İstanbul
22 Kasım, 2024, Cuma
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

ALEVİLİKTE AHİRET İNANCI YOK MUDUR?

ALEVİLİKTE AHİRET İNANCI YOK MUDUR?
ALEVİLİKTE AHİRET İNANCI YOK MUDUR?
ALİ RIZA ÖZDEMİR yazdı...Alevîlik, insanların öldükten sonra dirileceğine, sevap ve günahlarına göre insanların hak ettikleri mükâfat veya cezaya uğrayacağına inanır. Alevîliğin kaynaklarında ahiret inancını ve bu inancın alt kavramları olan cennet, cehennem, mükâfat, ceza, şefaat, berzah, kıyamet vb. kavramları açık şekilde görmek mümkündür. Hatta bunlar hakkında yüzlerce eser verilmiştir. Ancak Alevîlik, cennet ve cehennemi bir korku ve rüşvet gibi sunmaz. Alevî uluları, Allah aşkını esas aldığı için onların eserlerinde cennet ve cehennem biraz daha arka planda kalır. Şüphesiz bunda Alevîlerin Sufiler eliyle Müslüman olmasının etkisi büyüktür.Pir Sultan bir şiirinde kendi nefsine şu şekilde nasihat etmektedir:“Pir Sultan’ım dünya fanidir fani,İnsana verdiler emanet canı,Dünyadan ahrete uludur yolu,Bundan gayri yol yok dönesin geri.” Bir başka yerde de dünyanın nimetlerine dalıp ahireti unutmamak gerektiğini şu mısralarla dile getirmektedir:“Toprak dolmuş kulağına gözüne,Kara yazılar yazılmış yüzüne,Uyar mısın kör şeytanın sözüne,Bu dünya da benim der miydin kafa.” Anlaşılmaktadır ki Pir Sultan, Hz.Muhammet’in “Dünya ahretin tarlasıdır” hadisine bağlı kalarak hareket etmiş ve o hazretin emrini bir davranış biçimine dönüştürmüştür. İşte bu yüzden, dünya nimetlerine dalmayı, onlara köle olmayı ve ahreti unutmayı “kör şeytanın sözü” olarak görmektedir.Sadece Pir Sultan değil, hemen bütün Alevî aşıkları bu konu üzerinde önemle durmuşlardır. Güzide Ana insanlara şöyle nasihat etmektedir:“İman eyle kıyamete,Düşmeyesin siyasete,Karga isen necasete,Düşmeyesin bala kardaş.”(Bu şiir asıl adı Adnan olan ve 17. asırda yaşayan Katibî adlı Alevî şairine de isnat edilmektedir.)

Beden ve Ruh

Alevî inancında insan, maddî ve manevî olmak üzere iki boyutta değerlendirilir. İnsan, Alevîliğe göre ne bir kuru beden ne de yalnızca bir ruhtur. Maddi ve manevî boyutları ile insan, mükemmel bir bütün­dür. Bu iki boyut birbiri ile çelişmez, aksine birbirini tamamlar.İnsanın maddî boyutu bedeni tarafın­dan temsil edilir. Beden topraktan yaratıl­mıştır. Ayrıca insanın diğer canlılarla pay­laştığı özellikler bu boyutta değerlendirilir. Yemek, içmek, uyumak, yürümek... gibi. İnsanın manevî boyutu ise insanı hayvan­lardan ayıran ruhi ve ahlaki özellikleridir. Bu iki boyut insana geçici bir süre için verilmiş ve insanoğlu bir tercih yapmak zorunda bı­rakılmıştır. Bu tercih, ahlaki erdemlerle ve­ya hayvani isteklerle yaşama arasındadır.Eğer insan hayvani veya şehevi istekle­ri ile hareket edip, dünyevi nimetlere bağ­lanırsa, zillete düşer. Bunun aksine hareket edip, dünyevi nimetlerden ihtiyacı kadarını alır, fazlasını da uygun yerlerde harcarsa ve ahlaki ilkelerden taviz vermeden bu ilkeleri bir davranış biçimine dönüştürürse izzetle yaşamayı öğrenir. Ben gibi gariplerin teşkil ettiği bir başka grup ise ortalarda gezine­cek ve gelgitler arasında hayata devam edecektir.

Ruh Bedenden Ayrıdır

Alevîlik inancında ruh bedenden ayrı­dır; ama mutlak manada birbirinden ba­ğımsız değildir. Yani, ne beden ruhtan ve ne de ruh bedenden neşet etmiştir. İkisi de farklı şeylerdir. Fakat ruh ile beden ilişki içindedir de. Ruh bedenin taşıyıcısıdır. Bu bakımdan bedenin hareket etmesi ruhun varlığına bağlıdır. İnsan yaşarken bütün bedeni fonksiyonlarını yerine getirir; fakat öldüğünde, yani ruh bedeni terk ettiğinde bütün fiziki fonksiyonlar sona erer. El kalkmaz, burun koklamaz, göz görmez, ağız yemez...Ruh ile bedenin ayrı olduğuna bir diğer delil de rüya hâlidir. Ehl-i Beyt imamlarının altıncısı olan İmam Cafer-i Sâdık (a.s) ile Hintli bir adam arasın­daki bir sohbette bu konu ele alınır. İmam Sâdık, Hintli adama şöyle der:-İnsanlar uykudayken hem ağlarlar hem gülerler değil mi?-Evet, çoğu zaman öyle olur.-İnsanlar uykuda hem sevindirici hem de korku veren şeyler görürler değil mi?-Evet, bu da çok kere insanın başına gelir.-İnsan bazen uykuda lezzetli bir yemek yer, güzel bir kokuyu koklar değil mi?- Bu da çok defa olur.Hintli adamın bu cevabından sonra İmam Sâdık şöyle der:-Peki bu gülen, ağlayan, güzel tablolar ve korkunç olaylar gören, zevk alan, üzülen ve lez­zetli yemekler yiyen kimdir? Eğer bedendir diye­cek olursan, beden bir yerde uzanmış, gözleri ka­palı, dili de ağzında hareketsiz duran varlık değil mi?Bunun üzerine Hintli adam komik bir cevap verir:-Uykuda gördüğümüz bu şeylerin hepsi hayaldir, serap gibidir. Uyandığımızda gördükleri­mizin hiçbir izine rastlamayız.-Sen hiç rüyanda cima ettiğini (cinsel ilişki) görmedin mi?-Evet.-Uyandığında bu rüyanın etkilerini ihtilam (düş azması) şeklinde görmedin mi?Adam, yine ‘Evet’ demek zorunda kalır.

 Ruh Bedenin Yansıması mıdır?

Bazıları şöyle bir iddia ortaya atmaktadırlar. Bu iddiaya göre, ruh bedenin yansımasıdır. Nasıl ki bir saat düzenli bir şekilde çalışıyorsa, insan vücu­du da tıpkı bunun gibidir.Hâlbuki bu görüş temelden yanlış olup, insan vücudunu bir makine gibi görme yanlışından kay­naklanmaktadır. Mesela bir saat bozulduğunda, bir elemanı kırıldığında çalışamaz duruma gelir. Bu kırılan elemanı değiştirdiğimizde, saat yeniden ça­lışır duruma gelir. Ama insan tamamen farklıdır. Çünkü insanın hayati önem taşıyan bir organı işlevini tamamen kaybettiğinde artık insan hayata geri dönemez. Yani saatte gerçekleşen durum, in­sanda gerçekleşmez.Pir Sultan, şöyle buyurmakta­dır:“Mürşidin nazarı, müşkülü seçer,Kâmil olan talip, sıratı geçer,Can kuşu kafesten akıbet uçar,Tenden uçan candan rehber isterler.” Nitekim son zamanlarda rüya, telepati, hipnotizma, ruhlarla ilişki gibi olaylar üzerinde yapılan araştırmalar, ruhun bağımsızlığının pozitif ispatları olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsan Ahirete Neden İnanır?

İnsanı ahiret gününe, sorgu-suale, cennet-cehenneme vs. inanmaya teşvik eden birçok neden vardır. Bunları iki grupta toplamak mümkündür.a-Akli sebepler: Bu dünyadan sonra, başka bir hayatın olmadığına inanmak, doğal olarak bu ha­yatı anlamsızlaştırır. Böylece iyi ve kötü kavramları ortadan kalkar. Herkes kendi çıkar, heves, eğilim­lerine göre hareket eder. Hak ve adalet kalmaz.Öyleyse burada ahirete iman etmenin insan hayatındaki iki rolü ortaya çıkıyor. Birincisi ölümü bir yok oluş gören insan­da hayatın anlamsız­laşması; ikincisi ise kişilerin kendi istek, çıkar ve eğilimleri ne­ticesinde başka in­sanların haklarına göz dikmeleri ile top­lumsal kargaşanın meydana çıkması.b- Fıtri sebepler: İnsan yaratılışı gereği bazı şeyleri sever, ba­zı şeyleri sevmez. Yok olmak da insanın fıt­ratı gereği, sevmediği ve her aklı başında insanın sevemeyece­ği bir duygudur. Çünkü insan yok olmak istemez; aksine yaşamak, var olmak ister. Bazı insanların kendi adlarına kamunun faydalanacağı eserler bı­rakmaları ve bu yolla adlarını bu dünyada bırak­mak istemeleri, insanın ölümsüzlük isteği ile açık­lanabilir. Burada ölümden sonra dirilme veya yeni bir hayata başlama bilinci de zeki okuyucunun hemen anlayacağı gibi, insanın fıtratından kay­naklanmaktadır. Nitekim, bu inancın tarih boyun­ca bütün toplumlarda ve kesintisiz şekilde görül­mesi, ahiret inancının yaratıcı tarafından insanın doğasına yerleştirildiğini göstermektedir.

Ölüm

Ölüm nedir?Bu sorunun cevabı genel anlamda çok basit. Ölüm, bedenin faaliyetlerini yitirmesi, ruhun be­denden ayrılmasıdır. Felsefi anlamı için ise çok şey söylenmiştir. Bu alanda fikir beyan edenlerin bir kıs­mı ölümün bir yok oluş, bir diğer kısmı ise ölümün yeni bir başlangıç olduğunu söylemişlerdir. Acaba ölüm bir başlangıç mıdır, yoksa bir bitiş, yok oluş mudur? Alevîlikte, ölüm bir yok oluşu değil, yeni bir başlangıcı temsil etmekte­dir. Ölüm, diriliştir. Pir Sultan güzel bir şiirin­de bu düşünceyi şöyle dillendirmektedir:“Dünya benim deyip göğsünü germe,Dünya kadar malın olsa ne fayda.Söyleyen dillerin söylemez olur,Bülbül gibi dilin olsa ne fayda.***Kurtulmazsın Azrail’in elinden,Bir gün olur çıkarırlar evinden,Allah’ın ismini koyma dilinden,Dünya kadar pulun olsa ne fayda.***Sen de dersin söz içinde sözüm var,Çalarsın çırparsın oğlum kızım var,Senin surda üç beş arşın bezin var,Bütün dünya malın olsa ne fayda.***Yalan söyler kov gıybetten geçmezsin,Helâlini haramını seçmezsin,Kesilir nasibin sudan içmezsin,Akar çaylar senin olsa ne fayda.***Pir Sultan’ım çökse otursa,Küll-i günahlarım alsa getirse,Dünya benim diye çekse getirse,Dünya sana baki kalmaz ne fayda.”Pir Sultan, yine bir şiirinde ölümü, ‘Hak­ka ulaşmak’ olarak görmektedir.“Pir Sultan’ım bir gün giderEr olan ikrarın güderCeset bunda seyran ederÇün Hakka ulaştı gönül.”Çoğu düşünür ve filozof, ölümü bir bebeğin annesinden doğmasına benzetir. Nasıl ki bir bebek anne rahmindeki yaşama alıştığından annesinin karnından çıkmak istemezse, insanlarda bu dünya­daki yaşama alıştıklarından ondan ayrılmak iste­mez. Nasıl ki bebek annesinin karnını terk ettik­ten sonra daha geniş bir mekan ve daha kapsamlı bir yaşama geçiş yapıyorsa insan da öldükten son­ra daha geniş bir mekan ve daha kapsamlı bir ya­şama adım atmaktadır.

Ölümün En Güzeli: Şahadet

Ehl-i Beyt İmamlarından üçüncüsü olan İmam Hüseyin, bir keresinde şöyle buyurmuştur: “Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa, Allah yo­lunda öldürülmek daha güzeldir.”Pir Sultan ise bir şiirinde şöyle demekte­dir:“Hakkı seven aşık geçmez mi candanKorkarım Allah’tan korkum yok sendenFerman almış Hızır Paşa sultandanPir Sultan’ı asayım, deyü”

Berzah Alemi

Berzah, insanın ölümü ile kıyamete kadar olan zamandır.Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim, der, lütfen beni geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım.’ Hayır! Onun söylediği bu söz laftan ibarettir. Onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.”[1]Bize değişik kanallarla ulaşan rivayetlerden öğ­reniyoruz ki Ehl-i Beyt İmamları berzah konusunu en kapsamlı şekilde açıklamışlardır. Hz. Ali, Cemel Savaşı’nın sonunda atı ile ölenlerin arasında dolaşıyor­du. Bu sırada Ömer bin Hattab’ın zamanında Bas­ra kadılık makamına atanan ve Cemel Savaşı’nda Kur’an-ı Kerim’i boynuna asıp, kendisine karşı savaşan Kaab bin Sure’nin cesedini gördü. Hz. Ali onu oturtmalarını emretti ve ona şöyle dedi:- Ey Kaab! Ben Allah’ımın vaadini hak buldum; sen de Allah’ının vaadini hak buldun mu?Daha sonra onu yatırmalarını buyurdu. Hz. Ali, Talha’nın cesedine de aynısını yaptı.Bu arada birisi Hz. Ali’ye şöyle dedi:- Seni duymadıkları hâlde bu işi yapmanın yara­rı nedir?Hz. Ali ise cevaben şöyle buyurdular:- Allah’a andolsun ki her ikisi de sözümü duy­du; Bedir’de ölenlerin, peygamberin sözünü duy­dukları gibi…

Kabir Hayatı

Alevî inancında insan ölüp toprağa gömül­dükten sonra kıyamet gününe kadar sürecek olan kabir hayatı da başlamış olur. Bu süreçte ilk önce ‘insanın canı geri döner.’ Daha sonra Nekir ve Münker adlı iki melek gelerek, insana bazı sorular sorarlar. On İki İmamların dördün­cüsü olan İmam Zeynel Abidin şöyle buyurmaktadır:“Ömrün tükenir tükenmez, ölüm meleği Az­rail canını alır, kabre yalnız girersin. Canın sana tekrar geri döner. Münker ve Nekir adlı iki melek seni sorguya çekmek ve sıkı imtihana tâbi tut­mak için aniden habersiz olarak yanına gelirler. Biliniz ki onların ilk soruları, taptığın Rab’den, sana gönderilen peygamberden, inandığın din­den, okuduğun kitaptan, itaat ettiğin imamdan, ömrünü nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp, nerede harcadığından olacaktır.” Demek ki insana öldükten sonra sorulacak sorular şunlar olacaktır:
  1. Taptığı, ibadet ettiği Rab
  2. İnandığı peygamber
  3. Dini
  4. Bağlı olduğu kitap
  5. İtaat ettiği İmam
  6. Ömrünü nerede geçirdiği
  7. Malını nasıl kazandığı
  8. Malını nasıl harcadığı
Pir Sultan kabir hayatını, meleklerin soru sormasını şu mısralarla anlatmaktadır:“İki melek gelir sual sorarlarDöker hurcunu da gevher ararlarBir kılın üstüne köprü kurarlarGeçemezsin Hakk’a kul olmayınca”***“Enel Hakk dedikte çekildik daraAdap, erkân bize doğru yol olduSorgucular geldi, sual sormayaYardımcımız Şah-ı Merdan Al’ oldu”***“Yeyip yediren bir ademEksik etmez bari HüdamGök ekin misali ademOnu eken, biçer bir gün”İmam Cafer-i Sâdık, kabir hayatı ile ilgi­li olarak şöyle buyurmuşlardır: “Kabir hayatını inkar eden bizden değildir.”

 Kıyamet ve Yeniden Diriliş

Kıyametin kopması birçok kişi için bir hayal veya fantezi olabilir, ama kıyamet, biliminsanla­rının da üzerinde durduğu gibi, kapalı evren mo­deline göre bir gün mutlaka kopacaktır.Kıyametin kopması hakkında Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet vardır. Kıyamet hakkında tas­virler bulunur. İnsanların, dünyanın, yıldızların,... ne hâle geleceği uzunca anlatılır. Birkaç örnek:“Ne babanın evladı, ne de evladın babası na­mına bir şey ödemediği gün”[2]“Yıldızların ışığı­nın söndürüldüğü, gök kubbe yarıldığı, dağlar ufalanıp-savrulduğu ve peygamberlerin vakti tayin edildiği zaman”[3]“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte kişi o gün kardeşinden, annesinden, eşinden, ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.”[4]“ve onların hepsi Kıyamet günü O’na‘yapayalnız, tek başlarına’ geleceklerdir.”[5]Yeniden diriliş hakkında da Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet bulunmaktadır:“Diyecekler ki ‘Bizi tekrar hayata kim döndürecek?’ De ki ‘Sizi ilk kez yaratan.’ Bunun üzerine alaylı alaylı bir tarzda başlarını sallayarak ve ‘Ne zaman olacakmış bu?’ diyecekler. De ki: ‘Yakın olsa gerek.”[6]
  1. asır Alevî şairlerinden Havasî, bir şiirinde kıyamet inancını şu şekilde anlatmaktadır:
“Arzu kıl mülk-i bekâyı hoş bu dünyadan ahiretNe var bunda kamu anda koçarsın hur’ ile cennet” Kıyamet Günü ŞefaatAlevîlikte şefaat, bir kişinin günahlarının bağışlanması için başka birinin (Peygamberler, On İki İmamlar) aracı olması demektir. Şefaat edilecek kişiler İslâm’ı layığı ile yaşamaya çalışan, fakat dünyada iken, bazı ha­talar yapmış insanlar olmalıdır. Şefaat ancak Al­lah’ın bir lütfudur; Allah’ın iznine bağlıdır.Şefaat inancı Alevî edebiyatında yerini bul­muştur. Pir Sultan’dan bir dörtlük okuya­lım:“Pir Sultan’ım dertlere dermanAyrılık elinden hâlim pek yamanŞefaat etmeye On İki İmamBen seni Ali’nin yoluna saldım”Yine bir başka şiirde şöyle buyurmaktadır:“Pir Sultan’ım derdim ziyadeİçilir mi yarsız yad ile badeYar odur ahrette şefaat edeSâdık yar insanı yola getire”Ehl-i Beyt’in şefaatine nail olabilmek için on­lara muhip olmak gerektiğinin şart olduğunun al­tını çizen Müdamî şöyle der:“Yürü ey Sabit Müdamî, muhibb-i Ehl-i Beyt ol kimŞefaat eyleye ceddin sana lütf-i Hûda ile”

Cennet ve Cehennem

Alevî inancında, iyilik yapanlar cennete, kötü işler yapanlarsa cehenneme gidecektir. Nitekim Alevî imamlarının onuncusu olan İmam Ali Nâki, şöyle buyurmuşlardır: “Allah, dünyayı imtihan yeri, ahireti ise netice evi yapmış ve dünyanın imtihanını ahiret müka­fatının sebebi kılmıştır.”a-Cennet: Cennet, ahiret yurdunda iyilik ya­panların mükafatlandırılacağı yerdir. Nitekim Al­lah Teala, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmakta­dır: “İşte böyleleri için, yaptıklarına karşılık olarak nasıl bir mutluluk saklandığını kimse bilemez.”Ayrıca Kur’an’ın değişik yerlerinde cennet anlatılırken, cennette kin, savaş, haset, hınç ol­madığına, herkesin kardeşçe geçineceğine, hiç kimsenin zahmete düşmeyeceğine değinilmiştir. Yine temiz ve ihlaslı kulların cennete gireceğine, orada azametle yaşayacaklarına, onlara saygı gösterileceğine işaret edilmiştir.Alevî edebiyatına kısa bir göz atarsak cennet ile ilgili binlerce örnek bulabiliriz. Bunlara birkaç örnek verelim:“Açıldı Cennet kapısıLâl ü gevher yapısıKıldan incedir köprüsüSeçebilirsen gel beri”***“Pir Sultan’ım güle gel güleAmelin var ise o gelir bileMüminler Cennette hem güle güleOrda münafığa yer bulunur mu?”***“Sabırdır farz ile sünnetSabrın makamı CennetSabırdır Ali MuhammedSabreyle gönül sabreyle”b-Cehennem: Dünyada kötülük yapanların, ahirette cezalandırılacağı yerdir. Kur’an’da belirtil­diği üzere onlar orada ebedi kalacaklardır.[7] Ateşe atılacaklar ve derileri kavrulacaktır.[8] Cehennem en büyük ateştir.[9] Cehennemlik kişiler irinli su içecek­tir.[10] Hümeze Suresi’nde ise “Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir” der cehennem için.
  1. asır Alevî şairlerinden Kul Budala şöyle der:
“Kul Budala’m cehennemin ateşiRehbere bağlıdır talibin başıHile ile yola çıksa bir kişiOnu cehenneme tık’etsin dedi” [1] Muminun/99-100[2] Lokman/33[3] Mürselat/8-11[4] Abese/33-37[5] Meryem/95[6] İsra/51[7] Teğabun/10[8] Müderris/27[9] A’la/12[10] İbrahim/16 Bu yazı, yazarın Aleviliğin Yazılmayan Tarihi adlı eserinden iktibas edilmiştir.

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!