TÜRKÜLERDE TARİH
OCAKLAR
SİNAN KAHYAOĞLU yazdı
GİRİŞ:
Türküler adından da anlaşılacağı gibi Türk ulusunun ulusal müziğidir. İnsan, dünyada görüldüğü andan itibaren doğadaki ezgilerden etkilenerek(özellikle kuşların ötüşleri)müzik yapmaya başlamıştır. Bugün her toplum yaşadığı coğrafyanın yer şekillerinden, ikliminden ve çevresinde yaşayan hayvanlardan etkilenerek müzik yapmıştır ve hala yapmaktadır. Oyunları da çevresindeki hayvanların hareketlerinden taklit yoluyla oluşmuştur. Bugün bozkır bölgesinin müziği ve oyunları ile okyanus bölgesinin müziği ve oyunları farklılıklar gösterir.
Türkler İç Asya’da konar göçer bir toplum olduğundan dolayı müzikleri ve oyunları bozkır özellikleri gösterir. Konar göçer yaşam Türkleri çadırlarda yaşamaya zorlamıştır. Yurt adı da verilen çadır Türklerin milli meskenidir. Çadırlar sökülüp hayvanlara yüklendikten sonra başka yerlere göç edilir ve oraya konulur. Dolayısı ile konar göçer, bu toplumun kullandığı aletler taşınabilir aletlerdir. Bunun için müzik aleti olarak taşınabilir kaval, sipsi, tef, davul ve bağlama kullanılmıştır. Bağlama ağaç kütüğünün oyulup üzerine bir kapak konulması ve bu gövdeye bir sap takılıp üzerine atların kuyruk kıllarından tel yapılması ile oluşmuş müzik aletidir. Bazı kaynaklarda at kuyruğu kılı yerine kurutulmuş sincap bağırsağı kullanıldığı belirtilmektedir. Oluşturulan bu aleti çalmak için ya parmaklar kullanılmış (buna şelpe adı da verilir) ya da pezene kullanılmıştır. Pezene olarak zaman zaman kiraz kabuğu ve çam kozalağı kabuğu kullanılmıştır. Bağlama taşınması kolay bir müzik aletidir. Atın üstünde sırta takılır ve uzak mesafelere kolayca gidilir. Bağlamada sapın notalarını belirtmek için perdeler bağlanmıştır. Perdelerin aralıkları uzun araştırmalar sonunda bulunmuştur. Bugün iki tür bağlama vardır. Birisi uzun sap denilen bağlama diğeri ise kısa sap denilen bağlama. Kısa sap bağlamaya Çöğür de denilir. Uzun sap bağlama da 23 perde var iken, kısa sap bağlamada 20 perde mevcuttur. 1960’lı yıllara kadar bağlama köylerde özellikle alevi köylerinde cem ibadetinde kullanılırken saplar düz ve gövde deliksizdi. 1960’lı yıllarda İstanbul’da bağlamalarla geniş kitlelere ses sistemleri ile konserler verilmeye başlanınca sorunlar ortaya çıktı. Sorun bağlama ile çalınan ezgilerin geniş kitlelere ulaşamaması idi. Bağlamaların burguları eğildi ve gövdenin altına delik delinerek ses cihazı takıldı. Böylece sorun çözüldü. Bugün kullanılan bağlama tipi ortaya çıktı. Eski bağlamalarda perde sayılarında da bazı sorunlar vardı. Geleneksel bağlamalarda tel sayısı 5 veya 3 iken konser döneminde tel sayısı 7’ye çıktı ve ses zenginleşti.
Bağlamalara kıl veya kurutulmuş bağırsak yerine metal tellerin takılması 19.y.y. içinde olmuştur. Bunu 19.y.y. ozanlarından Dertli’nin Telli sazdır bunun adı isimli şiirinden anlıyoruz. Dertli şiirinde;
Venedik’ten gelir teli
Ardıç ağacından kolu
Be Allah’ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde
Demektedir. Zaten bağlamalara metal tellerin takılabilmesi için metal sanayinin oldukça gelişmiş olması gerekir. Sanayi devrimi ise 19.y.y.lın başında olmuştur. Metal sanayide büyük sanayi devriminden sonra gelişmiştir. Bugün kullanılan bağlamalarda 2 kalın tel, 3 aynı ebatta ince tel ve yine farlı ebatta başka 2 ince tel kullanılmaktadır. Toplam 7 tel yapmaktadır.
Pezene olarak ta plastik pezeneler kullanılmaktadır. Şelpe usulü çalma kırsal bölgelerde kente uzak yerlerde plastik pezenenin bulunmadığı zamanlarda özellikle cemlerde sazın çalışması zorunlu olduğu için parmakla çalmalar yapılmıştır. Bu parmakla çalma olan şelpe usulü daha sonra kentlerdeki sanatçılar tarafından fark edilmiş ve özellikle Fethiyeli Topal Ramazan’dan (Ramazan Güngör) öğrenen ünlü sanatçılar tarafından topluma duyurulmuştur. Topal Ramazan ise bu şelpe usulünü çevresindeki Tahtacı sazandarlarından öğrendiğini ifade etmiştir. Bugün şelpe büyük kentlerdeki müzik merkezlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca İç Asya’daki dombıra denilen bağlamalarda da kullanılmaktadır.
Türkülerin güfteleri Türk şiiridir. Türk halk şiiri ise hece veznine göre dörtlükler halinde yazılır. Genellikle 5 dörtlükten oluşurlar. Daha uzun yazılan dörtlüklerde vardır. Son dörtlükte yazanın adı veya mahlası geçer. Bu mahlas şiirin imzasıdır. Buna Tapşırma adı verilir. Yazan kişi tapşırmada mahlasını kullanarak derki diye şiirin son dörtlüğünü bitirir. Örneğin;
Karacaoğlan derki adım överler
Ağu oldu yediğimiz şekerler
Gözel sever diye isnat ederler
Benim Haktan özge sevdiğim mi var der.
Halk şiirleri temelde iki tarz yazılır. Birisi 11’li heceler diğeri 7’li heceler şeklindedir. 11 heceli şiirler bağlamada oturaklı ağır didaktik türkülerin şiiridir. Genellikle 4/4 lük türküler böyledir.7 heceli veya 8 heceli şiirler ise hareketli türkülerin şiirleridirler. Bunlarda 9/8 lik türkülerin şiirleridirler.
Türkülerde arı duru Türkçe kullanılır. Arapça ve Farsça kelimeler kullanılmaz. Çünkü bu yabancı dil kelimeleri Türküye gitmez. Türkünün tadını kaçırır ve türküyü bozar. Zaten uymaz. Bağlama çalana Sazandar, Güvender, Zakir ,Ozan, Aşık ,Abdal isimleri de verilir.
Bağlama Türkmenlik olan Alevilikte cemlerde cem olunurken ibadetin bir parçası olarak çalınır nesefler söylenir ve semahlar dönülür. Bağlama ibadetin bir parçası olduğundan dolayı Alevilikte olmazsa olmaz bir alettir. Bunu çalmakta bir zorunluluktur. Cemler öz Türkçe ile yapılır. Alevilerin ibadet aracı olduğundan dolayı bağlama yüzyıllarca Anadolu’da kullanılmıştır ve hala kullanılmaktadır. Fakat Osmanlı döneminde isyanlarda Türkmenler şiddetli takibata uğradığından dolayı bağlamalarda yasaklanmış ve bağlama kötü gösterilmiştir. Türküler Anadolu’da halk tarafından söylenirken, İstanbul’da saray etrafında Arapça, Farsça Türkçe kelimelerin toplamından oluşan Osmanlıca ile Bizans’tan alınan müzikle saray müziği ortaya çıkmıştır. Bu müzik daha sonra Sanat müziği olarak topluma lanse edilmiştir. Bu müzikte bağlama kullanılmaz. Sesler Osmanlıca ağdalıdır, anlaşılmaz. Bu müziğin konusu aşk, şarap ve hedonist yaşamdır.
Oysa türküler öyle değildir. Cemlerde icra edilen müziğe dini müzik denir.Bu müzik ritmiktir. Aynı tempo ile icra edilirken bunun haricinde halkın yaşayışını anlatan farklı tonlarda türkülerde yakılmıştır. Bu türküler dini ritimden farklı olduğundan dolayı bu müziğe dinsel ritimden ayrıldığı için Kırık hava denmiştir. Kırık havalar halkın günlük dünyevi yaşamını anlatırlar. Türküler bestelenmez. Sanat müziği denilen Şarkılarda eserler bestelenirken, türkülerde türkü bestelenmez yakılır. Türküyü yakan derdini veya sevincini çığırır.
Şadan Gökovalı şöyle der: ”Ben halkım hey, Feleğin sillesini çok yemişim. Kalem vermemişler elime, Diyeceklerimi türkülerle demişim”.
Burada Sayın Gökovalı halkın diyeceklerini müzik ile türküleştirip söylediğini anlatmaktadır. Yine Bedri Rahmi Eyüpoğlu bir şiirinde şöyle der;” Ben şairim,
Karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak sesinden tanırım
Nerede bir köy türküsü duysam
Şairliğinden utanırım”
Burada da sayın Eyüpoğlu türkülerin en güzel şiirlerden bile üstün olduğunu anlatmaktadır. Türkülerde şiirler bağlama ile müzik haline getirilir. Buna seslendirildiğinden dolayı havalandırma adı verilir. Havalandırılan şiirler insanların içine işler. Halk kendini bu türkülerde bulur. Genele hitap eden türküler ülkemizin tüm bölgelerine yayılmış ve oralarda tutunmuştur. Halk derdini ve sevincini türkülerle dile getirmiştir demiştik. O zaman halkın yaşadığı tarihte türkülerin içinde bulunmaktadır. İşte tarihi türkülerden takip etmek gerekir.
TÜRKÜLERDE TARİH:
Elimizdeki belgelere göre ilk ağıt M.Ö.600 yıllarında yaşamış Saka Türklerinin efsanevi kağanı Alp Er Tunga’nın ölümü üzerine yakılmış olan bir ağıttır. Firdevsi 1040 yılında yazıp Gazneli Mahmut’a verdiği ve İran tarihini anlatan Şehname isimli eserinde Alp Er Tunga’dan Afrasiyap olarak bahseder. Bu eserde Afrasiyap İranlı kahraman Zaloğlu Rüstem ile savaşır. Sonunda Zaloğlu Rüstem Afrasiyap’ı öldürür. Zaloğlu Rüstem maalesef bizlere kahraman olarak gösterilmiştir. Oysa ağıtta ödlek olarak söylenmektedir. Ödlek korkak demektir. Alp Er Tunga Türk tarihinde çok önemli bir kağandır. Onun için ağıt yakılmış ve binlerce yıl söylenmiştir. Ağıtta;
“Alp Er Tunga öldü mü?
Issız ajun kaldı mı?
Ödlek öcün aldı mı?
Şimdi yürek yırtılır” denilmektedir.(Ajun dünya demek, ödlekte Alp er Tunga’yı öldüren Zaloğlu Rüstem’e söylenmektedir.)
Bu ağıdın ezgisini maalesef bilmiyoruz. Fakat hala okundukça insanın yüreğine dokunmaktadır.
Asya’dan Anadolu’ya göç eden tüm Türk boyları bağlamaları ve türküleri ile göç ettiler. Anadolu’da Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde Türkçe ve türküler saray tarafından önemsenmedi. Bunun için sürekli saray ile Türk boyları arasında sorunlar oluştu. Çatışmalar oldu. Tüm bu çatışmalar Türkçenin ve türkülerin dışlanmasına neden oldu. Bu durum ise türkülerin yazıya geçirilip kayda alınmasını zorlaştırdı. 1620’li yıllarda isyanları bastırmakla görevli Kuyucu Murat Paşa yakalanan bir Türk çocuğuna babasının ne iş yaptığını sorunca çocuk “Şeşter çalar” diye yanıt verir. Şeşter bağlama demektir. Kuyucu Murat Paşa “demek isyancıları senin baban bağlama çalarak coşturmaktadır” diye azarlar ve yanındaki yeniçerilere çocuğun öldürülmesini emreder. Yeniçeriler çocuğa kıyamazlar. Paşa kalkar eliyle çocuğu boğazlar ve cesetleri doldurduğu kuyuya atar. Diğer eski türkülerimize örnek 1543 yılında alınan Estergon kalesi türküsüdür. Bu türküde;
“Estergon kalesi su başı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yar peşinde yar ondan uzak
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yar peşinde koşan kara bahtlıyım” denilmektedir.
1581 yıllarında yaşamış ve Sivas’ta idam edilmiş olan Pir Sultan Abdal’ın şiirleri ve türküleri ise günümüze kadar gelmiştir. Hala en önemli halk müziği eserlerimizdendir. Pir Sultan Abdal bir türküsünde;
“Şu karşı yayla ne güzel yayla
Süremem safamı kalıyor böyle
Ala gözlü pirim sen himmet eyle
Bende bu yayladan şaha giderim” demektedir.
Pir Sultan’dan önce ise 1500 yılında Safevi devletini kuran Şah Hatayi Hatayi mahlaslı şiirler yazmış ve türküler söylemiştir. Hatayi’nin türküleri ve nesefleri ise hala en önemli halk müziği parçalarımızdır. Hatayi bir türküsünde;
“Ey divane ey divane
Aşık olan kıyar cane
Hatayi’yim der tac ü hane
Kalsın gönül yol kalmasın” demektedir.
Yine 1418 yılında Şam’da derisi yüzülerek öldürülen Nesimi ise bir türküsünde;
“Gülden terazi yaparlar
Gülü gül ile tartarlar
Gül alırlar gül satarlar
Çarşı Pazar güldür gül” demektedir.
16.y.y.da Toroslarda göçebe Tahtacılar arasında yaşamış Karacaoğlan ise yaktığı türküler ile edebiyatımızın en güzel lirik eserlerini vermiştir. Onun türküleri halkımızın doğa ve güzel sevgisini işler. Bir türküsünde;
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif Elif diye”der.
Yine 1500’lü yıllarda Bolu çevresinde yaşamış Köroğlu ise en güzel yiğitlik türkülerini yakmıştır. Köroğlu türkülerinden birisinde;
“Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir” demektedir.
19.y.y. içinde yaşamış Avşar ozanlarından Dadaloğlu ise iskana direnen Avşarları türküleştirmiştir. Dadaloğlu türküsünde;
“Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir” demektedir.
Bu önemli şiirinde Osmanlı devletinin 19.y.y.daki göçebeleri iskan çalışmaları sırasında göçebelerin iskana direnmeleri dile getirilmektedir. İskan demek ekonomik uğraşın değişmesi demektir. İskan olan aşiret tarıma geçer. Oysa Göçebeler tarımı bilmemekte ve onlara bunu öğretecek bir çalışmada yapılmamaktadır. Sadece bir yere yerleşin denilmektedir. Oysa bu insanlar ev yapmayı ve tarımı bilmemektedirler. Onlara bunların ücretsiz öğretilmesi gerekir. Onun için Osmanlı’da iskan faaliyetleri sürekli sarsıntılı olmuştur. 19.y.y. Sivas bölgesi ozanlarından Serdari ise ekonomik sıkıntıları anlatan türküsünde;
“Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara haline kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim” diyerek 19.y.y. Osmanlı ekonomisi hakkında bilgi vermektedir. Bu yüzyılda Osmanlı batının açık pazarı haline gelmiştir. Halk kapitülasyonlardan ezilmektedir derdini böyle dile getirmektedir.
19.y.y. içinde Avrupa’da milliyetçilik gelişmeye ve ulus devletler ortaya çıkmaya başlayınca Türkçülük üzerine de araştırmalar başladı. İlk Türkçülük düşüncesi Macaristan’da ortaya çıktı. Macar İgnacz Kunos 1885 yılında İstanbul’a geldi ve burada kaldığı süre içinde türkülerimiz hakkında ilk çalışmayı yapıp kayda aldı. Bugün elimizde bulunan ilk türkü sözleri kitabı Sayın Kunos’a aittir. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1926 yılında türkülerimizi derleyip toplamak için çalışmalar başladı. Özellikle rahmetli Muzaffer Sarısözen çok büyük araştırmalar yapıp türküleri topladı. Günümüzde çok büyük bir halk müziği arşivi oluştu. Son yıllarda yakanı belli olmayan türkülerin yanında bestelenen türkülerde çoğaldı.
1853 yılında yapılan Kırım harbini anlatan türkümüz;
“Sivastopol önünde yatan gemiler
Atar da nizam topunu yer gök iniler
Yardımcıdır bize kırklar yediler
Aman da padişahım izin ver bize
İzin de vermez isen dök bizi denize”
19.y.y. sonlarında Babülmendep boğazı ağzında bulunan Yemen’de Avrupalı devletler çıkarları gereği pek çok isyan çıkarttılar. Bu boğaz Hint okyanusu ile Kızıldeniz’i bağlayan boğaz olup Hint yolu buradan geçer, çok önemlidir. Bu isyanları bastırmak için pek çok asker gönderildi. Fakat çoğu geri dönmedi. Bu gidip te gelmeyenler için halk;
“Havada bulut yok, bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Ah o Yemendir, gülü çimendir,
Giden gelmiyor acep nedendir” demiştir.
Yine zorunlu askerliğin başladığı 1843 yılından sonra askere alınıp uzun savaşlara ve isyanları bastırmak için gönderilen askerlerin çoğu geri gelmemektedirler. Bu duruma halk türkülerle yanıt vermiştir. Kaman ağıdı denilen bir ağıtta;
“Anam benimde ulu yola durursa
Ak saçını da kelep kelep yolarsa
Hani benim oğlum diye sorarsa
Saklaman gizlemen öldü den varın” denilmektedir.
Yine yârini askerde bırakan bir dul gelinin çığlığı;
“Merhametsiz padişahlar askeri
On sene bekletiyor Hicaz’da
Genç iken kocadım yitirdim yâri
Soyka Yemen yiğit koymadı bizde
N’olur karlı dağlar ne olur
Asker yârim gelse yaralım ey’olur” diye çıkar.
Avrupa devletlerinin kışkırtması ile Ermeniler ayaklanmaya başlamışlardır. Osmanlı Van’a Ali Paşa isimli bir paşayı gönderir. Ali Paşa 1908 yılında Ermeniler tarafından şehit edilir. Halk Ali Paşa için şöyle der;
“Karavanaya vurdular
Yüzbaşılar darıldılar
Darılmayın yüzbaşılar
Ali Paşa’yı vurdular” demektedir.
Trakya’da komitacılığın kol gezdiği 19.y.y. içinde Drama’da eşkıyalık yapıp halkın gönlünü kazanmış Dramalı Hasan öldürülünce şöyle denmiştir;
“Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
Anadan geçilir Hasan yardan geçilmez
At martini de bre Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin” diyerek onu ölümsüzleştirmiştir.
Yine 1887-1911 yılları arasında Ödemiş ve Aydın çevresinde dağa çıkan ve yaklaşık 15 yıl efelik yapan Çakırcalı Mehmet Efe için öldürülünce halk şu türküyü yakmıştır;
“İzmir’in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı yar fidan boylum
Yakarız konakları”
Bu türkü ile zeybeklere olan güvenini tazelemiştir. Zeybekler daha sonra Kurtuluş savaşında Kuvayı Milliyenin en güçlü unsuru olmuştur. Onlar sayesinde Yunan ordusu bir yıl kıyıda çakılı kalmıştır. Bu süre zarfında Ankara hükümeti düzenli orduyu kurmuş ve düşmanı karşılayarak yenmiştir. Daha sonra bu zeybekler düzenli orduya katılarak düşmanla savaşmışlar ve kurtuluş sonrası efelik efendiliğe dönmüştür.1921 yılında Ankara’ya destek için Bakü’den yola çıkan Türkçü Mustafa Suphi ile Ethem Nejat Trabzon’da teknede öldürülmüşlerdir. Bu ölüm üzerine Ruhi Su şu türküyü yakmıştır;
“Hayali gönlümde yadigar kalan
Biryanım deryada çalkanır şimdi
On beş mürşid ile boğulup ölen
Biryanım deryada çalkanır şimdi”
1915 yılı içinde olan ve 8 ay süren Çanakkale savaşları ise tarihimizin en kanlı savaşlarıdır. Dünyada dar alanda en fazla askerin terki hayat ettiği savaştır. Pek çok genç baygın iken öldü sanılarak toprağa verilmiştir. Halk bunu bildiğinden dolayı türküsünde;
“Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Gençliği eyvah “ demiştir.
Bu örnekleri çok uzatabiliriz. Ama türküler sadece savaşları anlatmaz. Halkın yaşadığı şartları da anlatır. Balıkesir’den gelin olup Havran’a doğru gelirken Havran çayının gelini götürmesi ve öldürmesi üzerine;
“Balıkesir yolunda, sepeti var kolunda
Ben yârimi kaybettim Balıkesir yolunda” diye türküler ile çayların geçilmezliği ve ülkedeki ulaşım sorunları dile getirilmiştir. Kışın kar yağıp yollar kapanınca halk;
“Başı duman pare pare,
Yol ver dağlar yol ver bana” demiştir.
Kışın zamansız yola çıkıp kardan borandan kırılan kervan için;
“Niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız
Aman aman evler yıkan, beller büken yıldız yıldız”
diyerek derdini dile getirmiştir.
Mizahını da türkülerle yapmıştır.
“Manda yuva yapmış söğüt dalına
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü” diyerek mizahını dile getirmiştir.
Hapishaneye düşünce;
“Düştüm ben bir zindana yanar döner ağlarım
Demir parmaklıklardan boyun büker ağlarım” diye çaresizliğini dile getirmiştir. Ticaret hayatında ise aldatılınca;
“Of aman aman nalbantım
Ben bu işte aldandım” demiştir.
Kurtuluş savaşını anlatan türküde ise şöyle demiştir;
“Ankara’nın taştır yolu
Her tarafı asker dolu
Sen gösterdin Gazi Paşa
Zor günlerde doğru yolu” diyerek Mustafa Kemal’in önderliğini dile getirmiştir.
“İzmir’in dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa” diyerek 1922 yılında yapılan Büyük Taaruzu ölümsüzleştirmiştir. Bu örnekleri uzatmak mümkündür.
SONSÖZ:
Türküler halkın sesli ezgili tarihi, coğrafyası, aşkı, mesleği, askerliği, ağıdı, evliliği mizahı v.d. hayatıdır. Türkülerde her şeyi bulabiliriz. Türküler ısmarlama olmazlar. Onun için bestelenmezler, yakılırlar. İçi yanan kişi türkü yakar. Bundan dolayı türküler suya sabuna dokunurlar. Bunun için türküler zaman zaman itiraz eder, sevdiği kişileri eşkıya olsa dahi benimser ve onu türküler ile Çakırcalı gibi ölümsüzleştirir. Çakırcalı Türklerin sosyal haydutudur. (Robin Hud’udur). 1080 kişinin ölümünden sorumludur. Ama halk onu yoksulu koruduğu için çok sevmiştir. Adına türküler yakmıştır. Onu vuranları lanetlemiştir.
“Memet derler adına
Şeker uymaz tadına
Çakıcıyı vuranlar
Ermesin muradına” demiştir.
Nitekim Çakıcıyı vuran müfrezenin komutanı olan Kuşçubaşı Eşref daha sonra Yunanlılara sığınmış ve ülkeden kovulan 150’likler içinde yer almıştır. Yine aynı müfrezede yer alan kardeşi Hacı Sami ise Atatürk’e yapacağı bir suikast için Çakıcının vurulduğu dağda 1927 yılında vurulup öldürülmüştür. Çakıcıyı vuran müfrezede bulunan Anzavur Ahmet ise Akbaş baskını kahramanı Köprülü Hamdi Bey’i şehit etmiş ve Ankara hükümetine karşı oluşturulan Kuvveti İnzibatiye’nin başına geçip Yunanlılarla beraber Ankara’ya karşı savaşmış ve kaybetmiştir. Daha sonra Çingen Ali Efe tarafından vurularak öldürülmüştür. Çakıcının kızanları ise Kuvayı Milliyenin en has kuvveti olmuştur. Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe onun kızanlarıdırlar.
Türkülere sıradan müzik parçaları olarak bakmayalım. Onlar Türk ulusunun her şeyini saklamaktadırlar. Yeter ki onları tarafsız gözle inceleyelim ve onların dilini anlayalım.
Kaynakça:
Aydoğan K.-2000-Ruhi Su Türküleri, Ruhi Su Sanat ve Sanat Vakfı Yay. İst.
Kunos İ.-1998-Türk Halk Türküleri, Türkiye İş Bankası Yay., İst.
Günday A.-Bağlama Metodu, Halk Türküleri, Türkü Öyküleri, İzmir
Güneş B.-2003-Halk Şiiri Antolojisi, İlke Yay. Ankara
Öztelli C.-2002-Evlerinin Önü, Özgür Yay. İst.
Nuş A.-1996-Rumeli Türküleri, Say Yay. İst.
Tanses H.-1995-Halk Türküleri, Say Yay. İst
Tanses H.-1997-Ozanların Dili, Say Yay. İst.
Tanses H.-1997-Zeybekler, Say Yay. İst.
Tanses H.-1997-Karadeniz Türküleri, Say Yay. İst.
Çiçek Z.-2018-Edremit’in Türküleri, Etki Yay. İzmir