İstanbul
16 Eylül, 2024, Pazartesi
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

DERSİM’İN YÜZKARASI: YAVUZ’UN YANINDA SAF TUTAN ALEVİ DEDESİ PİR HÜSEYİN-3

DERSİM’İN YÜZKARASI: YAVUZ’UN YANINDA SAF TUTAN ALEVİ DEDESİ PİR HÜSEYİN-3
DERSİM’İN YÜZKARASI: YAVUZ’UN YANINDA SAF TUTAN ALEVİ DEDESİ PİR HÜSEYİN-3
ZEYNEL COŞAR yazdı…Yavuz’un safına katılıp, Bıyıklı Mehmed ve İdrisi Bitlisi ile Alevilere kılıç sallayan yüz binlerce masum Türk evladını katline ortak olan Pir Hüseyin, 1916 Mayıs ortalarında yapılan Dede Garkın savaşından sonra Tunceli’ye dönmüştür. Savaşın en kritik anında Osmanlı Ordusunu yenilgiden kurtardığı için elbette ki diğer Kürt Derebeyleri gibi, katır yükleriyle çil çil altınları da almıştır. Yine yüz yıllardır Melkişahlar Beylerinin elinde olan Çemişgezek, Pertek, Mazgirt, Sağman ve diğer ilçelerin beyliği, idari olarak Diyarbakır Vilayetine bağlanarak “kaydı hayat şartıyla” yani ölünceye kadar kullanmak şartıyla Pir Hüseyin’e bırakılmıştır. Osmanlı Padişahı Yavuz, Alevi Türkmen halkını katletmeleri için diğer Kürt Beylerine, birçok hediyelerle birlikte katır yükü altınlar göndermiş, ayrıca yüz binlerce Türk öldürdükleri için bahşiş olarak babadan oğullara, torunlara geçecek şekilde Yurtluk –Ocaklık usulüyle binlerce dönüm arazileri derebeylere vererek beylikler kurdurmuştur. Hem de Osmanlı tımar sistemini yırtıp atarak bunu yapmıştır. Bu Türk düşmanlığına dayanan uygulama, 1514 yılından sonra yüz yıllar boyunca bölgede bugün bile varlığını devam ettiren toprak ağalığı düzeninin kurulmasına sebep olmuştur.Turan ülkesinden İran ülkesine inen büyük Oğuz-Türkmen göçü sonucu, Türkistan karma karışık olmuştu. Karahanlıları ve Gazneli Mahmut’un korkulu rüyası olan bu büyük savaşçı Türkmen kitleleri sürüleriyle birlikte batıya ilerleyerek 1035 yılında Horasan’a girdiler. Orada da zulme ve katliamlara, Gazneli valilerinin istediği ağır vergilere ve baskılara isyan ederek batıya doğru aktılar. Azerbaycan üzerinden güneye sarkarak ilk önce Urumiye üzerinden geçerek Irak ve Güney Anadolu coğrafyasına girdiler. 1045 yılından itibaren Musul, Erbil ve Diyarbakır, Urfa arazilerini işgal ettiler. Diyarbakır’da ki Mervani Kürt Beyliğini yıktılar. 1055 yılına gelindiğinde Diyarbakır, Urfa, Mardin, Adıyaman ve Halep bölgelerinin her bakımdan demografik yapısı ve siyasi ortamı tamamen Türkleştirmişlerdi. 1072 yılında da Doğu ve Güneydoğu tamamen Türk Egemenliğine dönüşmüştü. Osmanlı’nın bölgeye hâkim olduğu 1515 yılına kadar buralar Selçuklu, Saltuklu, Mengücek, Ahlatşahlar, Artukoğulları, Sökmenoğulları, İlhanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevi Türk devlet ve beylerince yönetilmişti. 1514 yılından sonra ise bu büyük tarihi Türk egemenliği Yavuz sayesinde kırılarak yok edilmiştir.Kürt Bölücülüğünün Yaratıcısı Yavuz Sultan Selim’dirDoğu ve Güneydoğu’da gerici toprak ağalığı denen belayı ve bugün Kürtçülüğün yaratıcısı Yavuz’un Türkmen katliamları projesi ile oluştu. Önce kırk 1514 Nisan ayında beş bini kişiyi katlederek sefere çıkan Osmanlı Padişahı Yavuz ve Başdanışmanı Kürt lideri İdris-i Bitlisi, 1514 Çaldıran savaşı sonrasında Azerbaycan’dan Anadolu ve Irak coğrafyasına kadar çok geniş bir alanda Türkmen katliamlarına tüm hızıyla devam ettiler. Bu siyaset ve proje Yavuz’dan sonra da ısrarla devam ettirildi. Osmanlı devleti eliyle Türkiye, Irak, İran coğrafyasında 500 yıllık Türk hâkimiyeti yıkılmıştır. Örneğin Diyarbakır’da Dicle boylarında ki 300 tane Türkmen köyü yakılıp yok edilmiştir. Bu köylerde ki Türkler, yaşatılan zulüm nedeniyle canını kurtarmak için ya İran’a kaçtılar, ya katledildiler. Geri kalanları da yüz yıllar içinde asimile edilerek Kürtleştirildiler. Erzincan, Bayburt, Erzurum, Bingöl, Elazığ, Urfa, Adıyaman, Mardin ve Erbil, Urumiye, ve Musul’da yüzyıllara yayılan acımasız baskı ve katliamlar yaptılar. Sonuçta beş yüz yıl sonra bugün bu saydığımız bölgelerde İdris-i Bitlisi’nin yavruları olan Barzaniler ve PKK denen bölücülüğü başımıza bela yaptılar. Bu gerçekleri “Kırk Bin Alevi Öldürülmedi mi?” kitabımda ayrıntılı olarak anlatmıştım.Osmanlı yöneticileri benzer katliamları Karabağ, Erivan bölgesinde yapmıştır. Bu katliamlar sayesinde Ermenistan Devleti kurulmuştur. Prof. Raif İvecan’ın “Revan Livası Yerleşim ve Nüfus Yapısı-1727-1730” doktora tezi bu bölgede yaşanan korkunç Türkmen katliamını gözler önüne serer. III. Ahmet döneminde 1724 yılında Rus Çarlığı ile anlaşarak ortaklaşa Safevi Devleti’ne savaş açılmıştır. Bu savaşlar sırasında Ebussud’un verdiği fetvaya göre “ Ermenilere dokunmayın ev ve iş verin ama Türkmenlerin öldürün, mallarına kadın ve çocukların el koyun, köle pazarlarında satın” fetvası gereğince acımasızca kırım yaşanmıştır. İşgal sonrasında, Erivan, Gence, Şuşa ve Karabağ’ın birçok ilçesinde Osmanlı Vergi memurlarına tahrir yaptırılıyor. Prof. Raif İvecan tamamen Osmanlı Tahrir kayıtlarını esas alarak şu bilgiyi veriyor. “1724 işgalinden önce Türk nüfusu Revan (Erivan) livasında 150.219 iken,1727’de 43.878 düşmüştür” diyor. İşte katliam işte belgeleri.Osmanlı Devletinin yaptığı katliamlar hayal değil gerçektir. Bu iddiamızın kanıtı, padişah başdanışmanlığını yapan İdris-i Bitlisi, Padişah öğretmenliği ve Şeyhülislamlık makamında oturan Hoca Sadeddin, Osmanlının en büyük maliyecisi 2. Bayezit’ten itibaren, Yavuz, Kanuni ve Sarı Selim’le yani dört padişahla birlikte çalışan Celalizade’dir. O da yetmedi bu bölgeleri ele geçirdikten sonra yapılan Osmanlı Tahriri defterleridir. Diyarbakır’da Dicle Boylarında 300 Türkmen Köyü’nün olduğu somut bir gerçektir. Diyarbakır’da ki katliamlar ve asimilasyonların benzerleri Erzincan, Bayburt, Erzurum, Bingöl, Elazığ, Urfa, Mardin’de de yaptılar. Namuslu bilim insanı Prof. İsmet Miroğlu 1515 yılından itibaren devam eden onlarca yıl boyunca hazırlanan Osmanlı Tahriri Defterlerine dayanarak inceleyip yazdığı, “Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566) ve XVI. Yüzyılda Bayburt Sancağı” adlı eserlerinde bu gerçeği açık seçik yazmaktadır.Erzincan ve Tercan büyük bir yıkım yaşamıştır. Şah İsmail’i 1500 yılı Mayıs ayında Tercan- Sarıkaya Höbek Yaylasında getirip Büyük Türkmen Kurultayının toplanmasına ev sahipliği yapan Tercan bölgesi, bu katliamlarda en büyük zulmü gördüler. 1514 yılından sonra Tercan’da ki 79 köyden 70 tanesi tamamen yakılıp yıkılarak insansızlaştırılmıştır. İşte belgesiönce Erzincan, sonra Bayburt ve Tercan.“… Osmanlı Tapu defterlerindeki kayıtlara göre Kemah ve Erzincan şehirleri ile köylerde… 1516-1518 tahririnin neticelerini tespit eden ilk Tapu-Tahriri Defteri’ne göre, Kemah sancağında mevcut 274 köyden 185’i ıssız ve viran köylerdi. Yukarıda zikredilen pek çok köy ıssız ve haraptır… Yavuz Sultan Selim’in 1514’te İran seferine çıkarken Şiiler aleyhine takınmış olduğu tavır üzerine, çeşitli boy ve uluslara mensup Şii -Türkmen guruplarının yerlerini terk ederek, bir kurtarıcı olarak kabul ettikleri Şah İsmail’in yanına gitmelerinin de büyük ölçüde tesiri olduğunu, burada belirtmek isteriz.” (Miroğlu Kemah sancağı ve Erzincan Kazası, s.34-36) İşte Erzincan İlinde 274 köyden 185’i tamamen terk edilmiş ve insanın yaşamadığı için viran olmuş , yani yakılıp yıkılmıştır. Erzincan’daki katliamlarda öldürülen masum insanların kellelerinden minareler yaptıklarını tüm Osmanlı tarihçileri yazmaktadır. Ne yazık ki günümüzde kendine bilim adamıyım diyenler gerçekleri inkâr ederek, Yavuz’u aklamak için kırk takla atıyorlar.Prof. İsmet Miroğlu Bayburt Sancağı eserinde, Bayburt, Kelkit ve Tercan ilçelerinde yaşanan benzer katliam gerçeğini gözler önüne seriyor. “ …Zikredilen tarihte sancak dâhilinde (Bayburt Sancağı)mevcut köy sayısı 584,mezra sayısı 76 idi. Bu köylerden 211’i Bayburt’a,125’i Kelkit ve Sadak’a, 66’sı Kovans’a,87’si Tercan-Ulya(Yukarı Tercan),79’u Tercan-ı Sufla’ya(Aşağı Tercan),16’sı Şoğayn’a bağlı olup, mezralardan 34’ü Bayburt, 36’sı Kelkit ve Sadak,6’sı Kovans’ta bulunmaktaydı. 584 köyden 251’i( %42,9) viran ve içinde kimsenin oturmadığı köyler olup (yıkık-Viran köylerin)61’i Bayburt, 64’ü Kelkit ve Sadak, 40’ı Tercan-ı Ulya (Yukarı Tercan), 70’i Tercan-ı Sülfa (Aşağı Tercan), 16’sı Şoğayn’da bulunuyordu.”( Prof.İ.Miroğlu-age. say-30) İşte koca Bayburt coğrafyasında 584 köyden 251 tanesi viran olmuş, yakılıp yıkılmıştır. Esas olarak bugün ki Tercan mıntıkasına denk gelen Tercan-I Sulfa yani Aşağı Tercan’da, 79 köyden 70 tanesinin tamamen harap, viran ve insansız hale dönüştürülmüştür. 79 köyü olan Aşağı Tercan İlçesinde sadece 9 köy ayakta kalmıştır. Prof. İsmet Miroğlu bu dokuz köyü de isim isim saymaktadır. Örneğin adı geçen Pekeriç, Abrenk, Çıknıs, Vartik gibi dokuz köy de ağırlıklı olarak Ermenilerin yoğunlukta olduğu köyler veya Türkmenlerin birlikte yaşadığı köylerdir. Hele bizim Şoğen Dere dediğimiz Aşkale ve Tercan arasında ki Karasu Vadisinde tamamı Türkmen köyleri olduğu bölge de ise 16 köyün 16 tanesi de yakıp yıkmış ve insansızlaştırılmıştır. İşte tarihin acı gerçeği budur. Şimdi gelelim Pir Hüseyin’e. Osmanlı Devleti Pir Hüseyin’e Milyonlarca Altın Akçe VeriyorHarput Sancağı ve Dersim Tarihi üzerine önemli araştırmaları olan Prof. Mehmed Ali Ünal Pir Hüseyin’in 1516 yılından sonraki hayatı ve oğulları hakkında her bakımdan aydınlatıcı bilgileri vermektedir. “….Çemişgezek Sancağı, Pir Hüseyin Bey'e kayd-ı hayat şartı ile tevcih edilmiştir. Bunun birinci sebebi Pir Hüseyin Bey'in Güneydoğu Anadolu'nun Osmanlı hâkimiyetine kazandırılmasında gösterdiği gayretlerdir. Çemişgezek ’de Diyarbekir vilâyetine bağlı imtiyazlı bir sancak haline getirilmiştir. 1518 tarihli ilk tahririn sonuçlarını ihtiva eden Mufassal deftere göre Pir Hüseyin Bey’e Çemişgezek Sancağı'nın gelirinin büyük kısmının hâs olarak verildiği görülmektedir. Gerçekten 1.975.700 akça tutan sancak gelirinin tam 1.717.700 akçası Pir Hüseyin Bey'e bırakılmıştır. Sancakta padişah hasları bulunmamaktadır. Bu durum Pir Hüseyin Bey'e tanınan imtiyazın derecesini göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü bu meblağ veziriazamın hâslarından dahi fazladır.  Gerçi 1523 tarihli İcmâl defterine göre Pir Hüseyin Bey'in hasları bedeli 1.253.657 akçaya düşmüştür ama bu miktar dahi oldukça yüksek bir meblağ teşkil eder. Esasen bu azalma, sancak gelirinden 1518'e göre umumi bir düşüş olmasından kaynaklanmaktadır. Pir Hüseyin Bey'in ne zaman vefat ettiğini kesin olarak belirleyemiyoruz. Ancak onun 1534'lere doğru ölmüş olabileceğini tahmin ediyoruz Çünkü Kanuni Sultan Süleyman'ın Irakeyn seferi sırasında Sultaniye'ye geldiğinde Çemişgezek Sancakbeyiliği Dulkadiroğlu Ali Bey''e tevcih edilmiştir.” (Prof.Mehmed Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Mazgird, Pertek ve Sağman Sancakbeyleri- Pir Hüseyin Bey Oğulları)Pir Hüseyin 1530’lu yıllarda öldükten sonra oğulları arasında kavgalar başlamıştır. Çemizşgezek Sancağı’na ve diğer beldelere başkalarını atanmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde bu karışıklığa son verilerek diğer Kürt Derebeylerine verilen babadan oğula mülkiyetin kullanma usulü Dersim bölgesinde de uygulamaya başlanmış. Çemişgezek ayrılarak başkalarına verilirken, Pertek, Mazgirt, Sağman Sancakları ve diğer beldeler Pir Hüseyin’in 16 oğluna Yurtluk –Ocaklık usulüyle babadan oğula geçecek şekilde pay edilmiştir. Prof.M.Ali Ünal bu uygulamaları tarihi sıralamalara göre ayrıntısıyla yazar. “… Pir Hüseyin Bey'in ölümünden sonra (oğulları) sancağın kendilerine tevcih edilmemesinin sebebi kendi aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklardır. Şerefhan, bunu onların arasındaki ittifaksızlığa bağlamaktadır. Pir Hüseyin Bey'in oğulları, aralarındaki anlaşmazlık sonunda Kanuni Sultan Süleyman'ın huzuruna giderek, Çemişgezek'in klâsik Osmanlı Sancağı haline getirilmesini kendilerine ise iki sancak ile timar ve zeâmetler verilmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Çemişgezek ve çevresi klâsik sancak haline getirilmiş ve bir kısım gelirleri havâss-i hümâyûn kaydedilmiştir. Pir Hüseyin Bey'in 16 oğlundan 14'üne timar ve zeametler tevcih edilmiştir. Pir Hüseyin Bey'in 16 oğlunun isimleri şöyledir: Muhammedi Mirza, Halid Bey, Rüstem Bey, Yusuf Bey, Pilten Bey, Keykuhad Bey, Behlül Bey, Muhsin Bey, Yakuh Bey, Ferruhşad Bey, Ali Bey. Gülabi Bey, Keyhüsrev Bey, Keyperviz Bey Keykâvus Bey ve Yelman Bey.  Kanuni Sultan Süleyman'ın Pir Hüseyin Bey oğullarına hangi şartlarla sancak, zeâmet ve tımarlar verdiğini, Timar Ruznamçe defterlerindeki tevcih işlemleriyle ilgili kayıtlardan öğrenmek mümkün olmaktadır. 9 Temmuz 1590 (6 Ramazan 998) tarihli bir Ruznamçe kaydına göre Sağman mirlivası olan Salih Bey'in hasları kaydedilirken yapılan açıklamaya göre, Pir Hüseyin Bey evlâdından olanlar ataları ülkesinde sancak ve zeâmet tasarruf edenler seferlere katıldıkları takdirde dirliklerine müdahale edilmeyecek, vilâyet kâtipleri bunların dirliklerine müdahale etmeyecekleri gibi, gelirleri arttırılmayacak ve eksiltilmeyecektir. Bu şekilde "Kürdistan üslûbu üzere", yâni, mülkiyet olarak dirlikleri evladlarına intikal ettirilecektir”Prof.M.Ali Ünal, age makale,) .Çemişgezek Sancağı dışında Mazgirt,Pertek, Sağman gibi üç sancakta Pir Hüseyin’in ölümünden sonra oğulları ve sonra torunları bölgede Osmanlı Beyleri olarak yoluna devam etmişlerdir. Bu ailenin bölgedeki hâkimiyeti Safevi devleti ile Osmanlı devleti arasında imzalanan 1638 –Kasr-i Şirin Anlaşmasından sonra belirsiz hale gelmiştir. Çünkü Safevi devleti ile Osmanlı devleti arasında savaşlar ve gerginlikler bazı ataklar dışında bir tehlike olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle de XVII yüzyıl ortalarından itibaren Pir Hüseyin oğulları ve İran sınırındaki çeşitli beyliklerin de önemi kalmamıştır. Prof.M.Ali Ünal Melkişah Beylerinin serüvenini , Saltuklu Beyliğini kuran Ebul Kasım Saltuk’tan itibaren soy ağacını, Pir Hüseyin’den sonraki ailenin tüm yöneticilerini, ölümlerini , aldığı paralar hakkındaki her şeyi ayrıntılı olarak yazar. Son bölümü de şöyle bitirir.“… Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:  XIII. yüzyılda Çemişgezek bölgesine gelerek burada bir beylik teşekkül ettirmiş olan Saltukoğullarından bir kol, Osmanlı hâkimiyetine kadar beyliklerini yaşattıkları gibi, yurtluk-ocaklık sancakbeyiliği statüsü altında XVI. ve XVII. yüzyıllarda da topraklarını ellerinde tutmaya devam etmişlerdir.  Osmanlı yönetimi bölgedeki siyasi ve sosyal istikrarı bozmamak için imparatorluğun Doğu Anadolu'nun bir çok bölgesinde uyguladığı siyaset çerçevesinde uzun süre Pir Hüseyin Bey Oğullarını ortadan kaldırmaya teşebbüs etmemiştir. Ancak İran tehlikesinin ikinci plana düştüğü XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra hükümet ve yurtluk-ocaklık sancakların imtiyazları yavaş yavaş ortadan kaldırılma yoluna gidilmiştir. Nitekim bu politika istikametinde hareket edilerek 1663 / 1073 yılında Sağman ve Mazgird sancakları, sancakbeylerinin halka zulmettikleri gerekçesiyle lağvedilerek mukataa haline getirilmiş ve voyvodalar eliyle idare edilmeye başlanmıştır.  Dip Not: Deftere sonradan eklenen ye Sağman ve Mazgird sancakbeyi haslarının bulunduğu sayfada yer alan Evâil-i Zilkade 1073 tarihli(1663) derkenarda "Diyarbekir eyaletinde vâki Sağman ve Mazgird sancakbeyilerinin reayaya zulm ve t'eaddileri sebebiyle sancaklıkdan ref olunub mukataa olmak üzre senede birer yük akça ya başka başka mukataa olub berât-ı âlişân verilmekle ellerinde olan berât-ı şerif mûcebince defter-i icmâlde mahallerinde tashih..." olunduğundan bahsedilmektedir.

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!