© Alevi Ocağı

TAİF’DE HZ. PEYGAMBER’E İŞKENCE

TAİF’DE HZ. PEYGAMBER’E İŞKENCE

ZEYNEL COŞAR yazdı… Taif şehri Mekke’nin 80 km. doğusunda rakımı kısmen yüksek, çöl şartlarına göre tarıma daha elverişli bir bölgedeydi. Taifliler ticarette Mekke tüccarlarının arkasından gelen ikinci bir kitleyi oluştururlardı. Kureyş ileri gelenlerinin en yakın müttefikleriydi. Taif, Mekke gibi çorak taşlık bir yer değildi. Medine gibi tarım yapılan bir bölge olduğu için burada üzüm, meyve, arıcılık, hurma ve sebzecilik yapılmaktaydı. Mekke zenginlerinin dostları olan Taif’in Sakif aşiret mensupları buralarda, yakın dostları olan Kureyş kodamanlarına bağlar bahçeler vermiş, onların Mekke sıcağından kaçıp yaylalarda bağ evleri yapmalarını sağlamıştır. Sakif aşireti İslam öncesinde de Kureyş’in ticaret ve zulümlerde suç ortağıydı. Bu adamlar, Muaviye,Yezit, Mervanoğulları zamanında Irak tarafında ki muhalif halk hareketlerini kanla, işkence ve katliamlarla bastırmakta görev aldılar. Özellikle Kufe ve Basra’da Emevilerin sağ kolu olarak valilikler yaparak zulmün bir numaralı yetkilileri oldular. Çok uzun süreler valilik yaparak halka kan kusturdular. Başta Hz. Hüseyin, Zeyd ve diğer tüm Ehli Beyt evlatlarını katledenlerin tamamına yakını yine bu Taif’li Sakif kabile mensupları olmuştur. “…Muaviye b. Ebi Süfyan H. 41. yılda iktidarı ele geçirmesiyle İslam coğrafyasının her tarafında hakimiyetini tesis etti. Bu tarihten itibaren Ümeyye oğulları ile Sakif kabilesi arasındaki ilişkiler geçmişte olduğu gibi üst düzeye yükselirken bazı Sakif kabilesi mensupları da adeta Emevi devletiyle özdeşleşti. Emevi devletiyle özdeşleşen ve problemli bölge Irak'ın idaresini üstlenen bu Sakiflilerin en ünlüleri arasında Muğire b. Şube, Ziyad b Ebihi, Ubeydullah b.Ziyad, Haccac b. 'Yusuf ve Yusuf b. Ömer sayılabilir. Bu kimseler Muğire b. Şube hariç, idare ettikleri Irak bölgesini adeta olağanüstü hal kanunlarıyla yönetmişler, Irak halkına karşı fevkalade sert davranmışlardır. Daha sonraları Emevilere karşı yükseltilen itiraz ve ithamların arkasında, bu idarecilerinin uygulamaları vardır.”( Prof.İrfan Aycan, Emevi İktidarı’nın Devamında Sakif Kabilesinin Rolü, makale) İşte Taif böyle adamların şehri idi. Mekke’de artan baskı Peygamber’i başka arayışlara itiyordu. Mekke artık onu boğmaya başlamıştı. O günün Arap çölünde aşiret, bir kişinin en büyük güvencesiydi. Aşiret güvencesinde yoksun kalanlar her türlü belayla baş başa kalabilirlerdi. Ebû Taib’in vefatından sonra Haşimoğullarının başına Ebu Leheb reis olunca işler değişti. Gerçi Ebu Leheb Hz.Muhammed’in halalarından Evra başta olmak üzere halalarının baskısıyla Ebu Leheb’e Onu koruma altına almasını isterler. Ebu Leheb’de kardeşlerinin ricasını kırmayarak kabul etmiştir. Ama bu iş kısa sürer. Şeytan Ebu Cehil ve Ukbe devreye girerek korumayı kaldırtırlar. “... Buna göre Hz. Peygamber’in halaları Ebû Leheb’e giderek, her ne kadar onun fikrini kabul etmese de Muhammed’in kendisinin yeğeni olduğunu, onu himaye etmeye en uygun kişinin de yine kendisi olduğunu söylemişlerdir. Ebû Leheb önce buna razı olmuş, fakat kısa süre sonra Ukbe b. Ebû Muayt ve Ebû Cehil’in tahrikleri sonucunda bu kararından vazgeçmiştir.