İstanbul
16 Eylül, 2024, Pazartesi
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

YUSUF FAHRİ (ATAER) BABA ERENLERİN DİLİNDEN İSTANBUL'DA MUHARREM AYI MERÂSİMLERİ

YUSUF FAHRİ (ATAER) BABA ERENLERİN DİLİNDEN İSTANBUL'DA MUHARREM AYI MERÂSİMLERİ
YUSUF FAHRİ (ATAER) BABA ERENLERİN DİLİNDEN İSTANBUL'DA MUHARREM AYI MERÂSİMLERİ
YUSUF FAHRİ (ATAER) BABA ERENLERİN DİLİNDEN İSTANBUL'DA MUHARREM AYI MERÂSİMLERİ
Muharrem ayında İran'da ve bilhassa Kerbela'da pek büyük matem merasimleri yapılırdı. İstanbul'da bulunan İranlılar Muharrem'in birinci gecesinden itibaren Vâlide Hanı ile Vezir Hanı'nda ve Üsküdar Seyyid Ahmed deresindeki Mescidlerde toplanırlardı. Her gece yemekler ikram edilir, semaverler dolusu çay dağıtılırdı. Yatsı ezanından itibaren merasim başlar, Peygamberimiz Hz, Muhammed'in torunu İmâm Hüseyin'e, Yezid ordusu ve Yezid'in kumandanları tarafından yapılan zulümlere dâir konuşmalar yapılırdı. Farsça ve Türkçe mersiyeler okunur ve sonra ellerinde uçları zincirli değneklerle çıplak sırtlarına vuran ve o zaman deste ismi verilen elli altmış kişilik gruplar, elleriyle açık göğüslerine vuran diğeri, sırasıyla gelip kendilerine mahsus usüllerde şiirler ve mersiyeler okuyarak dövünürler, nihayet dua edilerek merasime son verirlerdi.
Muharrem'in ilk on günü içinde her gece bu matem merasimi tekrar edilirdi. Onuncu gününe kadar Vâlide Hanı'nda ve Vezir Han'da toplanan İranlılar da, Seyyid Ahmed mezarlığına geldikleri ve bunlara birçok Türkler de iştirak ettikleri için pek kalabalık ve pek büyük bir olurdu. Sabahın erken saatinde Seyyid Ahmed deresindeki camide ve caminin civarındaki mezarlıkta toplanan binlerce insan, öğleden sonraki zamana kadar yine camide vaazlar yapılmak ve zincirlerle mersiyeler okumak suretiyle aynı matem âyinini tekrar ederlerdi.
Öğleden sonra üzerinde sırma ve ipekle “Yâ İmâm Hüseyn, Yâ Abbas, Yâ Seyyidü's-Şühedâ, Yâ Ebel Fâzl, Yâ Mazlum Hüseyn, Yâ Ali, Yâ Ebe't Turâb, Lâ ilâhe illallâh, Yâ Fâtımat-ül Betül” yazılmış yüzlerce sancaklarla iki sıra hâlinde dizilir ve bunların arasına en önde en kıymetli şallar örtülmüş ve kırmızı boya ile boyanmış, beyaz çarşaf üstüne bir kesilmiş baş şekli verilmiş imâme (sarık) konmuş bir beygir ile yine aynı şekilde şallarla süslenmiş ve üstüne küçük bir çocuk oturtulmuş olan, iki kişi tarafından çekilen iki atın birinde İmâm Hüseyin'in başını ve diğerinde henüz bir masum çocuk iken Kerbela'dan geri kalarak kurtulan İmâm Zeynelâdin'in Kerbela'dan Şam'a götürüldüklerini temsil ve tasvir ederlerdi.
Bunların arkasında da zencirle arkasına vuran ve göğsünü döven yüzlerce kişilik destelerin arasında ve muhtelif yerlerinde Türkçe mersiyeler okuyan gruplar da bulunurdu. Desteler Seyyid Ahmed deresindeki camiden ayrılarak Nuh Kuyusu Karakolu'nun önünde durur ve dua edilir, oradan Toptaşı Tımarhânesi önüne gelinerek yine mersiyeler tekrar edilir, Üsküdar Çarşı boyundaki Büyük Karakol tabir edilen karakolun önünde durulur. 5-6 mersiyehan tarafından mersiyeler okunup dua edildikten sonra, Çarşı'dan geçerek o güne mahsus olmak üzere bunları nakletmek için gelmiş olan araba vapuruna binilerek Sirkeci'ye geçilir ve merasime devam edilerek Vâlide Hanı'na gelinirdi.
Her sene Muharrem ayının onuncu günü yapılması mutad olan bu alayda toplananların bir kısmı, o gece Vâlide Hanı'nda ve diğer kısmı da Üsküdar'ın Seyyid Ahmed Deresi Camii'nde akşam ezanından sonra buluşurlar, yine vaazlar yapılıp, mersiyeler okurlardı. İşte bu geceye Şâm-ı Gariban "Garipler Akşamı” tabir olunurdu. İstanbul'da bulunan bütün Aleviler ve bektaşiler Muharrem'e kendilerine göre riâyet ederler ve Muharrem ayının onundan sonra da Üsküdar'daki Karaca Ahmed Sultan türbesinde toplanıp, 25-30 kilo alan büyük kazanlarla aşûre pişirip dağıtırlardı. Alevilikte ve Bektaşilikte Hz. Muhammed'le Hz. Ali'yi ve onların evlâtları olan 12 İmâmları sevmek şart olduğu için, onlar da Muharrem'in ilk on iki günü oruç tutarlar; doya doya su içmezler ve bu on gün içinde İmâm Hüseyin ile Kerbela şehitleri için matem yaparlardı. Bektaşiliğin esası, tevellâ ve teberrâdır. Tevellâ demek, Hz. Muhammed ve Ali ile evlâtlarını sevmek; teberrâ da onları sevmeyenlere buğz ve adâvet etmektir. Bu sebeple her Bektaşi, muharrem'in ayının ilk on günü su içmemek orucu tutar. Et ve etli yemek yemez, yeni elbise giymez ve çamaşır değiştirmez. Eğlence yerlerine gitmez, seyahate çıkmaz ve hatta mektup bile yazmaz. Yıkanmaz, Kerbela'nın ve Kerbela'da çekilen ızdırapların hatırasını yaşatarak teessür duyar ve ağlar.
Muharrem'in ilk on gününde her Bektaşinin evinde ve Bektaşi tekkesinde, Fuzuli'nin Hadikatü's-Süeda'sı okunur, dualarır ve onuncu gününden sonra bütün tekkelerde aşûre pişirilir.
Bu aşûre merasimini tarif edebilmek için, Merdivenköy Dergâhı'nda yapılan âyinden kısaca bahsetmek isterim.
Her tekkede bir aşûre kazanı bulunduğu gibi, Merdivenköy Tekkesi'nde de 30-40 kilo buğdayı çevirebilecek, yani 80 100 teneke su alacak dört kulplu bir kazanı vardı. Aşûre pişeceği gün, sabahın erken saatlerinde bu kazana ve yedek tabir edilen 40 kilo buğdayı alabilecek olan diğer küçük bir kazana su doldurulup, altına da odun sürülürdü. Bütün dervişler ve hazır olan misafirler kazanın başında toplanır, Baba Efendi gelerek Gülbank denilen duayı okuyup, evvela büyük sonra küçük kazanın altını uyandırır (ateşler) di. Küçük kazanda buğday patlayacak hâle gelince ve büyük kazandaki su da tamamen kaynayınca, kaynamış ve şişmiş olan buğday büyük kazana nakledilir, bu işe mahsus olan tahtadan yapılma aşûre küreği ile karıştırmaya başlanırdı.
Küreği eline alan kimse, küreğin sapını öperek, “Yâ İmâm, Yâ Hüseyn” deyip karıştırmaya başlayınca, kazan başında ve etrafında olanlar da, “Selâmullâhi alel Hüseyn, lânetullâhi alâ katili-Hüseyn” demek erkândandı. Her karıştıran can değiştikçe, küreği eline alan aynı şeyi tekrar eder ve aşûre pişinceye kadar bu merasim böylece devam ederdi. Burada nefesler ve mersiyeler de okunurdu. Bu suretle ertesi günün sabahına kadar aşûre pişirilir ve sabahın erken vâktinde Baba Efendiye haber verilir ve bütün canlar kazan başında toplandıktan sonra Baba Efendi gelip aşûreyi karıştırmakta olan canın elinden küreği alarak sapını öper ve daha evvel yapıldığı biçimde “Yâ İmâm, Yâ Hüseyn” der, canlar da “Selâmullâhi alel-Hüseyn, lânetullâhi alâ katili-Hüseyn” nakaratını tekrar ederlerdi. Baba Efendi üç kere karıştırdıktan sonra, elindeki küreği kazanın üstüne ve karşıya muvazi şekline göre koyduktan sonra Gülbank okur, ilk defa kazandan bir tabağa aşûre alınarak, evvela bir kaşık kendisi yer ve bütün hazır olan canlara birer kaşık tattırır. İşte bundan sonra aşûre, Aşçı Baba tarafından tabaklara, kâse ve testilere konur ve sofralar kurularak bütün burada bulunanlarca yenilirdi.
Merdivenköyü, Şahkulu Sultan Tekkesi ile Rumeli Hisarındaki Nâfi Baba ve Çamlıca'daki Tâhir Baba, Topkapı'daki Abdullah Baba tekkelerinde aşûre pişirilecek gün herkes tarafından bilindiği için, bu tekkelere bu muayyen günde İstanbul'da bulunan bil cümle tarikatların dervişânı ve meşâyihi toplanırdı. Merdivenköyü Tekkesi'nin postnişîni ve müretteb matbu divân sahibi Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, meydanda kendine mahsus olan makamında oturarak Fuzuli'nin Hadikatü's-Süeda'sının şehadet faslını okuyup bitirdikten ve dua da ettikten sonra kendi odasına çekilirdi. Bir müddet istirahatten sonra, misafir olarak gelmiş Rifâi, Halveti, Bedevi şeyhlerinin kendi tarikatlerine ait zikirleri başlardı. Mesela Rifâiler, evvela Rifâi evrâdını okuduktan sonra kendi usüllerine göre kelime-i tevhid ve ism-i celâl zikri yaparlar ve ondan sonra Halveti şeyhleri, Halveti devranı ile zikre başlarlar ve devrandan sonra ism-i celâl zikrine geçerlerdi. Aşûrenin pişme müddeti olan şafak sökünceye kadar bu zikirlere devam edilir ve ondan sonra sofralara geçirirdi.
Yusuf Fahir ATAER
Alevilik ve Bektaşilik Sırlarını İfşa Ediyorum 233-241

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!