TÜRKÜLERDE AĞIT VE NEŞE
OCAKLAR
SİNAN KAHYAOĞLU yazdı...
GİRİŞ:
Türklerin milli çalgıları olan bağlamalarda ezgiler, genellikle 11’li veya 8’li hece vezni ile yazılmış şiirlerin havalandırılmasıyla oluşmuştur. Türkmenler tüm hayatlarını bağlama ile düzenlerler. Bağlama ile çalınan ezgiler üç bölüme ayrılır. Dinsel ezgiler, ölümle ilgili ezgiler ve hayatla ilgili ezgiler. Dinsel ezgilere Nesef adı verilir. Nesef Nesf içerden gelen anlamındadır. Nefes ise dışarıdan alınan hava demektir. Dolayısı ile dinsel ezgilerin adı Neseftir. Nefes değildir. İnsanın içini, batınını anlatan ezgilerdir. Bu nesefler alevi ibadetleri olan(Türkmenlik ibadetleri) cemlerde çalınır ve söylenir. Bu ezgilerde ikiye ayrılır. Ağır söylenen nesefler ve hızlı çalınıp söylenen samah ezgileri.
Dinsel müzik değişmez. Aynı tempoda icra edilir. İnsanları Hak’la buluşturan müziktir. Çalanlara Sazandar, Gövender, Abdal veya Zakir adı verilir.
Dinsel müziğin yanında cenaze kaldırılırken çalınan neseflerde vardır. Bunlara da ölüm nesefleri denilir. Ağır söylenen neseflerdendir. Ölümü anlatır. Ölüm nesefleri ağıtlarla karışıktır. Ama ağıt değildir. Dinleyeni hüzünlendirir. Dünyanın geçici olduğunu, kimseye kalmadığını ve bundan dolayı kimsenin kalbinin kırılmaması gerektiğini anlatırlar.
Dinsel ve ölüm müzikleri yanında bir de hayatı anlatan sevinci paylaşan türküler vardır. Bunlar çeşitli şekilde icra edildiğinden dolayı bunlara “Kırık hava” adı verilir. Kırık havalarda düğün sevinci, doğa sevinci v.d. hayat dile getirilir. Kırık havalarda kendi içinde çeşitli şekillere ayrılırlar. Bir kısım kırık hava oyun havalarıdır. Bunlar genellikle 9/8’lik ezgilerdir. Bu tür bir müzik duyulduğunda insanın içinde bir kıpırtı başlar ve adeta oynayası gelir. Bu müziklere genellikle sevinçli olayları anlatan sözler yazılır. Düğünler böyle oyun havalarının çalınması ile yapılır. İnsanların sevinçli hallerinde dinlediği müziklerdir. Türkülerimizde oyun havaları çoktur. Bunlara hareketli türküler derler.
Kırık havalarda ayrıca hüzünlü ve efkarlı durumlarda vardır. Böyle durumlarda 4/4’lük türküler devreye girer. Bunlara aynı zamanda “Uzun hava” adı da verilir. Bu havalarda müzik ağırdır. Sesler uzatılır. Sözler hüznü, gurbetliği ve hasreti dile getirir. Dinleyen hüzünlenir dertlenir.
Birde insanlara öğüt veren didaktik türküler vardır. Bu türkülerde 4/4’lük türkülerdir. Dinleyen ne hüzünlenir ne de coşar ve oynamak ister. Ama bu türküleri dinleyen kişi adeta bir öğrenci gibi ders dinler. Türkü dinleyene hayatta ne yapmasını ne yapmamasını öğütler.
Bir türkü dinlenirken üç özelliği ile dinlenir. Birincisi türkünün ezgisidir. Bu kulağa hitap eder. Ezgi kulağa geldiğinde biz onun ne tür müzik olduğunu hemen anlarız ve ona göre hareket ederiz. Eğer hareketli oyun havası ise hemen oynamaya hazırlanırız. Türkünün ikinci bölümü ise sözleridir. Sözler kulakla değil akılla anlaşılır. Eğer aklımızı devreye sokmazsak türkünün sözlerini anlayamayız. Genellikle akılda kalan türkülerin nakaratlarıdır. O da çokça tekrar edildiğindendir. Sözler ki buna güfte adı da verilmektedir. Bir müziğin bel kemiğidir. Müzik sözler üzerine giydirilmiş elbisedir. Türkü sözleri ile insanlara kendini anlatır. Neseflerde öyledir. Tınıdan ziyade söz önemlidir. Üçüncü özellik ise göze hitap eden türküyü söyleyen kişinin görüntüsüdür. Günümüzde televizyon yayınları ve videolar türküyü söyleyen kişinin görüntüsünü de verdiğinden dolayı bu üç özellikte geçerlidir. Eskiden türkü söyleyen kişi canlı olarak dinleyicinin karşısında türkü söylemekte ve bu üç özellikte geçerli olmakta idi. Radyolar çıkınca görüntü özelliği kayboldu. Televizyon çıkınca görüntü özelliği söyleyeni etkilemeyecek şekilde devreye girdi.
İnsanlar genellikle görüntü ve tınıya önem vermekte ve sözler üzerinde durmamaktadır. Türkü başlarken çıkan müzik ve söyleyenin görüntüsü insanlara yetmektedir. Türkünün sözleri başladığında onu duymamaktadırlar. Bundan dolayı bazı türkülerimizi aslından çok aykırı şekilde dinlemekteyiz. Çünkü sözlerine dikkat etmiyoruz. Oysa asıl öz orada.
9/8’lik OYNAK AĞITLAR:
İnsan üzüldüğü zaman ağlar ve gözlerinden yaş gelir. Gözyaşı tuzludur. Çok ağladığı zaman gözler kızarır. Belli bir süre sonra ağlama sona erer, üzüntü devam eder. Acı olayı hatırladıkça insan yine ağlamaya başlar. Bir süre gözlerinden yaş akar ve durulur. Bu hayatımızın bir parçasıdır. Hayvanlarda acı çektiklerinde gözlerinden yaş dökerek ağlarlar. Bu doğal bir durumdur. Ağlamayı anlatan ve ifade eden türküler genellikle 4/4’lük türkülerdir. Bunlara ağlattığından dolayı ağıt adı verilir. Ağıt havasını duyduğumuzda gözlerimiz buğulanır ve sonra yaşlar dökülür. İçimize bir acı çöker. Olası yaşayacağımız veya yaşadığımız acıyı tekrar hatırlarız. Ağıtlar insanları hüzünlendirir.
İnsan sevinince güler oynamak ister. Gülme de ağlamak gibi çok uzun sürmez. Bir miktar güldükten sonra gülme eylemimiz sona erer. Eğer gülme eylemi devam ederse insanın gözlerinden yaş gelir. Ağlamaya başlar.
Yani çok üzüntü ile çok sevincin birleştiği yer ağıttır. Her ikisinde de gözlerden yaş dökülür. Bu adeta bir çemberin başladığı ve bittiği yer gibidir. Doğal durumdur.
Türkülerimizde bazı ağıtlar vardır. Oyun havası ile icra edilirler. Ağlama ve gülmenin ağıtta birleşmesi gibi türkülerimizdir. Bu türkülerimizi dinlerken maalesef bilinçsizce dinlemekteyiz. Sözlere çok dikkat etmediğimizden dolayı türkünün içindeki ağıdı fark edememekteyiz. Türküyü yakan kişinin acısına sanki sevinmekteyiz. Oynamaktayız. Bu ise biraz ahlaka aykırı bir durum oluşturmaktadır. Çünkü kültürümüzde kimsenin acısına oynanmaz. Genel ahlak kuralı budur. Kişinin acısına katılmak istemiyorsan ayrıl ve onu acısı ile baş başa koy.
Bu tür ağıtlarımıza dört örnek vereceğiz. Birisi bir Edirne türküsü olan Babua türküsüdür. Türkü oyun havası şeklinde bir ağıttır. Türkünün ezgisi oyun havasıdır. Dinleyeni oynatmak ister. Oysa sözleri bir ağıttır. Sözleri şöyledir:
Sevdiğim iki gözüm ellere yar oldu babua
Kara tren aramıza kara duman ekti de
Göz göre göre yazık Eyub’a
Buraları sevemedim gönlüm orada
Yanıyorum tuz biber yarada
Deli gönül eremedi eyvah murada
Ölüyorum tuz biber yarada
Gözlerimin karesi kırmızı nar oldu babua
Meriç’in azgın suyu aramıza girdi de
Göz göre göre yazık Eyub’a
Burada Meriç’te boğulan Eyup’e ağıt vardır. Kalan yari başkası ile evlenmiş ama mutlu değildir. Sevdiğine ağlamakta ve babasına ağlamaktan gözlerinin karasının nar gibi kızardığını ifade etmektedir. Ama maalesef bu türküyü bizler düğünlerde çalıp söyleyip oynamaktayız. Göbek atmaktayız. Adeta Eyüp’ün ölümüne sevinmekteyiz gibi gelmektedir.
İkinci türkü ise Tokat yöresi türkülerinden olan “Hey onbeşli” türküsüdür. Türkünün sözleri şöyledir:
Hey onbeşli onbeşli Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor kızların gözü yaşlı
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım entarisi onyediye
Gidiyom elinizden kurtulam dilinizden
Yeşilbaş ördek olsam su içmem gölünüzden
Gidiyom gidemiyom az doldur içemiyom
Sevdiğim pek gönüllü bırakıp gidemiyom
Türküde sözü geçen onbeşliler 1315 doğumlu askerlerdir. Tokattan Çanakkale cephesine giden onbeşli bir askerin Hediye isimli bir karısı tarafından yakılmıştır. Kocası şehit olduktan sonra dul eşi yaşadığı yerde barınamamış ve oradan kaçmıştır. Türkü bunu söyler “Gidiyom elinizden, kurtulam dilinizden, Yeşilbaş ördek olsam su içmem gölünüzden”
Türkünün sözleri bir dram bir ağıttır. Bir çığlıktır. Ezgisi ise 9/8’lik oyun havasıdır. Maalesef bu türkünün ezgisini duyduk mu yine oynamaya başlıyoruz. Türküyü düğünlerde çalıp oynuyoruz. Adeta şehitlerimizle dalga geçiyoruz. Onların emaneti olan dul eşlerine sahip çıkamadığımıza üzüleceğimize seviniyoruz.
Bu tür ağıtlara bir başka örnekte düğünlerde yine oynadığımız Cezayir türküsüdür. Bu türkünün sözleri de şöyledir:
Cezayir’in harmanları savrulur
Savrulur da dört bir yana devrilir
Sarı buğday samanından ayrılır
Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilal kaşlı Cezayir
Cezayir’in gemileri yağlanır
Yağlanır da dört bir yana sallanır
Cezayirde Koçyiğitler eğlenir
Gemilere çürük tahta dayanmaz
Yiğitlere gaflet bastı uyanmaz
Aman Allah buna canlar dayanmaz
Cezayir’i bir ikindi bastılar
Camilere çifte çanlar astılar
Koçyiğitleri kurban diye kestiler
Cezayir’in haber gelmez yolundan
İnzibatlar tutmuş yârin kolundan
Gemi gelir Cezayir’den Mısır’dan
Yelkenleri vardır kumaş hazırdan
Kadir Mevlam kurtar beni yesirden
Aman Cezayir, canım Cezayir
Türkü 1815 yılında Fransızların Cezayir’i işgal etmesi üzerine yakılmış bir ağıttır. Ezgisi oyun havasıdır.19.y.y.da kuzey Afrika’da kaybettiğimiz ilk toprağımızdır Cezayir. Türkünün sözlerinde bu acı belirtilmektedir. Yine bu türkümüz Ege kıyılarından Konya’ya kadar düğünlerde çalınıp söylenmekte ve oynanmaktadır. Bir diğer örnek “Domdom kurşunu”dur. Bu türkü Aşık Mahsuni Şerif tarafından yakılmıştır. Ezgisi oyun havası şeklindedir. Oysa türkünün sözlerinde bir acı bulunmaktadır. Sözleri şu şekildedir.
Kaşların arasına dom dom kurşunu değdi
Bir avcı beni vurdu, bin avcı beni yedi
Ah dedim ağladım, yaremi bağladım
Eğdi yar boynun eğdi, Mevlam kerimsin dedi
Hançer yarası değil domdom kurşunu değdi
Gel gel gümüle gel, gel böğrüme domdom kurşunu
Mahsuni yar benim halimi anlasaydı
Bütün dertliler gibi inleyip dinleseydi
Bu türküde de türküyü yakanın dom dom kurşunu yediğini ve bunu dile getirdiğini görüyoruz. Maalesef bu türküde oyun havası olarak çalınıp söylenmektedir.
SONSÖZ:
Bu tür türkülerimizi sözlerine dikkat ederek rahatlıkla bulabiliriz. Biz sadece dört örnek verdik. Bu örnekler daha da arttırılabilir. Türküler sıradan müzikler değildir. Tınısından ziyade sözleri önemlidir. Bundan dolayı türküleri kulağımız yanında aklımızla dinleyelim. Asıl tat akılla kavranan sözlerindedir. Oyun havası şeklindeki ağıtlarımızda oynamayalım. Atalarımıza saygısızlık oluyor. Ayrıca türkülerimizi dinlerken türkünün bilincine erelim.
Yine bir türkü söyleyen kişi yanındaki dinleyicilere bakarak türkü söyleyecek olursa dinleyicinin mimiklerinden rahatsız olabilir. Bundan dolayı türkü söyleyen kişi yanındaki dinleyicilere genellikle bakmaz. Türküyü söylerken başka taraflara bakar. Çünkü dinleyicilerden birisinin hafif bir gülümsemesi o türkücünün şevkini kaçırır ve türküyü kadük eder. Bazı türkücüler ise türkü söylerken gözlerini kapatırlar ki dinleyicileri görmesinler, onlardan etkilenmesinler. Usta ozanlar türkü söylerlerken konserlerinde dinleyicileri gözleri ile adeta takip ederler. Dinleyicilerin ilgilerinin kaybolmaya başladığını anladıklarında konseri keserler. Eğer ilgi devam ederse konsere devam ederler. Tabi türküleri söyleyen herkes usta değildir. Ama bizler türkülerimizi dinlerken söyleyenleri teşvik edelim, onları coşturalım ki türkülerimiz yaygınlaşsın. Türkü söyleyenler çoğalsın. Ayrıca türkü dinlerken, kendimizde türkü söylemeye çalışalım. Türküler yaş gruplarına göre söylenir. Kendi yaş grubumuza göre olan türküleri dilimizden eksik etmeyelim. Örneğin genç bekar olup evlenmek isteyen gençler aşk türküleri söylerler. Yarini bir şekilde kaybeden kişiler ise onun hasreti ile ilgili türküler söylerler. ”Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim el aldı” gibi. Evlenmiş çoluk çocuğa karışmış bir kişi bu türküyü olur olmaz yerde söyleyemez. Çünkü yakışmaz. Orta yaşa veya yaşlı hale gelenler ise dünyaya olan bağlarını eleştirmek için “Daha senden gayrı aşık mı yoktur, nedir bu telaşın vay deli gönül” türküsü ile hırsından ayrılması gerektiğini her an hatırlayabilir.
Türküler sıradan ezgiler değildir. Onları bilinçli dinleyelim. Türklerin tarihi, coğrafyası, kültürü türkülerde saklıdır. Yeter ki okumasını bilelim. Saygılar.
24.Mart.2021
Kaynakça:
Tanses H.-1997-Zeybekler, Say Yay. İst
Tanses H.-1997-Ozanların Dili, Say Yay. İst
Tanses H.-1995-Halk Türküleri, Say Yay. İst.
Nuş A.-1996-Rumeli Türküleri, Say Yay. İst.
TÜM HABERLER