Şeyh Cüneyd’in Diyarbakır ve Kafkaslar Macerası
OCAKLARŞeyh Cüneyd’in Diyarbakır ve Kafkaslar Macerası
Şey Cüneyd’in Türkmen Yurdu Olan Diyarbakır’a Gelişinin Anlamı Nedir?
Cüneyd Diyarbakır ve Urfa, Mardin, Irak bölgesinde Musul –Kerkük, Telefar, Erbil tarafları kesinlikle 1040 yılından sosyal, ekonomik, askeri ve demografik bakımdan ağırlıklı olarak Türkmen yurduydu. Ben “Kırk Bin Alevi Öldürülmedi mi?” kitabımda, 1514 yılından itibaren Yavuz ve İdirisi Bitlisi eliyle yaşatılan Alevi katliamları yüz yıllar boyunca devam ettirilerek Diyarbakır, Mardin, Erzincan, Bayburt ve Urfa yörelerinde ki Alevi-Türkmenlerin nüfusunun nasıl yok edildiğini geniş olarak her il için tek tek yazmıştım. 1514 yılında Diyarbakır’da ki Türklerin Arap ve Kürt nüfusundan kat be kat fazla olduğunu, 1518 yılı Osmanlı tahrir kayıtlarını okuyunca anlatmıştım. Bu bölgede bugün ancak üç beş tanesi kalan Türkmenlerin, Dicle boylarında 300 kadar Türkmen köyünün var olduğu tarihi bir gerçektir. Osmanlı Tahrir defterleri bu gerçeği ortaya koymaktadır. Doç. Mehmed Salih Erpolat Hoca’nın çok değerli çalışmaları en somut kaynaklardır. En son değerli arkadaşım Doç. Bülent Akın Hocamız kendisi de bir Diyarbakırlı olarak bölgelerde yıllarca saha çalışmaları yaparak çok önemli bilgileri toplaması ayrıca taktire şayandır. Tüm bu tarihin acı gerçeklerini “Kızılbaş Oğuzlar ve Şah İsmail’in Ana Yurdu Diyarbakır” adlı eserinde tarihi kayıtlarıyla ve gelinen son durumu da tüm açıklığı ile ortaya koymuştur. Kırk Bin Alevi Öldürülmedi Mi? kitabım ve Bülent Akın Hoca’nın yazdığı çok çok değerli eseri aynı zamanda Yavuz ve İdrisi Bitlisi ittifakının Bayburt, Erzincan ve Güneydoğu özellikle Diyarbakır- Mardin ve Urfa yöresindeki Tük nüfusuna yönelik acımasız bir katliamlar yapıldığını çok rahat görmekteyiz. Örneğin Prof. İsmet Miroğlu’nun “Bayburt Sancağı” kitabında tamamen Osmanlı Tahrir kayıtlarına dayanarak açıkladığı gerçekler korkunçtur ve tüyler ürperticidir. Şah İsmail’i Sarıkaya-Höbek Dağında misafir edip, 1500 yılında Büyük Türkmen Kurultayı’nın yapıldığı Erzincan- Tercan ilçe sınırları içinde ki köylerin 1518 yılı tahrir kayıtlarında 79 köyün 70 tanesinin yıkılmış ve insansız harap olduğu yazılıdır. Geriye kalan dokuz köy ise Ermenilerin yaşadığı köylerdir. Yani Yavuz ve adamları Tercan bölgesinde tüm Türk köylerini yakmış yıkmış, katletmiş, canını kurtaranlar da kaçıp Şah İsmail’in yanına gitmişler. Aynı kıyımın Diyarbakır, Mardin ve Urfa yöresinde yapıldığı yine devletin resmi kayıtlarında görünmektedir. Demek, tüm tarihi kayıtlar bugün ki bölücü Kürtçülüğün bir Yavuz ve İdrisi Bitlisi hediyesi olduğunu da tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu yüz yıllarca süren acımasız katliamlar zincirinin tüm gerçekleriyle üzerinden durulması ve akademik düzlemde daha çok çalışılması gerekmektedir. Biz yine Şeyh Cüneyd’e dönelim. Şeyh Cüneyd, dört yıl boyunca Anadolu’da ki sevenleriyle bağlarını daha da güçlendirmeye çalışır. Diyarbakır, Urfa, Musul, Halep, Musul, Karaman, Hatay, Sivas, Amasya, Tokat ve Samsun bölgesinde ve çevre illerde örgütlenmesine devam eder. En sonunda 1459 yılında etrafına toplanan 12 bin kişilik bir askeri güçler Erdebil’e döner.Şeyh Cüneyd Erdebil’e Geri Döndü ve Kafkaslarda Öldürüldü
Şeyh Cüneyd 1448 yılında az bir kuvvetle veya heyetle ayrılmak zorunda kaldığı Erdebil’e, on iki yıl sonra 1460 yılında Uzun Hasan’ın damadı olarak 12 bin kişilik bir ordusu ile geri döndü. Erdebil ‘de oturan amcası Cafer ve Karakoyunlu Padişah’ı Cihanşah ona rahat vermediler. Yine birçok olumsuz şartlar onun Erdebil’de kalmasını zorlaştırıyordu.“…Kendisinin sürülmesini icabında zorla temin etmek için Cihanşah’ın asker topladığını gören Cüneyd tekkenin idaresini amcasına bırakarak hususi ulaklarla her taraftaki müridlerini çağırdı. Taraftarlarının toplanmasını şehir dışında bekledi; etrafında birkaç bin silahlı toplanınca 1459 sonbaharında Çerkeslerle “din uğruna” dövüşmek için kuzeye doğru yola çıktı. Hiçbir muhalefet görmeden Şirvanşah’ın ülkesinden geçtikten sonra, bir sene önce Uzun Hasan’ın Gürcistan seferinde yaptığı gibi, Tabersan’a akın etti. Bundan sonra Kafkas dağlarından inerek zengin Şirvan düzlüğünü geçti ve havası mülayim olan Karabağ’da kışlağa girdi. Buraya kadar işler yoluna girmişti. Şirvan hakimi(Halil) şeyhin akınını hoş görmemiş, Cüneyd’in ülkesini elinden almasından şüpheye düşmüştü. Hasan Rumlu,endişeye düşen Halil Sultan’ın hediyelerle birlikte bir heyeti şeyhe gönderdiğini kaydeder.”(W.Hınz,age.34) Cihanşah ve amcası Cafer, Cüneyd’e kesin olarak yok etme komplosunu kurdular. Cihanşah ve Cafer, Cüneyd’i kendi haline bırakmayıp bu seferini sıkı takip ettiler. Kafkaslara giden Cüneyd’in yok edilmesi için Şirvanşah’a gizliden ulaklar eliyle “ Ona saldır ve yok et” mektupları göndermişler. Şirvanşahı Halil’e her türlü destek vereceklerini ve uygun bir yerde saldırıp yok etmesi için kışkırttılar. “…Kıskanç ve entrikacı Şeyh Cafer, bu mektubunda, yeğeninin velayet sahibi olmadığını ve bir asi sıfatiyle hemen vücudunun temizlenmesini istiyordu. Bu mektup üzerine Şirvanşah bir ilkbahar seferi için hazırlanmaya başladı. Tebersaran hakimi Ebulmasum bir yardımcı kıta verecekti. Cihanşah’ın da Tebriz’den bir Türkmen müfrezesi gönderdiği sanılmaktadır. Şirvanşah, başkenti Şemahi’den bizzat harekete geçti; şeyh sıvışmak istedi, ise de Kafkas’da Elburuz dağı zenciri batısında Karasu vadisinde çevrildi. 4 Mart 1460 Perşembe günü vukubulan muharebede Cüneyd, bir okla vefat etti….Şeyhin cesedi sadık müridleri tarafından taşınarak civarda gömüldü….Yanlız bir kaynak Cüneyd’in cenazesinin bazı sufiler tarafından Erdebil’e götürüldüğünü kaydetmektedir.”( W:Hınz,age. s.34-35) Cihaşah ve Cafer’in komplosu ile Şirvanşahı’nı kışkırtması, Cüneyd’in ölümüne sebep oldu. Ama Cüneyd’i sevenler önderlerini kaybetmekle birlikte Erdebil Dergahına olan bağlılıklarını devam ettirdiler. Türkmenlerin bu kararlılığı Cüneyd’in başlattığı davanın aksamadan devam ettiğini göreceğiz. Cüneyd’in 4 Mart günü öldürülmesinden bir ay sonra, Nisan 1460’ta oğlu Haydar, Diyarbakır’da Akkoyunlu sarayında dünyaya gelecektir. Uzun Hasan tarafından eğitilip büyütülen Haydar, dokuz yaşına gelince Uzun Hasan tarafından getirilerek Erdebil Dergahının piri olarak Şeyhlik postuna oturtulacaktır. Haydar’la birlikte babası Cüneyd’in davası hiç eksilmeden daha da kuvvetle devam ettirilecektir.“…Bu mağlubiyet Safevi tarikatı müridlerinin dağılmasına, hatta tarikat bağlarının gevşemesine veya zayıflamasına sebep olmadı. Çünkü şeyhlerinin oğulları vardı. Onlar Cüneyd’in vasiyetine uyarak çocuk yaşta olmasına rağmen Akkoyunlu Uzun Hasan Beğ’in kız kardeşinden doğan oğlu Haydar’ın etrafından toplandılar.”( Prof. Faruk Sümer- age.say10) Yukarıda bahsedilen yerleri ve yaptığı faaliyetlerini tümünü ele aldığımızda da, Cüneyd’in Anadolu coğrafyasında kısa zamanda bu kadar gücü kısa sürede nasıl toparladı? Diye sormak gerekiyor. Her gittiği yerlerde Türkmen halkının Cüneyd’e aşırı ilgi göstermesi sadece bir inançsal bağlılık ve sevgi değildir. İnançsal bağlılık ve güvenin yanında o tarihlerde bölge halkın bağlı olduğu devletlerin (Osmanlı, Karamanlı, Dulkadirli, Memlük) yönetimlerinden şikayetlerinin arttığı ve bir kurtarıcı öndere ihtiyaç duyduğu gün gibi ortadadır. Halktaki tepkiye gözünü yummayan, kulağını kapatmayan Cüneyd’i, halk kitleleri sevdi ama elbette ki hakim güçler sevmediler ve sınıfsal menfaatleri gereğince tehlikeli kişi olarak değerlendirdiler. Cüneyd, Anadolu’nun batısından güneyine ,kuzeyinden doğusuna kadar gezdiği yörelerdeki Alevi-Türkmenlerinin isyan taleplerini, kararlılıklarını, coşkusunu ve bağlılığını gördüğü için geleneksel Erdebil Piri tarzını değiştirerek halkın sömürücü iktidarlara karşı mücadelesinin önderi olmayı başarmıştır. Türkmenlerin kararlı desteği sonucu Cüneyd’in Hatice Begüm’den doğan oğlu Şeyh Haydar, dokuz yıl sonunda daha uygun koşullarda Uzun Hasan’ın koruması altında Erdebil Dergahının postuna oturmuştur. Ama artık bu sefer Cihanşah gibi bir tehdit yoktu. Çünkü Uzun Hasan 1468 yılında Cihanşah’ı Bingöl Yaylasında kıstırarak öldürmüş ve Karakoyunlu denen devleti de yok etmişti. Türkmen Alevi kitlesi aynı kararlılıkla ve inançla Şeyh Haydar’ın yanında yerlerini alarak Cüneyd’in davasını devam ettirdiler. Geniş bir coğrafyaya yayılan Alevi Türkmenlerinin davaya bağlılık, fedakarlık ve güveni en sonunda Şah İsmail’le, bugünkü Azerbaycan ve İran devletlerinin kökü olan Safevi Devleti’ne dönüşmüştür.İlginizi Çekebilir