi Ordusunun yakın bir yerde savaşı kabul edeceğini öğrenince çok sevinmiş ve hemen askerlerine duyurmuş ve askerleri bu haberle moral bulmuştur. Şah İsmail’in geri çekilme menzilini biraz daha uzatması, belirsizliğin bir müddet daha devam ettirilmesi, onun lehine olurdu. Çünkü Osmanlı ordusunun erzakları bitmek üzereydi. Beş altı gün daha geçseydi kriz çok büyüyecekti. Kendi bölgesinde uygun yerlerde Otlukbeli savaşı öncesinden Uzun Hasan’ın yaptığı gibi vur kaç taktikleri ile Fatih Sultan Mehmed’in Rumeli Ordusu’nu Tercan Kötür Köprüsü önlerinde tamamen imha etmesi gibi yöntemlerle rakibini ciddi şekilde yıpratabilirdi.
Sonuçta Osmanlı ordusu birkaç konak sonra, 22 Ağustos Salı günü Çaldıran meydanına giriş yaptığı zaman, Şah İsmail’in ordusuyla onları beklediğini gördüler. Hemen ertesi gün hiç beklemeden (23 Ağustos 1514 Çarşamba günü) Çaldıran savaşı başlatılmıştır. Top ve tüfekler başta olmak üzere, büyük bir ateş gücü ile savaşmasını en iyi bilen, dünyanın en güçlü ordusu olan Osmanlı Ordusu karşısında, Şah İsmail’in klasik Oğuz Türkmen süvarileri, kılıçla, okla ve mızrakla savaş meydanına inince yenilmeye mahkûmdu. Şah İsmail başta olmak üzere Safevi ordusu kılıçla kalkanla geleneksel Oğuz Türkmen savaş taktiği ile yıldırım gibi saldırmasıyla Osmanlı ordusunun kanatlarını perişan etmiştir. Hele Safevi ordusunun sağ kanadını yöneten Şah İsmail, bizzat kendisi savaşa girerek Osmanlı sol kanadını tamamen ezmiştir. Ama iş merkezin üzerine saldırıya gelince yüzlerce top ve binlerce tüfeklerin ateş açması ile bir anda savaşın kaderi değişerek, her şey alt üst olmuştur. Koç Köroğlu’nun dediği gibi “Delikli demir icad oldu, mertlik bozuldu” sözü hükmünü bir kez daha ortaya koymuştur. Üç gün önce Eleşkirt ovasında isyan eden bir orduyu savaşa süren Yavuz, o günün koşullarında dünyada ateşli silahları en iyi kullanan tecrübeli ordusuyla, Çaldıran ovasında ki savaşta galip gelmiştir.
(Zeynel Coşar, Höbek Kurultayından Safevi Devletine, ŞAH İSMAİL)