- İbn Sa’d, I, 211-. Bu sebepten, Taif yolculuğu dönüşünde Hz. Peygamber bir başka kabileden, Benî Nevfel’den, Mut’im b. Adiy’in himayesi altında Mekke’ye girebilmiştir.”( Prof.İbrahim Sarıçam,Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı,s.108) Hz. Muhammed korumasızlığına bir çözüm bulmak için Mekke dışında ki çeşitli dostlarına veya dost bildiği aşiretlerle temaslar kurmaya çalıştı .Bu nedenle de bir gün azatlı köle yoldaşı Zeyd b. Harise ile Taif’te tanıdığı bazı aşiretlerin ileri gelenleriyle görüşmeye gitti. Gitti gitmesine ama başına gelmedik kalmadı. “…Tanrı elçisi (S. A. M.) Taif'e vardığında Sakif kabilesinden birkaç kişiye başvurdu. O zaman Taif'lilerin uluları ve eşrafı Abdiyalil bin Amr binı Umeyr. Mesud bin Amr bin Umeyr ve Habib bin Amr bin Umeyr olup, bunlar üç kardeş idiler. Kureyş'in Beni Cumah kolundan bir kadın onlardan biri ile evli idi. Tanrı elçisi oturdu ve onları imana çağırdı, İslamiyet’e yardıma ve kendisine muhalefet edenlere karşı kendisiyle birlikte hareket etmeye çağırmak üzere geldiğini anlattı. Aralarından biri, “Tanrı onu peygamber olarak gönderdiği takdirde, Kâbe kapısını koparıp atacağını “söyledi. Diğeri “Tanrı peygamber olarak göndermek üzere senden başkasını bulamadı mı?”dedi. Üçüncüsü “ Seninle hiçbir vakit bir kelime olsun konuşacak değilim, çünkü sen, dediğin gibi Tanrı elçisi isen senin sözünü reddetmek pek tehlikeli bir iştir. Tanrıya iftirada bulunarak yalan söylüyorsan seninle konuşmak doğru” değildir, dedi. Bunun üzerine Tanrı elçisi (S. A. M.) onların yanından çıktı. O artık Taif'Iilerin yardımından ümidini kesmiş bulunuyordu. Bana haber verdiklerine göre Tanrı elçisi onlara: Mademki yardım etmek istemiyorsunuz, benim sizden yardım istemiş olduğumu ifşa etmeyiniz, demiştir. Çünkü Tanrı elçisi, bu haber işitildiği takdirde, kavminin daha ziyade düşman kesilmelerinden korkuyordu. Fakat onlar Tanrı elçisinin bu isteğini yerine getirmediler. Aşağı tabakadan olan adamlarını ve kölelerini Tanrı elçisine kötü muamelede bulundurmaya isteklendirdiler. Onlar bağırıp çağırarak Tanrı elçisine sövüp saydılar. Bunun üzerine onun etrafında halk toplandı. Onu Utbe bin Rabia ile; Şeybe bin Rabia'nın bağına sığınmaya mecbur rettiler. Sahipleri bağda bulunuyordu. Sonra onu arkasından takip edenler dağıldılar. Tanrı elçisi «S. A. M.) bir üzüm asmasının gölgesine oturdu. Bana söylediklerine göre Tanrı elçisi Cümah oğullarından olan kadına: Senin kaynatalarından nelere katlandık, demiştir. Bana söylediklerine göre Tanrı elçisi sükûnet bulduktan sonra yalvararak Tanrı ya şöyle dua etmiştir: Ey Rabbim! Kuvvetimin azlığından, çaresizliğinden ve halk arasında küçük düşmemden sana şikayet ediyorum. Ey en çok esirgeyen, zayıf düşenlerin Rabbi! Sen benim Rabbimsin. beni kime bırakıyorsun, benim işimi, beni kötü çehre ile karşılayan bir yabancıya mı, yahut bir düşmana mı havale ediyorsun? Darlığına uğramadıysam bunların önemi yoktur. Fakat beni esenlik ve emniyet içinde yaşatman için senin merhametin geniştir, senin karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini ıslah eden: zatına sığınarak beni gazabına uğratmamanı dilerim, memnun etmek ve sevindirmek senin elindedir. Senden başka kuvvet ve senden başka koruyan yoktur. Rabia'nın Utbe ve Şeybe adındaki oğulları, karşılaştığı bu hali gördüklerinde ona acıdılar. Hıristiyan dininde olan Addas adındaki kölelerini çağırdılar, ona: Şu üzümden bir salkım alarak bir tabağa koy ve şu misafire götür de şu üzümü ye, diye söyle, dediler. Addas, emirlerim yerine getirdi, tabağı Tanrı elçisinin önüne koydu”(Taberi, age.c,3,s.161,162) Taberi Taif’de örgütlenerek saldırıya geçen serseri takımından oluşan kalabalığın Peygambere yaptıkları işkenceleri anlatmıyor. Sakif kabilesinin önderleri saldırı için topladıkları çapulculara diyorlar ki, “Sakın Muhammed’e öldürücü darbe vurmayın. Uzaktan taş toprak atarak saldırın. Eğer Muhammed’di öldürürseniz, aşiret geleneğine göre Mekke Kureyşleri bize bedel ve kısas uygular, başımız belaya girer. Öldürmeden, ölmekten beter edin” derler. Bunun üzerine kalabalık güruh Peygambere saldırmaya başlar. Şehirden çıkıp Mekke’ye dönerken bahçelerin ve bağların olduğu yere kadar 3 km yol boyunca taşlanır. Atılan taşlardan bacakları elleri, kolları da yaralanarak kan içinde kalır. Ayakkabılarına kan dolar. Zeydi’in korumasına rağmen çok fazla darbe aldığı için bir ara takatı kesilir ve bir ağaç gölgesinde oturmak zorunda kalır. Ona rağmen saldırganlar taş atmaya, alay etmeye, küfür ve hakaretlerine devam ederler. O bölgeye yakın olan ve Kabe içinde birkaç kez Peygamber’e hakaretler eden Kureyş’in liderlerinden Muaviye’nin dedesi olan Utbe b.Rebia’nın kardeşlerinin bağının yanına gelince mecburen Utbe bin Rabia ile Şeybe bin Rabia'nın bağına sığınmak zorunda kalır. Bağda bulunan ve kendisi de Hıristiyan olan Addas ismindeki köle, Rasülullah'ı bu halde görünce ona acıdı. Yemesi için bir miktar üzüm getirdi. Peygamber’e su getirdi, elini yüzünü yıkadı. Orada konaklayıp kendisi toparlayıncaya kadar kaldı. Peygamber Taif saldırısının şiddetinin Uhut savaşındakinden daha fazla olduğunu söylemiştir.“ Yolun iki tarafına dizilerek, aralarından yürüyen Hz. Peygamber ve Zeyd’i taşa tuttular. Atılan taşlar Hz. Peygamber’in ayaklarını kanattı; onu korumaya çalışan Zeyd b. Hârise’nin başı da yaraladı. Hz. Peygamber atılan taşların verdiği ağrıdan yürüyemez hale geldiğinde yere oturuyordu. Fakat kollarından tutup kaldırıyorlar, yürümeye başlayınca tekrar taşlıyorlar ve gülüşüyorlardı.( İbn Seyyidinnâs, I, 232)Kureyşli Rebîa’nın oğulları Utbe ve Āeybe’nin bağına gelinceye kadar hakaret ettiler, bağırıp çağırdılar, taş attılar . Hz. Peygamber daha sonraki bir dönemde kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta, Taif yolculuğu esnasında karşılaştığı sıkıntının Uhud Savaşı’nda karşılaştığından daha şiddetli olduğunu söylemiştir.” (Prof.İbrahim Sarıçam,age.s.110) Hz. Muhammed, Taif’den eli boş dönmüştü. Üstüne üstlük de hayatının en acımasız işkencelerini görmüştü. Şimdi Mekke’ye nasıl gidecekti? Onun bir aşiret lideri tarafından himayesi/korumayası yoktu. Bir liderin eman/himaye vermesine ihtiyacı vardı. Koca Haşimoğullarının evladı, Abdulmutalib’in torunu ne kadar zor durumda bırakılmıştı. Amcası sahip çıkmıyordu. Dönüş yolunda Mekkeli bir adamla rica ederek aşiret liderlerinden birinden eman/ himaye alabilmesi için El Annes bin Şarik'i elçi gönderdi .Bu adam eman vermedi. Elçi geri geldi. Bir kişiye daha gönderdi o da kabul etmedi. En sonunda . Mut'im bin Adi adında birisine gönderir, bu adam Peygamberi himayesine kabul eder. “… Bu arada Sakîfliler Kureyş’e çoktan haber uçurmuşlardı… Hz. Peygamber kabilesini terk ederek Mekke dışına çıktığından, şehre girebilmesi için himayesine girebileceği bir kimse araştırmaya başladı. Bu süre zarfında Hira mağarasında bekledi. Bir Mekkeli vasıtasıyla haber gönderdiği Ahnes b. Āerîk ve Süheyl b. Amr, onun himâye isteğini kabul etmediler…Sonunda Nevfeloğullarının başkanı Mut’im b. Adiy onu himayesine aldı ve oğullarıyla birlikte kendisini korudu. Hz. Peygamber önce Kâbe’yi tavaf ederek iki rekat namaz kıldı ve daha sonra evine gitti.”( Prof.İbrahim Sarıtaş,age.s.111) Taberi’de bu himaye olayını daha ayrıntılı olarak şöyle anlatıyor. “…Tanrı elçisi Mekke'ye döndüğünde kavminin, eskisinden daha şiddetli bir düşmanlıkla karşılayacaklarını, kendisine muhalefette ve dinine olan düşmanlıkta daha ileri gitmiş olacaklarını biliyordu. Tanrı elçisi, elçilik vazifesini üzerine alan adama, Yine Mekke'ye gider misin? O, giderim, cevabında bulundu. O halde sen Süheyl bin Amr'ın yanına gidip: Tanrının emirlerini halka eriştirinceye kadar• beni himaye eder mi? diye söylersin, dedi.(Bu kişide kabul etmemiş) Tanrı elçisi o adama: “Bir defa daha aracılık eder misin?” dediğinde, adam “Ederim” cevabında bulundu. Tanrı elçisi: O halde Mutim bin Adi'nin yanına gidip, Tanrının emirlerini halka tebliğ edinceye kadar beni himayesine alır mı? diye sor dediğinde, Mut'im: Onu himayeme alıyorum, Mekke'ye girsin, diye cevap verdi. Elçi, Tanrı elçisinin yanına dönerek bu haberi verdi. Mut'im bin Adi kendisi oğulları ve kardeşleri silahlarını kuşandıkları halde sabahleyin mescide geldiler. Ebu Cehil ona: Yardımcı mısın yoksa himayeci misin? diye sorduğunda, o: Himayeciyim, cevabında bulundu. Bunun üzerine Ebuu Cehil: Senin himayende olanı biz de himaye ederiz, dedi. Bundan sonra Tanrı elçisi Mekke'ye girdi.” ”(Taberi, age.c,3,s.162) İşte böyle; Mekke kodamanları kurmuş oldukları sömürü düzenlerinin yıkılmaması için her türlü yola başvurup işkencelerle Müslümanları ve onların önderi Hz. Muhammed’i ezmeye, öldürüp yok etmeye çalıştılar. Ama zulüm bir yere kadar sürer. Mazlumlar sonunda ayağa kalkıp zalimden hakkını er yada geç alırlar. Hz. Muhammed’de bu kuşatmayı Medine’de gelen destekle aşabildi. Daha sonra göreceğimiz Akabe Görüşmeleri ile Medine’de bir çok arkadaş edindi. 622 yılında Mekke’den Medine’ye göçerek orada ciddi bir güç oluşturdu. Medineli Ensar gibi kahraman yoldaşlarla 630 yılında büyük bir ordu ile dönerek, Mekke Kodamanlarının çarkını kırdı, sömürü düzenlerini yıktı.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER