© Alevi Ocağı

ŞAH İSMAİL’İN SUÇU NEYDİ?

ŞAH İSMAİL’İN SUÇU NEYDİ?

ZEYNEL COŞAR yazdı… Türk milletinin dilini, kültürünü, dinini, hukukunu, hakkını savunmak suç mu oldu!? Viyana kapılarında Osmanlı ordusunu döndüren Şah İsmail miydi? Karlofça Antlaşmasını dayatan Şah İsmail miydi? Sevr’i imzalayan Şah İsmail miydi? On altıncı yüzyıldan beri tartışıp durduğumuz, yüreğimize koca bir dert ettiğimiz, yazılan cilt cilt tarih kitaplarda ağız dolusu küfürler edip karaladığımız, iflah olmaz derdimiz Şah İsmail olmuştur. Beş yüz yıldır “Şah İsmail, Osmanlıyı yıkmak istiyordu, Şah İsmail Osmanlıyı karıştırıyordu, Şah İsmail şöyle kafir, Şah İsmail şöyle Kızılbaş…” sözleri dağa taşa, kurda kuşa anlatılıp durdu. Ne çeneleri yoruldu, ne de bıkıp usandılar. Koca, koca üniversitelerde kürsü sahipleri, şunlar, bunlar, bir türlü bu işin içinde çıkamadılar. Delinin birisi kuyuya bir taş attı, beş yüz yıldır kırk bin akıllı uğraşıp, uğraşıp çıkaramıyor. Neden böyle oldu? Çünkü akademik cenaha Ebussuud kafası, İdrisi Bitlisi kafası hâkim olunca, yeniden on altıncı yüzyıla döndük de ondan. Daha çok bağırıp, çağıracaklardır. Ama Ziya Gökalp gibi cumhuriyetin ve devrimlerin önderleri Türkiye’de tayin edici noktada olsaydı, o zaman Şah İsmail sorunu yerli yerine oturacaktı. Hiçbir küfre, hakarete gerek kalmadan ne olmuş, neler yaşanmış, her şeyi güle oynaya, yanlışlarını, eksiklerini, iyi yanlarını tartışıp bir karara varırdık. Osmanlı ve Safevi gerçeğini, Yavuz’la Şah İsmail kavgasının öncesini, sırasını ve sonrasını, “Höbek Kurultayından Safevi Devletine-ŞAH İSMAİL” ve “40 Bin Alevi Öldürülmedi mi?” adlı kitaplarımda tüm ayrıntılarıyla anlattım. “Ağacın kurdu kendi içindedir” derler ya. Osmanlı’yı yiyip bitiren kurt kendi içindeydi. Ebussuud, İdris-i Bitlisi kafasındakiler bunu göremezler. Osmanlının başına gelen bütün belalar, onun içine yerleştirilen devşirme, dönme ve kendi Türkmen aslından, kültüründen kopuş hastalığıydı. Osmanlı’yı yıkan o kurtları devletin içine yerleştiren, Yıldırım Beyazıt’tı. Devlet içine yuvalanmış devşirme partisi büyük Türkmen önderi I. Murat’ı 1389’da yapılan Kosova savaşı sırasında öldürtüp hemen orada iktidar koltuğuna oturttukları Yıldırım Beyazıt, Anadolu Türkmen güçlerini yok etmek için, kayınçosu Sırp Voyvodası ve Bizans İmparatoru veliahttı Manuel’i alıp Anadolu’da köşe bucak Türklere kılıç çalmaya, Türkleri katletmeye başladı. Fatih Sultan Mehmet’le ayyuka çıkan Türk düşmanlığı, büyük bir hamle yaptı. Türk neslinin önünü kesen ilk büyük girişim Fatih’in Çandarlı Halil Paşa’yı boğması ile başladı. Osmanlı Devleti’nin askeri ve idari kurucusu Çandarlı Ailesi, Türkler açısından bir simgeydi. Onun başını kopardığı zaman Türklerin de başını koparmış oldular. Devleti kuran, yüz binlerce yiğidini bu uğurda şehit veren Anadolu Erenlerinin, Türkmen halkının elindeki mallarını, mülkünü zorla alıp Sırp, Hırvat, Rum dönemlerine verdiğin an Türk kültürü, Türk dili ve milli karakteri de, devlet katında saldırı altına girdi. “… II. Mehmed, Osmanlı imparatorluğunun merkezi yönetiminin sağlamlaştırılması ve bununla birlikte sultanların tek başlarına hükümdarlık sürmelerinin güven altına alınması için, amaca uygun bir çok tedbir almıştır. Seleflerince armağan edilen ve artık çok artmış olan mülklerin büyük bir kısmını ve hattâ vakıfların önemli bir kesimini yeniden hazineye bağlamıştır. Dursun Bey tarihine göre (s. 22), Padişah 20 binden fazla köy ve mezraanın devletin malı olduğunu ilân etmiş ve sonra bunları, yaptıkları hizmetlere karşılık, tımarlara dağıtmıştır. Bu tedbirleri ile yalnızca askerî ve iktisadî gücünü artırmak istememiş, aynı zamanda sultanın iktidarı sırasında bağımsız bir derebeyi sınıfın ortaya çıkmasını önlemek istemiştir, imparatorluk içinde bütün kalelerin sultanın malı olduğu ve kullarının bir tek kaleciğe bile temelli sahib olamayacağı ile ilgili olan Osmanlı hanedanının yazısız kanunu da aynı amacı gütmekteydi.”(Gy. Kâldy-NAGY. XVI. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Merkezi Yönetimin Başlıca Sorunları) İşte “Türkleri defterlerden silerim” diyerek Türklere ait 20 bin Vakıflı köyü, araziyi alıp Hıristiyan dönmelere, kapı kullarına peşkeş çekerek işe başlayan kozmopolit, devşirmeci çizgi,Türk’e yabancılaştı, dönme ve devşirmelerden oluşan sınıfı büyüttü büyüttü ve Türklerin başına bela etti. Prof. Halil İnalcık Fatihle başlayan sistemi kısaca şöyle tarif eder. “… Fatih’ten önce, devlet idaresinin başına veziriazam sıfatıyla hep Türk ulema ailelerinden kimseler gelmiştir. II. Mehmet (Fatih) mutlak merkeziyetçi imparatorluğu tesis ederken gulam(devşirme, dönme) sistemini geliştirdi ve veziriazamlık dahil olmak üzere devletin bütün icra makamlarını kulların (devşirmelerinin) eline verdi…Her ırktan kulları gulam sistemiyle Osmanlı yapıp devlet idaresinin başına getirmiş, kullara (devşirdiği dönmelere) Türk halkı üzerine imtiyazlı bir sınıf statüsü vermiştir. Sonuçta Osmanlı devletine ne kadar Türk devleti denebilir, sorusu ortaya atılmıştır.” ( Prof.Halil İnalcık, Doğu Batı –Makaleler-2:say 156) Büyük bir aydınlanmacı Türk devrimcisi, düşünür ve eylem adamı Ziya Gökalp’ın Şah İsmail, Yavuz kavgasının sosyal ve kültürel kökenlerinin de ele aldığı “Türkçülüğün Esasları” kitabında, kavganın Türk halkıyla, onun tepesinde binen saray ve o sarayın emriyle her gün “vergi ver, vergi ver” diyerek halkı canından bezdiren, kanını iliğini sömüren devşirme dönme kapıkulları arasındaki mücadele olduğunu yazar. Okuyup bakalım Ziya Gökalp ne diyor. “…Niçin bu ülkede Türk tipi ile Osmanlı tipi birbirine bu kadar zıttır? Niçin Tük tipinin her şeyi güzel, Osmanlı tipinin her şeyi çirkindir? Çünkü Osmanlı tipi Türk kültürüne ve hayatına zararlı olan emperyalizm sahasına atıldı. Kozmopolit oldu, sınıf menfaatlerini, milli menfaatin üstünde gördü. İdare eden bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını, idare olunan Türkler de Türk sınıfını teşkil ediyordu. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı, kendini millet-i hâkime (hâkim sınıf) suretinde görür, idare ettiği Türklere millet-i mahkûme (mahkûm millet) gözüyle bakardı. Osmanlı daima Türk'e (eşek Türk) derdi. Türk köylerine resmi bir şahıs geldiğinde Osmanlı geliyor diye herkes kaçardı. Türkler arasında Kızılbaşlığın zuhuru bile bu ayrılıkla izah edilebilir." (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, 5.basım, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2004, s.38.) Yine ne diyordu Ziya Gökalp: “Şah İsmail, Türk kültür tarihinin parlayan yıldızıdır.” Ama gel sen Ebussuudcularımıza, İdiris-i Bitlisicilerimize bunu anlat bakalım! Ziya Gökalp’ın yazdıklarını kendisi de Osmanlı devletinin en uzun maliye bakanlığı görevini yapmış, II. Beyazıt’tan sonra üç dört padişah görmüş Celalizade Mustafa, “Selimname” kitabında yazdıkları ile doğruluyor. “… Kalpler zayıf ilmi cılız kimseler, vezirlik koltuğunda tam yetki sahibi oldu. Çocuklar, ilim görmemiş geri zekâlılar, başa geçip vezir oldular. Adalet işleri atılmış, rüşvet yakınlık (yandaşlık) ,taassup kapıları açık… Nerede bahtsız, mutsuz yolunu yitiren varsa makam ve mevki sahibi oldu. Alçaklar her vilayete mutasarrıf ve sancak beyi oldu. Zulüm, cefa, zamana şah olup zulüm askerlerini cihana yürüttü. Her kural bozulup terk edildi. Rüşvet yolunda gidilen makbul oldu. Tımarlar rüşvet pazarlarında artırmaya çıkarılıp o artırana satılırdı. Tavla tavla atlar, katırlar, katar katar dişi ve erkek develer verilmeyince pay sahibi olamazlardı.”( Celalizade Mustafa..Selimname s.181)  Bütün bu rüşvetçiliği, yolsuzlukları Şah İsmail mi planlayıp devleti çürüttü de siz Şah İsmail’e saldırdınız! İşte Şah İsmail, Celalizade’nin anlattığı bu haksızlıkları yapan soyguncu takımına karşı “yetti gayri” deyip ayağa kalkan Türk halkına önderlik yaptı. Bir çıkış yolu gösterdiği için düşman oldunuz. [caption id="attachment_146" align="alignnone" width="316"]
18. yüzyıla ait bir gravüre göre Şah İsmail Hataî[/caption]

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER