© Alevi Ocağı

VELİYETTİN EFENDİ BUNLARI BİLMİYOR MU?

VELİYETTİN EFENDİ BUNLARI BİLMİYOR MU?

ALİ RIZA ÖZDEMİR yazdı…  Alevîlerin kendi arasında tartıştığı birçok konu vardır. Bunlardan biri de Hacı Bektaş Veli’nin (1209-1271) evlenip evlenmediği konusudur. Elbette laf olsun diye yapılan bir tartışma değil bu. Çünkü söz konusu olan Hacı Bektaş Veli’nin mirasıdır. Hacı Bektaş Veli’nin evlendiğini savunan Çelebiler, kendilerinin de onun soyundan geldiğini iddia eder. Babağanların büyük kısmı ise onun evlenmediğini, hayatını mücerret (bekâr) olarak tamamladığını söyler. Birincisi “bel evladı”, ikincisi ise “yol evladı” adını alır ve her iki grup da kendini Hacı Bektaş Veli’nin doğal mirasçısı sayar. Hacı Bektaş Veli’nin mirası, bu iki grup arasında adeta paylaşılmıştır. Peki, Hacı Bektaş Veli’nin evliliği konusunda kaynaklar ne diyor? Hacı Bektaş Veli’nin hayatından bahseden erken dönem kaynakları onun evliliği konusunda suskundur; olumlu veya olumsuz net bir ifade yoktur. Ancak eserini 1485 yılında tamamlayan Âşık Paşazâde, yaşadığı dönemde onun evlatları olduğunu söylemekte, Hacı Bektaşoğlu Mahmud Çelebi’den bahsetmektedir. Bunun dışında Hacı Bektaş Veli’ye isnat edilen Makalat adlı risalede, insanın tekâmül aşamalarından bahsedilirken “nikâh kıymak” zaruri görülmüştür. Her ne kadar bu eserin ona ait olmadığı, olsa bile tahrif edildiği yönünde birçok itiraz yükselecek olsa da, bu kayıttan şüphe duymak için gerçek bir nedene sahip değiliz. Öncelikle Makalat’ın elimize ulaşan en eski yazması 1424 gibi eski bir tarihe aittir ve onun adına yazılan Velayetname de (15. yüzyıl) bu eserden bahsetmektedir. Farklı yazmaların tamamında da bu kayıt (nikâh kıymak) yer almaktadır. Doğal olarak kişisel tekâmülü tamamlamak için nikâh kıymayı zaruri gören bir erenin evlendiğine hükmetmek gerekir. Hacı Bektaş Veli, Anadolu’yu hatta Balkanları Türkleştiren ve Ehlibeyt bağlısı yapan önemli kişilerden biridir, hatta en önemlisidir. Onun dergâhında yetişen halifeleri, dört yana dağılmış ve Hacı Bektaş Veli adını dört yana yaymışlardır. Onun günümüze ulaşan en büyük “keramet”i de kanaatimce budur. Tartışılan postnişin Çelebiler, en azından Hacı Bektaşoğlu Mahmud Çelebi’den beri kesintisiz şekilde varlığını sürdürmüş ve günümüze kadar gelmiştir. Bugün de Hacı Bektaş Veli Dergâhı postnişinliğini, aynı soydan gelen Veliyettin Hürrem Ulusoy üstlenmiştir. Hacı Bektaş Veli’ye bağlı çok sayıda Alevî ocağı ve talip topluluğu, geçmişte olduğu gibi bugün de varlığını sürdürmektedir. Bunlar Hacı Bektaş Veli evladı olarak gördüğü Çelebiler ailesine büyük saygı duyarlar. Ne var ki, bugün Hacı Bektaş Veli’nin makamında oturan Veliyettin Hürrem Ulusoy, bazı icraatları ile kendi konumunu tartışmalı hale getirmiştir. Bunun birçok nedeni vardır ve bunlardan en önemlisi Alevî toplumunda Haricî olarak kabul edilen Ali’siz Alevîlerle iş tutmasıdır.[i] Esasen Ulusoy’un yaptığı yanlışlar üzerine kitap yazılır ancak biz bu yazıda, onun Alevîliğe verdiği zararlardan sadece birinden bahsedeceğiz. “İnanç boyutu eksik Alevilik” 2017 yılının Şubat ayında yaptığı bir açıklama var Ulusoy’un. Şimdiki Alevi Bektaşi Federasyonu genel başkanı Hüseyin Güzelgül de var yanında. Sırasıyla gidelim. Ulusoy şöyle diyor: “İnanç boyutumuz çok eksik. Bunu seneler önce Almanya Federasyon başkanlığı döneminde Turgut’la da konuştuk. (…) Göçlerin sonucu olarak yolumuzu kaybettik. Bunu söylemek acı ama gerçekten kaybettik.”[ii] Ulusoy’un inanç boyutunu konuştuğu kişi Turgut Öker. Turgut Öker kim mi? Ali’siz Alevîliğin simge isimlerinden biri. 24 Mayıs 2015 tarihli bir habere göre Öker, şöyle diyor: “Alevîliğin aslında Hz. Ali ile alakası yoktur. Alevîler takiyye yapıyor. Sünnî hegemonyasına karşı bu yola başvuruldu.”[iii] (Ki Ulusoy, Turgut Öker’i milletvekilliği adaylığında da açıktan desteklemişti.)[iv] Alevîliğin inanç boyutunu, Alevîliği İslam dışında sayan biri ile konuşmak; herhalde bir şaka olmalı bu!!! “Dili kirlenmiş Alevilik” Veliyettin efendi devam ediyor: “Bugün cem adı altında cemler yapıyoruz ama ceme benzemeyen cemler yapıyoruz. Lisan olarak kirlendik. Kendi lisanımızı unuttuk. Komşu inançların lisanını kullanmaya başladık. Bakın size küçük bir örnek. Hakka yürüme erkânıyla ilgili vakfımızın bir çalışması vardı.”[v] Alevîler ve Sünnîler; en azından Hz. Muhammed, Kur’an-ı Kerim ve (bazı ayrılıklar olsa da) Ehlibeyt konusunda ittifak halindedir. İkisi için de kaynak konumundadır. Diğer taraftan Türk Alevîliği gibi Türk Sünnîliği de Ehlibeyt sevgisinin ve sûfi/irfan hareketlerinin ağır etkisini taşır. Bu nedenle Alevîler ve Sünnîlerin, (bazen içerikleri farklı doldurulmuş olsa bile) aynı kavramları kullanması doğaldır. Diğer taraftan bütün kültürler, sürekli olarak etkileşim halindedir ve kültürler arasındaki alışveriş doğal bir süreçtir. Etkileşim istemeyen kendini izole eder, her şeyden soyutlar. Eskimolar veya Afrika kıtasının içlerindeki kabileler, böyle topluluklardır. Diğer toplumlarla çok az etkileşim içindedirler. Bir kitlenin kullandığı kavramlara “kirli” demek doğru olmadığı gibi Alevîliğin dili de kavramları da yerli yerindedir. Alevîlik kendi kavramlarını ve anlam dünyasını koruyacak ve sürdürecek güce, dirayete, özgüvene sahiptir. Bunu bozmaya çalışanlar çıkmamış mıdır? Çıkmıştır ve olacaktır. Alevîliğin dilini “kirletmeye” çalışan çevrelerden biri de Alevîlikte olmayan kavramları, var“mış” gibi gösterenlerdir. Mesela Alevîliğin yazılı ve sözlü kaynaklarında ve geleneksel uygulamalarında Ulusoy’un ifade ettiği “Hakka yürüme erkânı” diye bir erkân yoktur. Alevî terminolojisinde vefat eden kişi Hakka yürümüştür, bu doğru, ancak ölen kişi için kurulan erkân “Hakka yürüme erkânı” değil, “Dardan indirme erkânı” adını taşır. Bu durumda başkalarını suçladığı fiili, Ulusoy’un kendisi işliyor ki… Sanırım bu da bir başka şaka olmalı…  Hani “Yol bir, sürek bin bir”di Devam ediyor Veliyettin efendi: “Hakka yürüme erkânıyla ilgili vakfımızın bir çalışması vardı. Altmışın üzerinde erkân topladık. Bu erkânların hepsi birbirinin aynısı; sadece bir tanesi, Tahtacıların erkânı Alevîceydi. Öbürleri hem lisan yönünden kirliydi hem de komşu inancın yani Sünnî inancın etkisi altında kalınmış erkânlardı. Bir örnek bu.”[vi] Yazık ki, bu açıklamalar da kendi içinde çelişkili ve Alevîliğin gerçekleriyle örtüşmüyor. Şöyle ki: Alevîlikte “yol” ve “sürek” kavramları vardır. Yol, bütün Alevî teşekküllerinde (ocaklarında) ortak olan inançları ifade eder. Yani çatı bir kavramdır “yol” Alevîlikte. Hatta Alevîler inançlarına Alevîlik demezler, “yol” derler. Sürek ise, Alevî ocaklarındaki yerel uygulamaların adıdır. Bu nedenle Alevî toplumunda; “Yol bir, sürek bin bir” diye meşhur bir söz vardır. Ulusoy’un ifadelerinden anlaşıldığına göre; altmışın üzerinde Alevî ocağının uyguladığı erkân Alevîce değil, Alevîce olan sadece Tahtacıların erkânı. Neye, kime göre Alevîce veya değil bu erkânlar? Altmışın üzerindeki Alevî ocağını, yanlış yapmakla itham etmek değil midir bu? Ulusoy’un bu sözlerinden anlıyoruz ki, kendisine bağlı Hünkâr Vakfı da, yeni erkânnameleri Tahtacı erkânını esas alarak hazırlamış. (Bu da tartışılır bir konu esasen). Peki, bu uygulama, “Yol bir, sürek bin bir” düsturuna uyuyor mu? Veliyettin efendi hangi kaynağa dayanarak altmışın üzerindeki ocağın erkânını Alevîce bulmuyor? Cevabı net: Ne kadar Sünnîlik dışıysa o kadar Alevîce!!! Kendi kimliğini başka bir kimliğin tersi ile tanımlamak: Bunu da yazının bir diğer şakası (!) olarak kaydedelim. Alevilikte cenaze namazı yok mu? Veliyettin efendiyi dinlemeye devam ediyoruz: “Bakın cenaze namazı diye bir şey bulamazsınız. Hiçbir yerde bulamazsınız. Sünnîlik açısından baktığınızda namaz olması için secde olması şart. O da yok. Cenaze namazı diye bir şey yok. Bizim inancımızda yok. Sazla sözle deyişle düvazla nefesle devriyeyle biz hazırladık Hakka yürüme erkânını.”[vii] Ulusoy’un bu sözlerinde birden çok hata var. Birincisi, Alevîlikte cenaze namazı vardır. Yoktur, diyen doğruyu söylememiş olur. Hele ki, hiçbir yerde bulunamadığı iddiası büsbütün gülünçtür ama bunu Hacı Bektaş Ocağı postnişinin dilinden duymak dramatiktir, acıdır, kahredicidir. Veliyettin Hürrem Ulusoy’un kendi ocağından sadece iki örnek verelim ki, o da öğrensin. (Esasen bu konu ile ilgili sayısız örnek sayabiliriz.) Ulusoy’un (o da en azından bunu bilir ki) postnişinlik yaptığı ocağa adını veren kişi Hacı Bektaş Veli’dir ve onun adına yazılı bir Velayetname vardır. Hacı Bektaş Veli’nin hayatını ve kerametlerini anlatan bu eserde o hazretin vefatı da konu edilmiştir. Şöyle anlatılıyor Velayetnamede: “Saru İsmail, su döktü, yüzü nikaplı er yıkadı. Yanındaki hulle donlarını kefen etti, kefenledi, tabuta koydular. Alıp musallaya götürdüler. Boz atlı er, öne geçti, imamlık etti. Erenler, yetmiş saf olup uydular. Namazı kılındı, götürüp mezarına gömdüler.”[viii] Demek ki, velayetnameye göre Hacı Bektaş Veli’nin cenaze namazı kılınmış ve hem de tam yetmiş saf halinde kılınmış… Yani Hacı Bektaş Veli’nin bütün öğrencileri (Velayetnamede bir kısmının adları yazıyor) onun cenaze namazını kılmışlar ama Veliyettin efendi, üzerine basa basa “Hiçbir yerde bulamazsınız”, diyor… Hacı Bektaş Ocağının zirve isimlerinden Hamdullah Çelebi’nin (1775- 1827) cenaze törenini ise şöyle anlatmaktadır şahitler: “Şeyhin Hakk’a yürümesini duyan ahali kalabalık toplanmış gelmiş. Fakat defin işine yardım etmek, cenazede bulunmak bile suç olduğu halde kalabalık ahali cesedin yıkanmasında, kefene sarılmasında, namazını kılıp defin işinin yapılmasında, umulmadık kalabalık çekinmeden görevini yapmıştır.”[ix] Demek ki, yasak olmasına rağmen, Hamdullah Çelebi’nin cenaze namazını kılmış sevenleri… Hem de umulmadık bir kalabalıkla… Veliyettin Efendi;  “Cenaze namazı diye bir şey yok. Bizim inancımızda yok” dese de, durum tam tersi. Bu şakaya daha çok güleceksiniz: Yukarıda aktardığımız satırların bulunduğu kitabın basılması için Veliyettin efendi, her türlü maddi ve manevi himmette bulunmuş.[x] Komik değil mi! Yoksa trajikomik mi desek! Ne diyelim Allahaşkına! İkincisi, başkasının inanç ve ibadetleri hakkında işin uzmanı olmadan konuşmak doğru değildir. Biz Alevîler yıllardır bunlardan muztaribiz. Her önüne gelen, bilen bilmeyen Alevîlik konusunda ahkâm kesiyor. Sünnîlerde namaz nasıl olur veya olmaz (ki bu bilginin doğruluğunu ben de bilmiyorum), Sünnîleri ilgilendiren bir konudur. Elbette konuyu bilimsel ve akademik çerçeveden ele alan bilim insanları vardır ve olmalıdır. Ancak daha Alevîliğin kaynaklarına hatta kendi himmeti ile basılan kitapların içeriğine hâkim olmadığı anlaşılan birinin, başka bir inanç grubunun ibadetleri konusunda yorum yapmasının gülünçlüğünü başka bir “şaka” olarak buraya kaydedelim. Bilmeyenler için anlatalım Alevîlikteki cenaze hizmetlerini anlamak için Alevîlikteki 4 Kapı 40 Makam sistemini (Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapıları) bilmek gerekir. Çünkü Alevîlikteki her şey bu sistem içinde adeta bir manzume gibi kusursuz şekilde yapılandırılmıştır. Alevîlikte cenaze hizmetleri temelde iki aşamalıdır. Bunlardan birincisi Şeriat kapısında, ikincisi ise Tarikat kapısında uygulanmaya başlanır. Teknik konulara boğulmadan sırasıyla özetleyelim. Birinci aşamadaki uygulamalar Hem Şeriat kapısında hem de diğer kapılarda Şeriat kapısında yapılan uygulamalar yapılır. Hakk’a yürüyen kişinin bedeni yıkanır, abdest verilir, kefenlenir. Ardından musalla taşına götürülür; bütün bu aşamalarda Türkçe dua, gülbank ve deyişler okunur. (Bunların örnekleri pek çoktur ve yöresel farklılıklar gösterir. Standart metinlerde söz etmek güçtür ancak ana tema aynıdır.) Dört veya beş tekbirli cenaze namazı kılınır. Mevta toprağa verilmeden önce yine dualar, gülbankler, deyişler, düvazlar (şiir olarak) okunur. Mevta defnedildikten sonra lokmalar (kansız kurbanlar) dağıtılır. İkinci aşamada yapılanlar İkinci aşama Tarikat kapısında uygulanmaya başlanır. Marifet ve Hakikat kapısındaki kişiler için de uygulanır. Bu merasim genel olarak Dardan indirme erkânı olarak adlandırılır. Musahipli, ikrârlı, görgülü, sorgulu kişiler için yapılan bu erkân, tercihen definden 7 veya 40 gün sonra yapılır. (Dardan indirme erkânı, bazı yörelerde cenaze defnedilmeden önceki gece de yapılabilir.) İşte saz çalıp deyiş okumak, sadece bu erkânda uygulanır. Bu erkânda semah hariç, cem erkânında yapılan on iki hizmetin tamamı yerine getirilir. Dar duası okunur. (Dar duası, emsalsiz derinlikte güzel bir duadır.) Hakk’a yürüyen kişinin toplumdan helalliği, rızalığı alınır. Ulu Divan’a (maddi ve manevi) borçsuz uğurlanır. Güleriz ağlanacak halimize Bakmayın başından beri şaka dediğime. Şaka yok bu yazıda. Aslında acı acı gülüyorum bu satırları yazarken. İçim kan ağlıyor. Başkası adına nadiren utanırım ama cidden Hacı Bektaş Veli Ocağı gibi merkezi bir ocağın postnişini adına utanıyorum. Postnişinlik makamı ulu bir makamdır. Hünkâr’ın makamıdır. Hakkını vermek, o makama layık olmak gerekir. Hakkını tam olarak veremiyorsanız da, bunun için çalışmak gerekir. Haydi, bunu da yapmıyorsunuz en azından zarar vermemek gerekir. Bir insan her şeyi bilemez. Bu doğaldır. Ama bilmediği konuda ahkâm kesip yanlış bilgi vermek, hatta yanlış/köksüz uygulamalar geliştirmek kabul edilemez. Bundan daha da kötüsü, bütün uyarılara kulak tıkayıp hatasında ısrar etmektir. Daha önce aynı aileden Hüseyin Hürrem Ulusoy, yapılan yanlışlıkları bir dilekçe ile kendisine ulaştırmış, sonuç alamamıştı. Dilekçenin kamuoyu ile paylaşılması da sonuç vermemişti. Ulusoy ailesinden bu yanlışlıklara itiraz eden başka kişiler var mı, yok mu bilmiyorum. Ama sessizlik, bu yanlış işlere ortak olmaktır, bunu biliyorum. Umarız Veliyettin Ulusoy, kendisine yönelik uyarıları dikkate alır ve hatalarında ısrar etmez. Haricîlerle işbirliğine bir son verip atasının yoluna sadık kalır. “Umudun var mı”, derseniz. Yok, ancak uyarmak boynumuzun borcu... [i] http://kirklarmeclisi.com/gundem/alisiz-alevilik-ic-savas-silahidir.html [ii] https://www.pirha.net/ikrarsiz-alevilik-olmaz-42081.html/19/02/2017/ [iii] http://www.gunes.com/gundem/hedefleri-alisiz-Alevîlik-146062 [iv] https://www.youtube.com/watch?v=HSbVPOcSZEw [v] https://www.pirha.net/ikrarsiz-alevilik-olmaz-42081.html/19/02/2017/ [vi] https://www.pirha.net/ikrarsiz-alevilik-olmaz-42081.html/19/02/2017/ [vii] https://www.pirha.net/ikrarsiz-alevilik-olmaz-42081.html/19/02/2017/ [viii] Manakıb-ı Hacı Bektaş Veli (1958). Haz.:Abdulbaki Gölpınarlı. İstanbul:İnkılap, s.91 [ix] İsmail Özmen-Yunus Koçak (2007), Hamdullah Çelebi’nin Savunması, Ankara: Belen Ofset, s. 154. [x] İsmail Özmen-Yunus Koçak (2007), Hamdullah Çelebi’nin Savunması, s. 15.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER